Ülkemizde endüstri sahalarındaki gelişmeler, büyük yatırımları gerektiren enerji üretim ve nakil tesislerinin çoğalması, sanayinin hızla gelişmesi süreci, artan nüfus yeni gelişmeye başlayan yerleşim merkezleri, hızlı kentleşmenin giderek artması ve bunun sonucu olarak dayanıksız yapılaşma yaşadığımız iki büyük Kocaeli-Gölcük ve Düzce depremleriyle çok ağır bir fatura ile karşılaşmamıza neden oldu. Bu iki depremin ardından depremin ekonomik, sosyal ve psikolojik sonuçları konusuna giderek artan bir ilgi başladı. Bununla beraber hiçbir zaman unutulmadan deprem konusuna giderek daha fazla ilgiyle eğilmek gerektiği ortaya çıktı.

TÜRKİYE BİR DEPREM ÜLKESİDİR
Artık hepimiz şunu kabul etmek zorundayız. Türkiye bir deprem ülkesidir ve Türkiye’de her an deprem olabilir, şu anda da olabilir. Bu yüzden, biz bu olguyla yaşamak zorunda olduğumuzu bileceğiz ve bu olguyla yaşamayı öğreneceğiz. Dolayısıyla deprem yalnız olduktan sonra değil, olmadan önce de üzerinde çalışılması ve hazırlık yapılması gereken önemli bir konu haline gelmiştir. Bunun nedenli gerekli olduğu da yaşadıklarımızdan açıkça görülmektedir. Tüm tehlikelere karşı ailemizin, toplumun değişik kesitlerinin, kurumumuzun ve ülkemizin güvenliğini sağlamada kişisel, kurumsal ve toplumsal sorumluluklarımız vardır. Bu nedenle depreme dayanıklı bir toplum oluşturmada deprem zararlarını azaltmak için depreme önceden hazırlık çalışmaları özellikle çok yönlü eğitim, bireyden karar verici mercilere kadar tüm seviyelerde yapılmalıdır.

DEPREME HAZIRLIK EĞİTİMİ
Çünkü depreme hazırlık eğitiminin yaygınlaşması ve psiko-sosyal destek, hepimizin davranışlarında önemli değişikliklere neden olacaktır. Güvenliğimizi arttırmada depremden korunma bilinci için küçük adımlar atmaya başlayınca, deprem ile duyduğumuz korku ve çaresizlik yerini bilgi, deneyim ve hazırlığa bırakır. İşte burada psiko-sosyal destek bilinci ve eğitiminin önemi de ortaya çıkar. Onun için de öncelikle deprem bilincini mümkün olduğu kadar yaymaya çalışacağız. Bu konuda özellikle ev hanımlarına önemli görevler düşmektedir. Hem birey hem de aile reisini teşvik ederek öncelikle aile deprem planı yapmak ve deprem öncesi, sırası ve sonrasında neler yapmamız gerektiğini öğrenmemizi sağlamak ve sürekli tatbikatlarla da bu eğitimi pekiştirmek gerekir. Kısacası Korunma Kültürü Bilincini oluşturmak yani yapısal bilinç – yapısal olmayan tehlikelerin azaltılması, doğru davranış alışkanlığı ve sigorta bilinci (DASK). Bu bilince ulaşmanın diğer bir yolu da çocuklarımızın eğitimidir. Çünkü bizler artık geçmişin deprem göçükleri üzerine sürekli göçük adayları kuran bir toplum olmaktan çıkmak zorundayız. Bunun için de depremden korunmanın en önemli yolu olan deprem güvenli bina kavramını çocuklarımıza mutlaka aşılamalıyız ve aile deprem planında da çocuklarımıza önemli roller vermeliyiz. Deprem olayı kısaca bir fay hattı üzerinden kaynaklanan deprem enerjisinin yayılması, etkileme sahası içerisinde bulunan sosyo-ekonomik ve fiziksel unsurları hasara uğratması ve bu hasarın azaltılmasına yönelik deprem öncesi, sırası ve sonrasını kapsayan tüm uğraşları içeren bir faaliyetler manzumesi olarak tanımlanabilir. Tanımın genişliği ve interdisipliner yapısı bu hususta birçok disiplinin ortak çalışmasını gerektirir.

