Prof. Dr. Bener Karakartal, Ekovitrin için kaleme aldığı yazısında, köklü tarihsel bir perspektiften yola çıkarak toplumsal, kültürel ve siyasal dönüşümleri ele aldı. Karakartal; hem kişisel hatıraları hem de yakın dönem gözlemleri eşliğinde Türkiye’ye, dünyaya ve içinde yaşadığımız çağın ruhuna dair çarpıcı değerlendirmeler sunuyor.

Yazı şöyle:

Türkiye tarihinin en parlak dönemlerinden birini yaşıyor. Bu bir görüş değil, bir yorum değil. Basit bir istatistik de değil. Geniş açıdan görülen bir matematik gerçek. Bu tabloyu görebilmek ve anlayabilmek için 82 yaşındaki bir profesörün dünya tarihinde iz bırakmış üç deha ile yaşadığı bir birikim var. Açıklıyorum.

General de Gaulle’ den çok şey öğrendim.

Yıl 1963. Galatasaray Lisesini birincilikle bitiriyorum. Bu durum bana de Gaulle’ ün Türkiye’ ye verdiği tek bursla Paris’e gitmek imkanı veriyor. Bir yanda bütün Fransız Cumhurbaşkanlarının mezun olduğu minnacık bir okulda, Paris Siyasal’ da okuyorum. Aynı zamanda dev Sorbonne Üniversitesinde ikinci bir lisans yapıyorum. İki kurumda aynı zamanda doktoramı bitirip Paris Üniversitesinde öğretim üyesi oluyorum ama daha önemlisi Fransa’da Başbakanlık’ da ‘’Araştırma ekip şefi’’ olarak de Gaulle’ün icraatlarının kalbinde yer buluyorum.

De Gaulle Dünya Tarihini Kökten Değiştirdi

De Gaulle kendisinden bahsederken ‘’Yaşlı dünya, yaşlı Fransa, yaşlı adam’’ derdi.

İkinci Dünya savaşından perişan durumda çıkmış, nüfusu 40 milyon bile olmayan bir Fransa’nın başına geçti ve dünya tarihini değiştirdi.

-De Gaulle Fransa’ da iki yüz yıllık süren ihtilaller sayfasını kapattı. Fransızlar 1789 ihtilali sonucu kral ve kraliçenin kafalarını kesmişlerdi. Daha sonra ihtilalciler de birbirlerinin kafalarını kestiler. On binlerce kişi hayatını bu süreçte kaybetti. Hızla birbirlerini öldürebilmek için giyotin denen aleti icat ettiler. 1870 Paris Komününde bir haftada otuz bin kişi kurşuna dizildi.

De Gaulle Fransa’ da başkanlık sistemi kurarak bu vahşet düzenine son verdi. Fransa’ya siyasi istikrar geldi. Kendisinden sonra gelen birbirinden zayıf cumhurbaşkanları huzur içinde koltuklarında oturabiliyorlarsa bu de Gaulle’ ün getirdiği başkanlık sistemi sayesindedir.

-Fransızlar ve Almanlar 1870 ile 1940 arasında üç savaş çıkardılar. Bu son iki savaş o kadar büyüdü ki adlarına birinci ve ikinci Dünya savaşı dendi. Birincisinde on yedi milyon insan, ikincisinde yetmiş milyon insan öldü. De Gaulle bir savaş kahramanı olmasına rağmen bu vahşete de son vermeye karar verdi. Almanya ile son derece sıcak ve kalıcı dostluk kurdu.

-De Gaulle bu dostluk üzerine Avrupa Birliğini inşa etti. Zamanla Avrupa Birliği’nin GSMH dünyada bir numara oldu. Avro’nun fiili babası de Gaulle’ dür. Avro dolardan daha değerlidir.

-De Gaulle Sovyetler Birliği’nin çökmesine Avrupa Birliği’ni kurarak yol açtı. De Gaulle komünizmden nefret ediyordu. Hayatı boyunca hiç Sovyetler demedi hep Rusya dedi. Komünizm çökünce Doğu Avrupa ülkeleri özgürlüklerine kavuştular ve AB’nin üyesi oldular.

-De Gaulle Amerika’ya da kafa tuttu. Onların askeri şemsiyesi altında olmak istemiyordu. Kendi nükleer caydırıcı gücümüz olmalı diyordu. Peşpeşe atom ve hidrojen bombaları patlatarak, nükleer uçak gemisi ve denizaltılar yaparak Fransa’yı nükleer askeri güçler klubüne soktu.

