Ülkece yaşadığımız bu büyük doğal afet karşısında, insan olarak ne kadar aciz olduğumuzu ama aynı zamanda da ne kadar güçlü olduğumuzu bir kez daha gördük.

Peki gücümüz ve güçsüzlüğümüz nereden geliyor?

İlk olarak güçsüzlüğümüzü ele alalım.

Büyük bir deprem, sel, yıldırım, dolu ya da herhangi bir doğal afet karşısında çoğu zaman çaresizce olanı yaşıyoruz.

Bizler, depremi ya da seli durdurabilecek güçte varlıklar değiliz.

Yağmuru durdurabilir miyiz?

Güneşi?

Bulutu?

Karı?

Toprağı?

Allah ne dilerse o olacaktır.

Güçsüzlüğümüz buradan geliyor.

Bir külli kader var ve biz buna boyun eğiyoruz.

Ama bir de cüzi kader var!

Mesela yağmuru Allah verir evet ama toprağı yumuşak ve heyelan olan bir bölgeye ev inşa ettiysek, orada biz suçluyuz.

Çünkü Allah’ın bize verdiği aklı, seçim yapabilme lütfunu, ders çıkarma ve hataları düzeltme fırsatını değerlendirememişiz demektir.

Mesela deprem bölgesi -ki Türkiye’nin çoğunluğunun deprem bölgesi olduğunu düşünürsek- ya da fay hatları üzerinde olan bir şehirde zemini kötü olan bir alana ev yapıp, bunu vicdansızca masum insanlara satıyorsak biz suçluyuz!

Allah’ın bize verdiği akıl, basiret, vicdan gücünü hiç kullanamamışız demektir!

Mesela zemini kötü olan ya da fay hattı üzerinde olan ama çeşitli koşullardan dolayı -nüfus yoğunluğu,vs. gibi- bina inşa etmek zorunda kaldığımız bir bölgede -ki Japonya örneği buna en güzel örnektir. Tüm ülke fay hatları üzerinde ve Mart-Nisan ayı gibi başlayan depremler tıpkı mevsimsel yağışlar gibi orada yaz sonuna kadar hemen hemen her gün bir deprem olarak devam etmekte- eğer o zemine, depreme dayanıklı bir teknoloji ile bina yapmazsak bu bizim suçumuzdur!

Japonya’da her binanın inşaatı bir yıl ya da iki yıl sürerken bizler birkaç ayda bir binayı dikiyor isek...

Bu; bizim suçumuzdur! Ve insani gücümüzü kullanamadığımızın en büyük kanıtıdır.

Mesela hiçbir şekilde bina yapılmaması gereken yerlere ya da depreme dayanıklı teknoloji ile bina yapamayacağımız koşullarda bu bölgelere imar izni veriyor isek biz suçluyuzdur!

İnsan olma vasfımızı, akıl etme gücümüzü kullanamamışız demektir!

Mesela “99 depremi” gibi büyük bir afetten sonra gerekli kanunları çıkartıp, bütün yenilenmesi gereken ve depreme dayanıklı bir teknoloji ile inşa edilmesi gereken binaları yenilemediysek bu bizim suçumuzdur!

İnsani güçlerimizi kullanamamışız, akıl etmemeyi seçmişizdir!

Mesela imarı kötü olan, son derece dayanıksız hale gelmiş ya da zaten baştan bu şekilde inşa edilmiş binalara imar affı veriyorsak bu bizim suçumuzdur!

İnsan gibi insan olabilme ve vicdani gücümüzü kullanmamışız demektir!

Mesela insanların canına mal olan böyle önemli konular ile ilgili karar verici mertebelerinde, makam ve mevkilerinde, tüm bu yaşananlardan derin bir vicdani acı, üzüntü, keder yaşamayan, hissetmeyen, oturupta ağlamayan, kalbinde bir sızı, derin bir pişmanlık ve suçluluk hissetmeyen ve hemen bu sorunu kökünden çözecek önlemler, kanunlar, yasalar, fiiller ortaya koymayan insanlar var ise ve bütün bu saydıklarımı hisseden insanlar olarak önemli karar verici makam ve mevkilere gelmek, tüm mazlum ve masum insanlar adına çalışmak için çabalamıyorsak bizler suçluyuz demektir!

İşini “Hakk”ıyla yapana “Hakk”ını teslim etmek gerekir elbette... Onlara saygımız ve değerimiz var ve böyle oldukları sürece, sürecektir de...

Ama işini yaparken “Hakk”ı gözetmeyene, “Hakk” ile yapmayana; “Hakk” da hesap soracaktır elbette!

Küllü kader...

Ama “Hakk” dilemeseydi;

bizlere cüzi kaderi,

seçme şansını vermezdi.

Seçimlerimizden, yaptıklarımızdan, ettiklerimizden, sözlerimizden ve dahî düşündüklerimizden de sorumluyuz. Kuantum fiziği ile bunu çok net görebiliriz.

O halde her insan;

seçimini iyiden, doğrudan, güzelden, vicdanlı olandan, temizden ve “Hakk”tan yana yapar ise; ne ülkemizde ne de dünyada doğal afetler, savaşlar, kavgalar, bitmek tükenmek bilmeyen hırslar, istekler, açlık, susuzluk, kıtlık ve fakirlikten insan eliyle, insanoğlu sebebiyle mağdur olan, acı çeken, dara düşen kimse kalmaz.

Müslümanlık’da zekat, sadaka neden var?

Her yıl, yıl da bir defa, kılı kırk yararak %’sini en ufak detayına kadar hesaplayıp vermek için değil, öyle değil mi?

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir”diyen Peygamberimiz;

niye “El-Emin” sıfatıyla anılmaktaydı???

Günümüzde kim kimden emin!?

Allah’ın kurduğu adalete, hak, hukuka dayanan sistemi, insanoğlu malesef kendi çıkarlarına göre eğip bükmekte...

Niye Kur’an-ı Kerim’de ilk inen sureler ve ayetler; ticaret, adalet ve yaşama dair???

İnsan olabilmek; evet çok zor...

Günümüzde teknolojinin de gelişmesiyle birlikte, onun da negatif taraflarını kullanan insan sayısı artıyor.

Atom bombasını yapan insan gibi teknoloji de; ne amaç için kullandığımıza göre bir silah mı bir ilaç mı... Değişmekte...

Sözün özü dostlar;

bazı acıların hesabını vermek çok zor...

Bazı toplumsal yaralar;

“akıl eden insanlar” için ders niteliğinde...

Kim elinden ne gelirse insanlığa katkıda bulunsun, değişsin, düzelsin, başını kumdan kaldırsın diye...

Allah bizleri ve ülkemizi selamete çıkarsın,

tüm afetlerden, belalardan ve hastalıklardan korusun.

Bu ülkenin iyiliği için çaba sarf eden tüm devlet yöneticilerine güç ve kuvvet versin.

Birlik ve beraberliğimizi daim kılsın.

Ama bizler de “Ademoğlu” olarak özümüze,

“Adem bilincimize” ve içimizdeki “İnsan-ı Kâmil” olma potansiyelimize yakışır insanlar olalım.

Artık olalım...

Bu yazı insanlığa borcumdur…