Yaşamın kendisi doğal kaynakların değerlendirilmesi ile tarımsal faaliyetlerin birbirine karşıt değil, uyum içinde olmasını zorunlu kılıyor. Bu uyum; ülke ekonomisinin kalkınması ve dışa bağımlılığının azalmasını, dolayısıyla refah seviyesini belirler. Çevremizdeki endüstrinin ihtiyacı olan gerekli hammaddeyi çıkarmak, işlemek, ihracatını yapabilmek toplum varlığı için zorunludur. Ülkemizde sıkça madensel faaliyetlerle ilgili çevresel olumsuzluklar ön plana çıkarılırken insan ve hayvan sağlığını yakından ilgilendiren tarımsal faaliyetler ikinci plana düşmektedir. Aslında her iki kesimin uyumlu olması, birbirlerinin karşısına konmaması, havayı, suyu, çevreyi kirletmemesi, sürdürülebilirliği temel alması gerekir. Bu yazı, doğal kaynaklarımızı ve temel tarımsal faaliyetlerimizi ihracat ve ithalat bazında rakamlarla ifade edip, toplumsal zenginliğimizi nasıl daha yukarılara çıkarabileceğimiz üzerine öneriler ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Yeterince katma değer yaratılamıyor
Dünyada üretimi yapılan 90 çeşit madenin 70’i Türkiye’de bulunuyor ve üretilen maden çeşitliliği açısından dünya genelinde 7. sırada yer alıyoruz. Ülkemiz dünyanın en büyük mermer, traverten, feldspat ve bor ihracatçısı durumundadır. Bunların yanı sıra ülkemiz, krom, doğal taş, bentonit, kuvars, çinko ve kurşun gibi madenlerin ihracatında dünyada ilk 10 ülke arasında bulunmaktadır. Fakat sahip olduğumuz bunca zenginliğe karşın 2023 yılı sonu itibari ile madencilik sektörümüz 5,74 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirirken 2024 yılı sonunda bu değer toplam 6,011 milyar dolar civarında olmuştur. Maden ithalatımız ise ihracatımızın yaklaşık 1,5 katıdır. Tablo 1’de verilen bilgiler incelendiğinde, ülkemizdeki ihracatın yüzde 39’unu oluşturan metalik cevherler ham olarak satılmaktadır. Örneğin milyarlarca dolar harcadığımız paslanmaz çelik ürünlerinin hammaddeleri olan ferrokromu, ferronikeli, çinko ve krom cevherlerini ham olarak 660-890 dolar/ton karşılığında ihraç ediyoruz. Ancak bunlara dayalı nihai ürünleri, üretimleri için gereken entegre tesisleri kurmadığımız için daha yüksek fiyatla 2500-10000 dolar/ton karşılığında ithal ediyoruz. Bu da ülkemizin ihracattan elde edebileceği geliri düşürmektedir. Ayrıca, yine İMİB 2024 verilerine göre maden ihracatımızın yaklaşık yüzde 32’sini oluşturan doğal taşlar sınıfına giren işlenmiş mermer kadar da blok mermer (traverten) ihracatının olması maden ihracat gelirlerinin düşmesine sebep olmaktadır. Anadolu’daki doğal taş zenginlikleri antik dönemden beri çeşitli sanat eserlerinin ve mimari eserlerin ortaya çıkmasında kullanıldığı ve dünyaca bilinen antik dönemin heykeltıraş okulu Aydın sınırlarında olmasına rağmen, doğal taşlara günümüzde yeterince katma değer katamıyoruz. Oysaki İtalya aynı mermerlerin bir kısmını bizden alarak ve kendi sınırlarında bizden daha az doğal taş üretmesine rağmen, onları işleyerek ve moda yaratarak çok daha fazla gelir elde edebiliyor.