-De Gaulle sivil nükleer enerjide de dünyada lider olmak istiyordu. Elliden fazla nükleer santralde Fransa elektriğini yüzde seksenini elde ediyor.

-De Gaulle havacılıkta da liderlik damgasını dünyaya ispat etti. Normal uçaklardan iki misli yukarda ve iki misli daha hızlı ses süratinin üstünde uçan Concorde’ un bir benzeri dünyada yoktur. Concorde yirmi üç bin metrede atmosfer dışında, stratosferde uçuyor. Türbülansların olmadığı bu ortamda bir salon konforu sağlıyor. İçinde uçtuğum için biliyorum.

-De Gaulle Avrupa’da hızlı trenler çağı başlattı. Bugün Avrupa’yı bir örümcek ağı gibi saran Fransız hızlı trenleri TGV’ ler saatte beş yüz kilometrenin üzerinde sürat yapabiliyor.

Bir Osmanlı torunu olarak ekibinde çalıştığım de Gaulle’den ne öğrendim derseniz cevabım: Bir büyük liderin perişan bir ülkeyi bile dünyada ‘’Number one’’ yapmasının mümkün olduğudur.

Jacques Defforey Örneği

Dünya’da lider olmak, ‘’number one’’ olmak, ‘’ Büyük büyük daha büyük olmak’’ konusunda dahi insanlardan çok şey öğrendim. Kader bana Jacques Defforey ile tanışmak, dost olmak imkanını sundu. Carrefour kurucusu ve sahibi Defforey benim davetimle ilk defa Türkiye’ye geldi. Türkiye’ye yerleşti.

Defforey bir başka deha örneği. Hayal gücünü motor yapan çağını anlayan ve onun önüne geçen bir icraat adamı.

Sıfırdan başladı, kısa zamanda yüz milyar doları yakaladı. Yıllık cirosuyla dünyadaki devletlerin yüzde sekseninin önüne geçti.

Jacques Defforey zenginleşen bir de Gaulle Fransa’ sında otoyolların yapıldığı, insanların araba sahibi olduğu bir dönemde hayal kurmaya başladı. Şehir dışında büyük büyük çok büyük mağazaların, yirmi bin, otuz bin metrekarelik mağazaların kurulmasını gerçekleştirdi. Cirosunu yüz milyar doların üzerine çıkarttı. Bir dünya devri Carrefour doğdu.

Yolumun Kesiştiği Bir Üçüncü Deha: Sakıp Sabancı

Kendi isteğimle on iki yıl kaldığım Paris’ten Türkiye’ye döndükten sonra sırtımda de Gaulle ve Defforey rüzgarıyla Türkiye’ye nasıl hizmet edebilirim diye düşünmeye başladım. Cevabım şu oldu: Bu kişileri Türkiye’ ye davet etmek ve Türk liderler ile tanıştırmak.

Bunun için sponsorlara ihtiyacım vardı. İlk sponsorum kendiliğinden bana teklifte bulundu: büyük insan, Eczacıbaşı Holding’in kurucusu Nejat F. Eczacıbaşı. Ama bu imkanlar yeterli değildi. Sabancı ile tanıştım. Sakıp Sabancı ile aramızda olağanüstü bir dostluk kuruldu. Yurtiçinde, yurtdışında, Fransa Başkanlık Sarayı’nda dostluğumuz devam etti. Sabancı’nın sponsorluğunda de Gaulle’nin değişmez dışişleri bakanı ve son başbakanı Couve de Murville ile Fransa’nın en ünlü ekonomisti, avronun kurucusu ve yakın dostum Profesör Raymond Barre defalarca Türkiye’ye geldi. Sabancı’nın eski genel koordinatörü Turgut Özal’dı. Bu kişileri Başbakan ve daha sonra Cumhurbaşkanı olacak Turgut Özal ile tanıştırdım. Onların tavsiyeleriyle Özal AB’ye tam üyelik mektubunu yolladı. ‘’ Uzun ince yol başladı’’ dedi.

Bu süreçte çok sayıda dev Fransız şirketi, Fransa’nın en büyük bankası BNP Türkiye’ye geldi. BNP-Ak, Carrefoursa doğdu.

