Önemine binâen yazıyorum… Yürütülen ekonomik modelin hassas safhasına gelinmişken nerelerde başarılı olup olunmadığına projeksiyon yapmak gerekliliğine inananlardanım…
6 Mart 2019 yılındaki “Çâre Makro Çerçeveli Mikro Yaklaşımlar!” başlıklı yazımı hatırladım… Aynen şöyle demişim:
İşsizlik, enflasyon, cari açık ve dış borç gibi sorunları aşıp düzlüğe çıkan çok sayıda ülke var ve bu ülkelerin hikâyeleri hâlâ anlatılır. Genç işsizlik mes’elesinde Almanya modeli… Yüksek enflasyonu düşürmede İsrail modeli… Yine Güney Kore, Japonya, İsveç ve İrlanda’nın yakaladığı ekonomik istikrar ve zenginleşme modelleri küresel anlamda ciddi başarılar…
Bir ülkenin ekonomik gücüne ve büyümesinin durumuna bakmanın en kestirme yolu “işsizlik” verileri... Düşük işsizlik oranlarının olduğu yerde geniş iş imkânları ve büyüyen bir ekonomi göze çarpar. Yüksek işsizlik oranlarının olduğu yerde ise ekonomi durağanlaşmış… İş bulmak imkânsız hâl gelmiştir…
İşsizliğin başlıca sebepleri belli… Eğitimsizlik… Yönetimlerin eğitim ve ekonomi politikaları… Ekonominin iş üretme kapasitesindeki zayıflığı… Ülkede sağlıklı iş envanterinin yapılamayışı… İş deneyimi yoksunluğu, vasıfsızlık, zayıf rekabet, işin ehline verilmeyişi, liyâkatsizlik, ayrımcılık… Beyin göçü… İş ortamında gelir ve kazanç dağılımında yaşanan adaletsizlikler… Kayıtdışılıktaki yükseklik… İş ahlâkının gelişmemesi veya kötüleşmesi…
İşte bunlar; işsizliğe sebep olan ilk akla gelebilecek aktörler…
GENÇ İŞSİZLİKTE DÜŞÜŞ VAR AMA!
2025’li 3’üncü çeyrek verilerine bakıldığında; 2015 yılı başından bu yana artarak yükselen işsizlik oranları bugün için yüzde 8,5’lerin üzerinde. Diğer taraftan her yıl 1,5 milyona yakın istihdam sağlanırken yine genç işsizlik ve atıl işsizlik oranları kabarık. 2019’larda yüzde 22 olan genç işsizlik oranı bugün yüzde 15’lerde ama asıl canı sıkan atıl işgücü oranı… Bugün yüzde 29’u aşmış.
Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı 2025 yılı 3’üncü çeyreğinde gelindiğinde yüzde 30’lu seviyelerde ise gerçekten düşünmek gerekiyor. Yine zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde18,9 iken potansiyel işgücü ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 20,3 olarak tahmin ediliyor ki, büyük rakam!
Demek ki iş gücüne katılım mevcût iş imkânlarıyla işsizliği eritemiyor… Özellikle genç işsizliğin ve atıl işsizliğin önlenmesinde yeni istihdam politikalarına gerek duyuluyor.
Yürütülen ekonomi politikaları işsizlik mi üretiyor, yoksa nüfusa bağlı iş dünyası ile sosyal yaşantı arasında bir dengesizlik mi söz konusu?
Sorunun cevabını mer’î (yürürlükteki) modelin zaaflarına daha iyi bakılmasında aranmalı demek istiyorum!
KAYITSIZ İSTİHDAM MESELESİ TAM BİR YARA…
Son gelen bilgiler şöyle: SGK’nın yıllık prim kaçağı tam 1 trilyon TL… Türkiye’de 9 milyon kişi çalıştığı halde çalışmıyor, görünüyor. Bu nedenle kayıtdışı istihdam mes’elesi çözülmeden işsizlik sorununa tam neşter atılmış denemez! İş gücü içindeki 3 kişiden 1 kişinin nerede olduğu, ne yaptığı, ne işle meşgul olduğu, kaç para kazandığı belli değilse oturup ağlamak yerine bir şeyler yapmak lâzım değil mi?