Stratejik hammaddeler üzerinde durulmalı
Tablo 2’de sınıflandırılmış ruhsat sayılarına ve maden gruplarına baktığımızda da ruhsatların büyük bir kısmında ikinci grubu oluşturan çimento, kireç, kalsit vb. kayaçların üretiminin ön planda olduğunu görmekteyiz. Bu grup kapsamında olan ürünlerin katma değeri düşüktür ve gerek üretimlerinde gerekse kullanımlarında diğerlerine göre daha fazla çevre kirliliği ve tarım arazisi kaybı oluşmaktadır.
Ayrıca, madencilik sektörünün GSYH’deki payı yüzde 1,1 iken, gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 5-8 arasındadır. Bu da madencilik sektöründe katma değer yaratmamız bakımından ne kadar yol almamız gerektiğini göstermektedir.
Günümüzde akıllı telefonlar, bilgisayarlar, savunma ve uzay teknolojileri, yenilenebilir enerji sistemleri, elektrikli araçlar ve bataryalar üretiminde kritik öneme sahip nadir toprak elementleri (NTE) ön plana çıkmaktadır. Atom numaraları 57’den 71’e kadar olan 15 elementten yaklaşık 10 tanesi ülkemizde bulunmaktadır. Nadir toprak elementlerinin (NTE) üretimi ve işlemesi konusunda dünya lideri Çin’dir. Çin bu metallerin tedariğini stratejik bir avantaja çevirmekle başarılı bir küresel oyuncu olmuştur. Yakın dönemde Eskişehir’in Beylikova ilçesinde keşfedilen NTE yatağı Çin’den sonra 694 milyon ton ham kapasite ile ikinci sırada gösterilmektedir. Bu da ülkemiz için büyük bir fırsattır. Burada önemli olan çıkarılan cevheri ham olarak satmak değil, tam tersi hızla NTE’nin işlemesinde kullanılan entegre tesisleri kurup, bizde bulunmayan NTE cevherlerini de dışarıdan ithal ederek yüksek katma değerli ürünler üretmektir. Gerçek zenginlik bu şekilde oluşur. Diğer taraftan sadece bu alanla ilgili Nadir Toprak Elementleri Araştırma Enstitüsü’nün (NATE) kurulmuş olması çok isabetlidir. Ancak “Stratejik Hammaddeler ve İleri Teknoloji Uygulamaları” başlıklı ana bilim dalı sadece Tunceli Munzur Üniversitesi bünyesinde kalmamalı başta İstanbul Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi gibi en az 10 üniversitede açılmalıdır.
Hammadde değil nihai ürün satılabilmeli
Bir diğer kritik hammadde ise elektrikli araç (EV) bataryalarının olmazsa olmazı grafit. Çin, yüzde 77 ile dünyada bu alanda da lider. Ülkemiz grafit rezervleri açısından 7 milyon tonluk potansiyel hacmiyle dünyanın ilk 10 ülkesinin arasında. Ancak sadece 3 bin ton üretiminin olması bizi hızla bu alanda da yatırım yapmaya yönlendirmelidir. NTE için Ukrayna’daki kapışma bizi hızla bu zenginliklerimizi işlememizi zorunlu kılıyor. Bor konusunda da dünya rezervlerinin çoğunluğu bizim elimizde olmasına rağmen uç ürünler konusunda pek de başarılı olduğumuz söylenemez.
Altın, gümüş, platin gibi kıymetli madenlerimizi çıkarmak için yabancı firmalara izin veriyoruz. Karşılığında sadece çıkardıkları ürünlerin vergisini alıyoruz. Oysa onlara şartlı ihaleler vermeliyiz. Yani, çıkartılan ürünü işleyecek fabrikaları ülkemizde kurmaları şartıyla madenleri vermeliyiz ki o zaman hem istihdam alanları yaratılır hem de teknoloji yatırımlarına kucak açılmış olunur. Dolayısıyla orada çalışacak teknik elemanların ve mühendislerin daha düzgün ve yeterli eğitimli olması sağlanmış olur. Çevre kirliliği yaratılmaması, ekosistemin bozulmaması için de denetim sisteminin iyi çalışması gerekir. Denetimin bütün madenlerde kurallarına göre yapılması can ve mal kayıplarını büyük oranda önleyebilecektir. Özetle ihracata konu olan madenlerimizi hammadde ya da yarı mamul olarak değil, hammaddeleri kullanıp nihai ürün ortaya çıkartarak satabilmeliyiz. Günlük hayatımızda dokunduğumuz her şeyin temelinde madenler vardır. Bu nedenle, çıkardığımız madenlerin gerçek değerini bilmek, onları en verimli şekilde işleyerek katma değer yaratmak ve ülke ekonomisine katkıda bulunmak zorundayız.