BUGÜN TÜRKİYE NEREDE

Türkiye’yi anlamak için tarihe bakmak lazım. Türkiye dünyada ‘’Number one’’ sınıfına giren beş ülkeden biridir. Bu ne demektir? Bu dünyada döneminde süreli olarak bir numara olmak demektir. Sovyetler Birliği’nin en güçlü olduğu dönemde bile Rusya ABD’nin gerisinde sadece 2 numara olabilmişlerdir. Tarihte sürekli olarak dönemlerinde 1 numara olanlar sadece 5 tanedir. Bunlar sırasıyla Roma, Osmanlı, Fransa, İngiltere ve ABD’ dir.

15. ve 16. Yüzyıllar Türkiye yüzyıllarıdır. İki yüz yıl boyunca Osmanlı dünyada 1 numara olmuş ve dünyaya damgasını vurmuştur.

Fatih Roma İmparatorluğuna son vermiş ve başkenti İstanbul’u başkenti yapmıştır. Batı hala bugün bile dünyanın en büyük Katedrali Ayasofya’nın Türklerin eline geçmesini hazmedememektedir.

Kanuni dönemi daha büyük bir hikayedir. Dünyanın fiili olarak 3 kıta olduğu sanılan bir dönemde Osmanlı Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılarak bir dünya devleti haline dönüşmüştür. Akdeniz bir Türk gölü olmuş,

Avrupa’nın yüzde kırkı Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Bugün hala Avrupa sabah kahvaltılarında Osmanlı bayrağının Hilal’inden esinlenen kruvasan yemektedir.

Kanuni’ye biz değil Avrupalılar ‘’Muhteşem Süleyman’’ ‘’Büyük Türk’’ lakabını vermişlerdir.

Osmanlı’lar İç Düşmanlarına Yenik Düştü

Osmanlı’ları bitik düşüren iç hiziplerdir. Yeniçeri İsyanlarından daha çok ülkeyi saran kanser zirvedeki hiziplerdi.

Osmanlı peşpeşe gelen beş dahi padişahın eseri olmuştur. Deha düzeyinde lider yetiştirmek Türklere mahsus bir özelliktir. Osmanlı’da ilk padişahlar dahi liderlerdi. Ama hizipçilik ülkeyi kemiriyordu. Bu dahi liderler tehlikenin farkındalardı. Fatih Sultan Mehmet sırf bu sebeple devletin bekası için acımasız kurallar da getirmişti. Çocuklarını kardeşlerini öldürmek, Sadrazamlarını idam etmek bir gelenekti. Kanuni oğlu Mustafa’yı Sadrazam

İbrahim’i idam ettirmişti. Osmanlı’da Sadrazam olan 262 Sadrazamdan 44’ü idam edildi.

Hizipçilik, kıskançlık, hasetlik hastalığı Türkler’in yakasını hiç bırakmadı. Atatürk iyi yetişmiş bir Osmanlı paşasıydı. Çanakkale’de dünyanın en ünlü ülkelerinin, İngiltere ve Fransa’nın ordularını yenme başarısını gösterdi. Kurtuluş Savaşı’nda bu ülkelerin silahlandırıp Türklere saldırttığı Yunan ordusunu perişan edip İzmir’de denize döktü. İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız ordularını Türk bayrağını selamlatarak İstanbul’dan kovdu ve İstanbul’u özgürleştirdi. Ama hayatı ölümüne kadar iç hiziplerle mücadeleyle geçti. Kurtuluş Savaşı sırasında bile Meclis içindeki hizipler onu liderlikten ve Başkomutanlıktan doğum yerini bahane göstererek engellemeye çalışıyorlardı. Cumhuriyet kurulduktan sonra da hizipler öyle bir boyuta ulaştı ki Atatürk en yakın arkadaşlarını bile yanından uzaklaştırdı. Ölümünden bir yıl önce en yakın arkadaşı Başbakan İnönü ile yollarını ayırdı ve onu Başbakanlıktan uzaklaştırdı.

Atatürk’ün Kurduğu CHP Hizipçilikten Kendini Hiç Kurtaramadı

Atatürk ölünce İnönü Cumhurbaşkanı oldu. İlk işi paralardan Atatürk resmini kaldırıp kendi resmini koydurtmak oldu. Atatürk’ün son Başbakanı Celal Bayar’ı partiden kaçırttı. Bayar diğer bir CHP’li Milletvekili Menderes ile Demokrat partiyi kurdu.