Yüzde 30’lardaki kayıtdışılık gösteriyor ki istihdam piyasasının yeniden yapılandırılması olmazsa olmaz hâle gelmiş. Düşünebiliyor musunuz; adam ayın tamamında çalışıyor, SGK’da görünen çalışma zamanı 1 veya 2 gün ya da hiç!…
Ayrıca resmi olarak haftada 45 saat çalışması gereken işçi, fazla mesai ücreti verilmeden 60 / 70 saat çalıştırılabiliyor. İşçi fazla mesai ücreti alsa bile kayıtdışı gösteriliyor. Bugün ülkede asgari ücretin yarısına, resmî çalışma saatinin çok üstünde mesai veren binlerce kayıtdışı işçi mevcut. İstihdam piyasası bir silkelense altından neler çıkar, neler!
SADECE TEŞVİKLER İLE BU İŞ ÇÖZÜLMEZ
Diğer taraftan istihdam için verilen teşvikler elbette inkâr edilemez. Nitekim istihdam üzerinde olumlu etkilerini görüyoruz. Ama yeterli olmadığı ortada! Burada denetim zafiyetinden kaynaklı teşvikin, tam olarak yerine gidip gitmediği konusunda belirsizlikler de var. Sâdece banka ile teşvik alanı buluşturup aradan çekilmek, denetim yapamamak sağlıklı bir istihdam politikası olmasa gerek.
Dolayısıyla istihdam teşviklerinin; sektörel bazlı denetime açık, doğru yapılmış iş alanı ve işsizlik envanterleri ile istihdam verilerine göre kullanıma sunulması daha verimli olur kanaatindeyim. Hedef istihdam ise; bankalar para kazansın, daha güçlensinler diye değil, istihdam piyasasının kuvvetlenmesi için teşvik müessesesinin çalıştırılması düşüncesindeyim.
İşsizlikte bakılması gereken diğer en önemli nokta da bence şurası… 2008 küresel krizinin etkilerinden kurtulmak için 2014 yılına kadar yurtdışından hızlı finansman akışı vardı. Ama daha sonraki yıllar para akışı yavaşladı ve maliyeti yükseldi.
Yurtdışı kamu borcu Aralık 2020'de yüzde 59,6 ile tüm zamanların en yüksek seviyesine, Aralık 1990'da ise yüzde 26,1 ile rekor düşük seviyeye ulaştı. 2023'te bu oran yüzde 45'lere indi. Bugün Türkiye Brüt Dış Borç Stoku/ GSYH oranı yüzde 37,2 oranına çıkmış durumda. Borç stoku ve cari açığın piyasa baskısı belki TCMB müdahaleleriyle önleniyor ancak ekonomiye karşı tedirginlilik ve temkinlilik dönen tekerde engeller oluşturuyor.
MAKRO ÇERÇEVELİ MİKRO YAKLAŞIMLAR
Hepimiz biliyoruz ki, yıllık yüzde 5’in altında büyümeler, Türkiye’yi küçültür. Bilhassa her yıl iş gücüne eklenen 1 milyona yakın insanımıza iş bulmalıyız. Peki, yıllık yüzde 5’in üzerinde büyümeliyiz, ama nasıl?.. Formülü belli… “Makro çerçeveli mikro yaklaşımlar”…
En başta ıskalanmaması gereken düzenlemeleri sayayım:
Öncelikle yüksek acı verse de hukukî, iktisadî ve eğitim alanlarında olmazsa olmaz 'yapısal reformlar... Ciddi bir vergi reformu... Ciddi bir bankacılık reformu... Kamu ve özelde ciddi bir personel reformu... Ciddi bir işgücü reformu... Ciddi bir hal yasası... Ciddi bir perakende yasası... geciktirilmeden mutlaka hayata geçirilmeli.