Tarım ihracatı potansiyeli karşılamıyor
Bir önemli konu da rezervi biten maden ocaklarının rehabilitasyonudur. Ülkemizin 776.980 km²’lik yüz ölçümünde yer alan ve işletme izni olan 22.532 km²’lik maden ocaklarının yalnızca 88,3 km²’lik kısmı rehabilite edilmiştir. Bu çok az bir orandır. İşi biten alanların tekrardan ekonomik değeri olacak şekilde ağaçlandırılması ya da tarım alanlarına dönüştürülmesi sürdürülebilirlik açısından şarttır. Bu şekilde ülkemiz ekosisteminin korunması da sağlanır.
Tablo 3’te görüldüğü gibi tarımsal ürün ihracatımız 27,6 milyar dolar, ithalatımız ise 18,2 milyar dolardır. Bu, ihracat değeri TİM 2024 yılı toplam ihracat değeri ile oranlandığında, Tablo 4’te de görülebildiği gibi tarım sektörü toplam ihracatın yüzde 10,8’ini sağlamaktadır. Bu da ülke potansiyeline göre az bir orandır. Bariz bir örnek verirsek, yüzölçümü Konya ili kadar olan Hollanda’nın tarımsal ürün ihracatı 100 milyar doların üzerindedir. Ülkemizin tarımsal üretiminin düşük olmasının nedenleri, toprakların parçalı oluşu, ölçek ekonomisine uygun olmaması ve topraktaki organik madde düşüklüğü şeklinde sıralanabilir. Ülke topraklarımızın çoğunda tek yıllık bitkiler ekilmektedir. Tahılda dünyada ortalama 350 kg/dekar üretim yapılırken, bizde ortalama 300 kg/dekar ürün alınmaktadır. Tarım kesiminde nüfusun yaşlanması, gençlerin sanayiye kayması, bu kesimde çalışacak insan sorununu gündeme getirmiştir. Diğer taraftan girdi maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle ürünlerin pazarlanamaması ve değerini bulamaması sebepleriyle ürünler tarlada kalabilmekte ve üretici para kazanamaz duruma gelmektedir. İnsanlar doymayınca doyacakları yere göç etmektedirler. Bakanlık tarafından havza bazlı üretim planlanmalı, toprak verimliliğini artıracak münavebeli tarım zorunlu kılınmalı, girdi maliyetini azaltacak üretim ve pazarlama kooperatifleri kurulmalı ve bu kooperatifler desteklenmelidir. Bakanlıklar arasındaki en organize yapıya sahip Tarım ve Orman Bakanlığı’nın birimleri üretici ile iç içe olmalı, onlara yol göstermeli ve ekim alanlarında bilgi aktarmalıdır. Bakanlığa yeni giren bir ziraat mühendisi, stajyer mühendis sayılmalı, bir yıl boyunca dört gün sahada bir gün dairede mesai yapmalı, yılın sonunda hak ediyorsa kadroya geçebilmelidir.
Atılması gereken pek çok adım bulunuyor
Tarım uygulamalarındaki en büyük kayıplarımızdan biri pestisit kalıntılarından dolayı ihraç mallarımızın bir kısmının geri iade edilmesi ve üreticilerimizin zarara uğratılmasıdır. Bu hem ülkemiz için prestij kaybı hem de maddi zarardır. Hibe-denetim-planlama işini Bakanlık yürütürken bir de işin bitki besleme ve korumacılar-bayiler-üreticiler ayağında da uyum olması beklenir. Zirai ilaç ve gübre üreticilerinin merdiven altı olmaması, içeriklerine uygun ürünler çıkarmaları sıkı denetlenmelidir.