DEPREMİN TOPLUMSAL BOYUTU
Geniş kapsamlı bir uygulama planı yapılmadan yer bilimleri ve mühendislik alanların da yapılan araştırmaların hiçbiri hasarların azaltılması konusunda yardımcı olamaz. Dolayısıyla yalnızca yer bilimciler ve mühendisler değil, mimarlar, sosyologlar, psikologlar, ekonomistler istenen sonuçları elde etmek için işbirliği zemini oluşturmalıdır. Ve son Kocaeli ve Düzce depremlerinin toplumsal boyutuna baktığımız zaman ne kadar çok disiplinli bir çalışma gerektiği açık açık ortaya çıkmıştır. Hasarın azaltılması programlarının uygulanmadaki başlıca problemi çeşitli dallardaki bilgi yetersizliğinden değil, ilgili disiplinlerin (biraz önce sıraladığım) birbirleriyle irtibat kurma problemlerinden kaynaklanmaktadır. Hasarın azaltılması konusundaki çok disiplinli yaklaşımlar ve çözümler için mutlaka ortak bir zeminde buluşmak zorunluluğu vardır. Neden, afet sözcüğünün iki değişkeni bulunmaktadır. Bunlar afeti meydana getiren olay ile bu olayın meydana geldiği toplum yapısıdır. Herhangi bir doğal olay toplum yapısında bir bozulmaya neden olmadıkça afet olarak adlandırılmayacaktır. Başka bir deyişle can ve mal kaybı ile sonuçlanmayan bir deprem afet sayılmayacaktır.

ACİL DURUM
Bunun için modern afet yönetiminde olduğu gibi, müdahale ve iyileştirme çalışmalarından oluşan kriz yönetiminden daha çok, zarar azaltma ve hazırlık çalışmalarından oluşan risk yönetimine önem verilmelidir. Bu nedenle ülkemizde artık “insanlarımızı enkaz altından nasıl kurtarırız?” düşüncesiyle yapılan çalışmaların yerine “insanlarımız enkaz altında kalmasın” depreme hazır ve dayanıklı bir toplum olması düşüncesiyle yapılacak olan çalışmalara öncelik verilmelidir. Bunun için, ülkemizin nasıl bağımsız ve değişmeyen bir “ Ulusal Dışişleri Stratejisi “ ve “ Milli Savunma “ stratejisi varsa doğal ve doğal olmayan afetler konusunda da bir “ Türkiye Acil Durum Yönetimi Stratejisi”nin oluşturulması ve bunun bir devlet politikası olarak benimsenmesi zorunludur. Ulusal politikaların tespiti ve yeniden yapılanma, ülkemizde bu konuda ayrılan kaynakların verimli ve etkin bir şekilde kullanılması ve en faydalı sonucun alınması açısından da bir zorunluluktur. Yasal değişiklikler yapılarak konuyla ilgili tüm kuruluşlar “ Türkiye Acil Durum Yönetimi Müsteşarlığı “ adı altında tek kurum altında toplanmalıdır. Bu kurum bir Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı altında ve doğrudan Başbakana bağlı olarak çalışmalıdır. Kurulacak yeni müsteşarlığın öncelikli görevleri ‘acil durum’ olgusunun kapsamını geniş tutarak, mevcut dağınık mevzuatta birliği sağlamak ve mevzuatı güncelleştirmek, halihazırdaki mevzuatın öngördüğü çok başlılığı gidermek ve değişen koşulların gerektireceği yeni yasal düzenlemeleri denetim dahil zamanında yapmak olmalıdır.

Deprem ile ilgili merak ettiğiniz sorularınızı göndere bilirsiniz...