Âcilen rekabetçi, daha üretken, girişimciliğe önem veren katma değerli üretim modeli tesis edilmeli… Her işletmeyi, her işi, her sektörü ayrı ayrı plânlayıp kısa, orta ve uzun vadeli programlarla tertiplemek şart olmalı. Sanayide, tarımda, teknolojide ciddi bir dijital dönüşümle birlikte dünya gerçeklerine uygun yepyeni bir Ar-Ge anlayışıyla hareket edilmeli.
Hâlen devam eden küresel ekonomideki kırılganlıklar (PMI’ler birçok sanayi ülkesinde istenilen seviyede değil) ve coğrafyamızdaki jeopolitik gelişmeler bir risk olarak avucumuzun içinde yandıkça yanıyor. Kırılganlıkları üzerimizden ne kadar çabuk atabilirsek dış şoklara karşı daha dayanıklı olacağımız bir gerçek.
ÇÂRE VE ÇÖZÜMLER ELBETTE VAR
Evet özetle söyleyeyim… Siyasette, ticarette veya birçok alanda korumacı politikalara sığınmadan karakteri oturmuş rekabetçilik ve dünya standartlarında hayat tarzı, dertlerimizin dermânı olabilir! Çağa uyan eğitim, caydırıcı savunma, dünyaca kabul edilen yüksek ilmî seviye ve küresel ekonomiyi hızlandırıcı bir üretim anlayışı Türkiye’yi sürekli diri ve zinde tutacak.
Ülke böylece muasır medeniyetler yolunda emin adımlarla yürüyecek. Bugün artık karamsarlığın, bedbinliğin, olumsuzluğun, mey’usluğun, pesimistliğin, bitkinliğin ve küskünlüğün anlamı yok, diyorum. Öncelikle işimize gücümüze; daha fazla motive olmalıyız. İçinde bulunduğumuz yüksek işsizlik ve durgunluk sürecinden çıkıp gerçekçi büyümelere dönmek zorundayız.
Çâreleri elbette var…
Birincisi; particiliği geri plâna atıp millî bir bütünlük içinde siyasî istikrarı korumak… Dünya ölçeğinde ve yurtiçinde öngörülebilir politikalarla ekonomik güven ortamını düzenmelih sağlamlaştırmak.
İkincisi, yurtdışı para akışında; portföy yatırımlarıyla ve yüksek faizle fon çekme yerine; yerli üretime ve ihracata dayalı bir ekonomik modeli benimseyip geliştirmek…
Üçüncüsü; bankaları gerçek işlevine döndürmek… Tüketici kredilerini geri plâna çekip üretici ve ihracat kredilerini teşvik etmek. Bankaların görev zararı yazmalarına müsaade etmemek. Katılım bankacılığına; konvansiyonel bankacılık kadar önem vermek…
Dördüncüsü; enerjide, madende, tarımda, teknolojide üretimle ilgili her sahada tam kapasite yerli üretime geçmek…
Beşincisi; ithalatı sadece üretimi tamamlayıcı unsur hâline getirmek…
Altıncısı; Türkiye’nin ciddi, gerçekçi, reel yani vatandaşın malına çökmeyen bir kentsel dönüşüme ihtiyacı var. Dolayısıyla müteahhitliğin hakiki kriterlerini belirleyen, vatandaşın zararını önleyen, çevreyi kirletmeyen, enerjide, suda ve diğer temel ihtiyaçlarda kendi kendine yeten marka şehirlerin oluşmasını sağlayan yeni bir gayrimenkul reformunu hayata geçirmek.
Haa, saydığım maddelere yanında farklı bilgisi, belgesi, fikri ve önerisi olanlar ek yapabilir!
Son sözüm şu: Karakterli ticaret, karakterli rekabet ve karakterli insanlar; çözümsüz gibi sorunların rahatlıkla üstesinden gelebilir…