Ülkemizde bir bayi enflasyonu vardır. Üretici firmalar zirai ilacını veya gübresini üretir. Bayi vadeli olarak alır, kârını koyar, üreticiye hasat da ödemek üzere vadeli olarak aktarır. Bayi fazla riske girmez. Bu yüzden herkes bayi açmamalıdır. Bir ziraat mühendisinin bayi olabilmesi için bayilik sınavının yanı sıra en az on yıl bir bayi yanında çalışması veya danışmanlık deneyiminin olması zorunluluğu getirilmelidir. Üretici ve toprak yanıltılmamalıdır. Söz konusu olan insan ve toprak sağlığıdır. Bayiler sırf kâr etmek için stokta ne varsa kullandırmak yerine, uygulamada neye gerek duyuluyorsa o kadar ürün vermelidir. İlçe tarım müdürlükleri her yıl giderek artan miktarlarda kullanılan gübrelerle ilgili ilçe sınırları içerisinde düzenli toprak analizleri yaptırarak gerektiği kadar gübre kullanılmasını sağlamalıdır. Bu hem çevre kirliliğinin azalması açısından hem de ithalata giden döviz açısından ülkemize kazanç sağlayacaktır. Dolayısıyla yerli gübre üreticileri desteklenmeli ve yerli gübre kullanımı teşvik edilmelidir. Ayrıca, pestisit kalıntısı oluşmaması için üreticinin hasat öncesi atmış olduğu zirai ilaçların takvimleri takip edilmelidir. Aynı zamanda tarım ilaçlarının, önceki yılın üretim kapasitesi göz önünde bulundurularak belirlenmesi ve yalnızca belgeyle temin edilip kullanılması gerektiğini savunuyorum. Bu, hem çevresel sürdürülebilirliği sağlamak hem de bilinçsiz kullanımın önüne geçmek açısından önemlidir. İhraç tarım ürünleri için analiz zorunluluğu getirilmeli, Bakanlığımız analiz bedellerinin yarısını hibe programına almalı, sonraki yıla bırakmadan ihracatın yapıldığı dönem içinde ödemelerini yapmalıdır. Bu ödeme durumu gübre ve mazot destekleri için de geçerlidir.
Bakliyat grubu önemli bir konuma gelebilir
Diğer taraftan, madencilik sektöründe yapmamız gerektiği gibi tarımsal ürünlerde de ülke olarak katma değerli üretime yönelmeliyiz. Nasıl ki ithal ettiğimiz buğdayın bir kısmını un ve unlu mamullere çevirip ihracat yapıyorsak yaş meyveleri ve sebzeleri de gerektiğinde kurutarak da gönderebilmeliyiz. Özellikle gerek insan gerek toprak sağlığı açısından hayati önem taşıyan, mineral ve lif yönünden oldukça zengin olan ve Türk mutfağının vazgeçilmezleri arasında olan bakliyat grubunda nohutun dışında ithalatçıyız. Bakliyat grubunun 1990’dan bu yana maalesef ekim alanı yüzde 56, genel üretimi ise yüzde 33 düşmüştür. Gerekli teşvikler verilerek bunun bir an önce sonlandırılması gerekmektedir. Bakliyat grubu önümüzdeki dönemin bitkisel protein kaynağı olarak toplum sağlığı açısından da çok önemli bir konuma gelecektir. Sağlıklı cipsler, atıştırmalıklar, fit ve form ürünler, vegan ve vejetaryen ürünler endüstrimizin hızla oluşturulması gerekmektedir. Bu alanda Mersin’de bir fabrikamızın üretime geçmesi sevindiricidir ama bunun hızla onlarca fabrikaya çıkması gerekir.
