Deprem kuşağındaki birçok ülke bina stokunu en az can ve mal kaybı üzerinde şekillendirirken Türkiye’de son yıllarda yıkıcı depremlere karşı yeni bir yapılanma anlayışının olması gerektiği bildiriliyor. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Kahramanmaraş merkezli depremlere ilişkin ön rapor yayınladı. Raporda büyük yıkımın nedenleri sıralandı. İTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Koyuncu’nun önsözünü kaleme aldığı raporda üniversitenin inşaat, jeoloji, jeofizik mühendislikleri ile mimarlık fakültesi akademisyenlerinden oluşan bilim insanlarının inceleme ve gözlem sonuçları yer aldı. Raporda, “Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,8 ve 7,7 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Bu depremlerin sonucunda uydu görüntülerinde çok geniş bir alanda yüzey kırığı haritalanmıştır. Arazide fayın belirli kesimlerde yüzey kırığı gözlenmektedir. Fayın sekmeli yapısı ve izi, arazide bilinen hatlara yakın olmakla birlikte, morfolojik olarak Çardak Fayı’nda sırtlar ve yamaçlardan ilerlediği görülmektedir. Bu depremin arazi izleri ve yüzey kırık haritası yepyeni bilgiler içermektedir. Birbiriyle ilişkili segmentlerin atım dağılımı, bölgede aynı anda Amanos Segmenti’nin 2, Çardak Fayı’nın 2, Pazarcık Segmenti’nin 1, Gölbaşı Segmenti’nin 1 bağımsız depremle aynı anda kırıldığını düşündürdü” denildi.

BÜYÜK FELAKETİN BAŞLICA NEDENLERİ

Türkiye’de depremlerde büyük can ve mal kaybına uğramasının sebebi yapı ve bina stokundaki zayıflık ve güvensizlik olduğunu belirten İTÜ gibi kurum ve kuruluşlar hazırladıkları raporlarda söz konusu durumdan kurtulmanın yollarını gösterdi. Raporlarda en önemli husus zemin ve bina uyumunun sağlanması olarak belirtiliyor. İTÜ’nün deprem ön raporunda büyük felaketin nedenleri şöyle sıralanıyor: 1- Binaların çok yaşlı olması. 2- Temellerin oturduğu zeminin taşıma kapasitesinin düşük olması. 3- Kullanılan malzemelerin kalitesiz olması. 4- Kolonlar ve kirişlerin en kesit boyutlarının ve donatı miktarlarının yetersizliği, yönetmeliklere uyumlu olmaması. 5- Bitişik nizamda inşa edilen binaların kat seviyelerinin farklı olmaları. Raporda, Deprem atıklarına dair ön hesaplamalar da belirtildi. Buna göre toplam deprem atıkları miktarının 50 milyon ton ile 110 milyon ton aralığında olacağı öngörüldü. Raporda deprem atığının en fazla oluşması beklenen illerin depremden en çok etkilenen Hatay, Kahramanmaraş, Malatya, Gaziantep ve Adıyaman olduğu, o nedenle bu illerde deprem atıkları için gerekli geçici ve nihai depolama alanı ihtiyacının yüksek düzeyde seyrettiği belirtiliyor.

YAPILAR BİLİMSEL TEMELLİ OLMALI

Rapora imza atan bilim insanları, depremde gözlemledikleri çoklu veri setine bağlı yırtılma-kayma modellerinin, oluşan her iki deprem için birden fazla fay segmenti üzerinde yaklaşık 8-10 metre arasında değişen ve arazi gözlemleriyle uyumlu yer değiştirme değerlerini verdiğine vurgu yaptılar. Bilim insanları, modelleme sonuçlarının NurdağıPazarcık ve Ekinözü depremlerinin kırılma sürelerinin sırasıyla yaklaşık 100 ve 60 saniye olduğunu ortaya koyduğunu ifade ettiler. İTÜ’lü bilim insanları raporda bundan sonra yapılması gerekenleri açıklarken, “Bilimsel temele dayanmayan imar affı, imar barışı gibi mühendislik hizmeti almamış, sağlıksız ve güvensiz yapı stokunu yasallaştıran düzenlemelere son verilmeli, doğal eşikler yeniden yapılanma sürecinde esas alınmalı, yeni planlama sürecinde kültür varlıkları hariç bu alanlarda yapılaşmalara izin verilmemeli” ikazını yaptılar. Prof. Dr. İsmail Koyuncu rapor ile ilgili bilgi verirken bölgede depremin analizini yapan, fay hareketliliğini inceleyen ‘ön tespit raporu’nu tamamladıklarını belirterek, “Deprem felaketinin sonuçlarını kapsamlı biçimde ele alacak detaylı bir rapor yakında kamuoyuyla paylaşılacak” dedi.

TÜRKİYE RİSKLİ DEPREM KUŞAĞINDA

Türkiye’de deprem fırtınası eserken birçok kurum ve kuruluş da konuyla ilgili raporlar hazırlıyor. Kurum ve kuruluşların hazırladığı raporlarda dünyada her yıl yaklaşık 500 bin deprem meydana gelirken bunların 100’ü hasara neden olduğu, önemli fay hatlarının üzerinde yer alan Türkiye’de her yıl 34 bine yakın deprem olduğu hatırlatılıyor. Raporlarda OECD raporuna göre felaketlerin yıllık ortalama sayılarına bakıldığında ABD’nin ilk sırada olduğu ABD’yi Meksika, Japonya ve Türkiye’nin takip ettiği belirtiliyor. Raporların ortak kanaati şu merkezde oluşuyor: “Sismik açıdan oldukça aktif bir ülke olan Türkiye, Avrasya-Arap-Afrika levhası arasında yer alıyor. Türkiye, sınırları içerisinde Kuzey Anadolu Fay Hattı, Doğu Anadolu Fay Hattı ve Batı Anadolu Fay Hattıyla deprem kuşağında bulunuyor. Bir önceki yıla göre deprem sayısında yüzde 44’lük bir artış gözlenen Türkiye’de büyüklüğü 4 ve üzerindeki deprem sayısı yıllık itibariyle 320’yi geçiyor. Türkiye’de deprem tarihine bakıldığında; 10 Eylül 1509’da küçük kıyamet olarak bilinen 7,2 büyüklüğünde Büyük İstanbul Depremi, 23 Şubat 1653’de 7,5 büyüklüğünde Doğu İzmir Depremi, 17 Ağustos 1668’de 8 büyüklüğünde Anadolu Depremi, 10 Temmuz 1688’de 7 büyüklüğünde İzmir Depremi, 3 Nisan 1881’de 7,3 büyüklüğünde Sakız Adası Depremi ve 10 Temmuz 1894’te 7 büyüklüğünde İstanbul Depremi Cumhuriyet öncesi afetlerin başında sıralanıyor.”

BÜYÜK DEPREMLERE DİKKAT ÇEKİLİYOR

Jeolojik olarak yeni oluşum mekanizması üzerinde yer alan Türkiye’de yüzyıllardır depremlerin olduğuna dikkat çekilen raporlarda Cumhuriyet tarihindeki depremlere de atıflar yapılıyor. Raporlarda Türkiye’deki depremlerle ilgili büyüklük ve şiddetin yanında yapı stokunun zayıflığına işaret edilerek şöyle bilgi veriliyor: “Cumhuriyet tarihinin en büyük depremi 27 Aralık 1939 yılında Erzincan’da meydana geldi. 7,9 büyüklüğündeki depremde 33 bin kişi hayatını kaybetti, 100 bin kişi yaralandı ve 116 bin bina yıkıldı. Bu depremle birlikte ilk defa Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın varlığı ortaya çıktı. 24 Kasım 1976’da saat 12.22’de meydana gelen merkez üssü Van’ın Muradiye ilçesi Çaldıran bucağı olan 7,5 büyüklüğündeki depremde 3 bin 840 kişi hayatını kaybetti. 2 bin kilometrelik alanda binaların yüzde 80’ini yıkılırken 9 bin 232 bina hasar gördü. 17 Ağustos 1999 yılında saat 03.02’deki merkez üssü Gölcü olan 7,4 büyüklüğündeki deprem 45 saniye sürdü. Deprem sadece Kocaeli’de değil, tüm Marmara ile birlikte Ankara ve İzmir’den hissedildi. Tarihsel boyutta süre olarak en uzun deprem olarak kayıtlara geçen Marmara depreminde 18 bin 373 insan hayatını kaybetti, 25 bin kişi yaralandı. Afette 285 bin konut ile 42 bin işyeri hasar gördü. Deprem üreten 73 kilometrelik fayın 30 kilometrelik batı bölümündeki kısmının kırıldığı tespit edildi. Düzce merkezli ve 30 saniye süren 7,2 büyüklüğündeki depremde 894 kişi öldü, 2 bin 679 insan yaralandı ve binlerce kişi evsiz kaldı. 12 Kasım 1999 Düzce depremi fayın 43 kilometre uzunluğundaki doğu bölümünün kırılması sonucunda oluştu. Düzce depreminin 17 Ağustos 1999’daki Marmara depremiyle bağlantılı olduğu belirtildi. 1 Mayıs 2003 yılında saat 03.27’de meydana gelen 6,4 büyüklüğündeki depremde 176 kişi ölürken 625 bina yıkıldı. Çeltiksuyu Yatılı Okulu koğuş blokunun çökmesinde 84 kişi hayatını kaybetti. Doğu Anadolu’da deprem fırtınası devam etti. 23 Ekim 2011 yılında saat 13.40’ta Van merkeze bağlı Tabanlı köyündeki 7,2 büyüklüğündeki deprem ve hemen peşinden 9 Kasım 2011’de saat 21.20’de Van Edremit merkezli 5,6 büyüklüğündeki zelzelede toplam 644 kişi öldü, 1966 kişi yaralandı. Elazığ’ın Sivrice Çevrimtaş köyü merkezli saat 20.55’te 6,8 büyüklüğünde ve 8 kilometre derinlikte meydana gelen depremde 41 kişi hayatını kaybetti, binin üzerinde kişi yaralandı. Doğu Anadolu’da o yıllarda tedirginlik devam ederken bu defa deprem haberi Ege Bölgesi’nden geldi. 30 Ekim 2020’de saat 14.51’de İzmir’in Seferihisar ilçesi açıklarında 6,6 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Depremde 114 kişi hayatını kaybetti, 1035 kişi yaralandı. Deprem 16,5 kilometrede olmasına rağmen yıkıcı oldu. Bölgede büyüklüğü 4’ün üzerinde 48 deprem olmak üzere 3 bin 630 artçı sarsıntı gerçekleşti.”