Kaynaklar doğru kullanılmalı
Topraklarımızın verimliliğinin artmasının yanı sıra toplulaştırmaların bir an önce bitirilerek tarımda ölçek ekonomisine geçilmelidir. Bu verimlilik için şarttır. Verimliliği etkileyen bir diğer nokta da tarımda akıllı tarım uygulamalarına geçilmesidir. Ülkemiz Akdeniz havzasında bulunmasından dolayı kuraklık tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ülkemizdeki tatlı su kaynaklarının yüzde 76’sı tarımda kullanılmaktadır. Bir an önce damlama sulama sistemleri başta olmak üzere akıllı sulama sistemlerine geçilmelidir. Vahşi sulama yasaklanmalıdır.
Her ürünün her bölgede yetişmesinden ziyade sulu tarımda su kaynaklarına göre tarımsal üretim planlanmalıdır. Örneğin, kuraklıktan etkilenme riski en yüksek olan Konya Ovası’nda yıl boyunca en fazla suya ihtiyaç duyan mısır, şeker pancarı, ayçiçeği, yonca gibi ürünlerin üretimini sürdürmek için uzak yerlerden su taşıma yatırımları yapıp kaynak israfı yapılmamalı, yağmur rejimine göre kuraklığa dayanıklı ürün ekimi yaptırılmalıdır. Ayrıca, ülkemiz çeltik üretiminin yüzde 51’ini karşılayan Edirne bölgesinde kuraklıktan dolayı bazı kesimlerde farklı ürün desenine geçilebilmelidir. Tarıma uygun olmayan yerlere de güneş panelleri ya da organize sanayi bölgeleri kurularak arazi değerlendirilebilir. Buralarda üreticilere istihdam sağlanabilir. Yağışlı bölgelerde ise tarım arazilerinden feragat ederek bölgenin yağış rejimini bozacak “bacalı” sanayi kurulmamalıdır. Örneğin İstanbul Sanayisinin Kırklareli’ne taşınması Trakya’nın, dolayısıyla İstanbul’un yağmur akışını olumsuz etkileme riski vardır.
Yerin altı ve üstü uyumlu olmalı
TGDF verilerine göre 5,7 milyar dolarlık hayvan yemi ithalatı içerisindeki soya fasulyesinin ekimi arttırılmalı, buğday üretiminden sonra tarlaların bir kısmı nadas yerine yem bezelyesi, tritikale, fiğ gibi toprağa azot bağlayıcı münavebe ürünlerle desteklenmelidir. Bu şekilde hem toprak beslenir hem de hayvanlarımız beslenir, paramız da cebimize kalır. Fındık, incir, üzüm, kayısı gibi endüstriyel ürünlerde de nihai ürünlere ağırlık verilerek ihracat geliri arttırılmalıdır. Pamuk, tekstil sektörümüzün vazgeçilmezidir. Özellikle Güneydoğu Anadolu Projesi bölgesinin bitki ekim düzenini daha iyi planlayarak hem tuzlanma önlenmeli hem üretim artırılmalıdır.
Tarımda sera gazı emisyonlarını da azaltmanın yolu toprak işleme anlayışlarını değiştirmekten geçmektedir. Anıza dikme yaygınlaştırılmalı, anız yakma yasağında cezai müeyyideleri uygulayarak toprak sağlığını korumak amaçlanmalıdır.
Eğitim kalitesi ön planda tutulmalı
Başka bir önemli husus ise maden ve ziraat fakültelerimizin sayılarının arttırılmasından ziyade niteliklerinin artırılmasına önem verilmesidir. Öğrencilerin branşları ile ilgili sahalarda yetişmeleri sağlanmalıdır. Maden ve ziraat mühendisliği dallarında yerin altının ve üstünün bir uyum içerisinde olması gerektiği konusunda öğrenciler bilinçlendirilmelidir. Ekosisteme zarar vermeden, sürdürülebilirlik ve zenginliğin yaratılması konusunda mühendislere yol ve yöntemler gösterilmelidir.
Kaynak: tarlasera