AFET RİSKLERİ KAPSAMINDA İNŞAATÇILIK

Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası’na (İNTES) göre, Türkiye’de bulunan 22 milyon binanın yüzde 40’a yakınının güvensiz olduğunu açıklıyor. Kurum inşaat bölgelerinde zemin etüdünden başlayarak kum, çimento, demir ve beton analizlerine dikkat çekiyor ve özellikle bölgesel olarak risk haritalarının çıkarılması konusunda yetkilileri uyarıyor, konut ve bina politikalarının doğal afet riskleri kapsamında ele alınmasını istiyor. 24 yıl önce meydana gelen 1999 Marmara ve Düzce depremlerinden sonra Şubat 2023’teki Kahramanmaraş merkezli depremlere işaret eden diğer sektörle ilgili kurum ve kuruluşlar, söz konusu çerçevede bundan sonra olabilecek deprem afetine karşı can ve mal kaybını en aza indirmek için gerekenlerin bekletilmeden bir an önce hayata geçirilmesini öneriyor. Raporlarda Türkiye’nin yüzde 90’dan fazlasının deprem riski altında olduğunu, büyük şehirlerin birinci ve ikinci derece deprem bölgeleri üzerinde bulunduğunu, felaketlere dayanıklı kaliteli yapılar ve depreme hazırlıklı sistemler kurulmadığı sürece riskin devam edeceği vurgulanıyor. Raporlarda, “Projesi mühendislik kurallarına uygun, kaliteli malzeme ve eğitimli, mesleki yeterlilik belgeli işçiyle depreme dayanıklı konutlar inşa ettiğimiz takdirde depremden korkmamıza gerek yok. Türkiye’yi yeniden şekillendirecek ve dönüştürmede görev alacak müteahhitlerin yeterliliklerinin mutlaka tespit edilmesi ve kriterlerin yeniden belirlenmesi son derece önem arz ediyor” deniliyor.

FELAKETTEN ÇIKAN ACI DERSLER

Asrın felaketi geride can yakan tecrübeleri bıraktı. 43 bin kişinin hayatını kaybettiği, 140 bin binanın yıkıldığı depremde uzmanlar afetten planlı bir şekilde derslerin çıkarılarak yaraların sarılmasının gereğine vurgu yapıyor. Uzmanlar dersleri şöyle toparlıyor: Deprem yönetmeliğinin yetersiz ve ivme hesaplarının hatalı olduğunu gördük… Çok şiddetli depremlerin peş peşe yaşanabileceğine ilk kez şahit olduk… Ovadaki yeni yapılar yıkıldı. Zeminin de bina kadar önemli olduğu anlaşıldı… 11 vilayet birden çöktü. Birbirine yardım etmesi planlanan ekipler çaresiz kaldı… ÇED raporu tek başına yeterli değil. İmar planları tekrar gözden geçirilmeli. Mutlaka herkes oturdu binanın sağlamlığını sorgulamalı, test etmeli… Eğitimli arama – kurtarma personeli sayısı artmalı, ekipman eksiği giderilmeli… Sosyal medyada kaos yaşandı. Dijital okuryazarlığın önemi ortaya çıktı… Çatılardaki baz istasyonları yıkıldı, iletişim koptu. Mobil istasyonlar artırılmalı… Yardıma gidenler trafiği kilitledi. Koordinasyonun önemi anlaşıldı.