İnönü 1960 darbesini destekledi. Bayar idama mahkum edildi. Eski CHP’li üç Milletvekili Başbakan Menderes ve iki Bakanı idam edildi.

İnönü Ecevit’i partiye getirdi. Ecevit onu devirdi genel başkan oldu.

Ecevit Baykal’ı partiye getirdi. Baykal CHP genel başkanı oldu. Ecevit CHP dışında DSP’yi kurdu.

Baykal’ı da Kılıçdaroğlu saf dışı etti. Genel başkan oldu.

Genel başkan Kılıçdaroğlu kendi deyimiyle şaibeli bir şekilde genel başkanlıktan devrildi. Özgür Özel genel başkan oldu.

CHP’de hayat böyle devam ediyor.

Türk Demokrasi Tarihi Askeri Darbeler Ve Örtülü İç Savaşla Devam Etti

1960, 1971, 1980’ de siyaseti kesintiye uğratan askeri darbeleri oldu.

1975-80 arası adeta örtülü bir iç savaştır. Demirel ve Ecevit hınçla söz düellosu yaparken taban sokakta birbirini öldürüyordu. Bu dönemde beş bin genç öldü. Yirmi bin siyasi kavgalarda yaralandı.

Liderler hizipleri önlemiyor, hiziplerden destekleniyor ve askeri darbelere göz kırpıyor, davetiye çıkarıyordu.

Özal Dönemi Bir Parantezdir

Özal Türk siyasal geleneğinde karşılaştığımız bir dahi lider çizgisinden geliyor. Ama hiziplere yenik düştü, eserini sonuna kadar götüremedi.

Özal başa geldiğinde ekonomi çökmüştü. Dış politikada ise Kanuni ve Atatürk dışında hiçbir devlet adamının ismi yurt dışında bilinmiyordu.

Özal Türklere sanayileşmeyi sevdirdi. Sakıp Sabancı’nın eski genel koordinatörüydü. Türklere ihracat yapmanın kapısını açtı.

Özal’ı şahsen tanıdım. Onun icraatındaki üç konuda doğrudan gözlemlerim oldu.

1-Dış Politika: Paris’te Claude Cheysson’un Evinde

Temmuz 1990. Paris’te Fransız Sosyalist Dış İşleri Bakanı ünlü Claude Cheysson’un evindeyim. Pencereden bakıyorum. Karşıda Fransız Senatosu ve Luxembourg Parkı. Ünlü Fransız bakanın evinde İstanbul Üniversitesinde yüksek lisans öğrencim ve Türkiye Gazetesinden arkadaşım Bilal Koçak ile beraberim.

Cheysson bana bir soru soruyor: ‘’Profesör Karakartal. Fastan geliyorum. Fas Kralı II.Hasan bana çok şaşırtan bir soru sordu. Sorusu şuydu: Tarihimizde biz hep Osmanlı’yı okuduk. Ama bugün milletler arası politikada Türkiye’nin adı hiç geçmiyor. Türkiye hiç yok.

“Türkiye nasıl bu hale sürüklendi?” diyor. “Tarihte lider ülke olan Türkler bugün dünyada yok. Hiçbir konuda seslerini yükseltmiyorlar. Türkiye batının doğuya uzanan bir süngüsü oldu. Türkler tekrar dünya sahnesine çıkmalı. Türkler tarihlerini, milletini öne geçirmeli. Avrupalılar, birbirlerine dönüp Türklerin fikri alındı mı, Türkler ne düşünüyor? diyebilecek bir noktaya gelebilmelidir.”

Cheysson bana dönüyor: Profesör Karakartal. Sizin Cumhurbaşkanı Özal’ı tanıdığınızı biliyorum. Başbakan Raymond Barre’yi birkaç kez Türkiye’ye davet edip Özal’la tanıştırdığınızı biliyorum. Başbakan Couve de Murville’ide Türkiye de ağırladığınızı biliyorum. Türkiye dünyada niye yok? Fas Kralı’nın sorusunu Özal’a iletebilir misiniz?’’

İstanbul’a dönünce bu görüşmeyi Türkiye Gazetesi sahibi Enver Ören’e anlatıyorum.

Ören, Özal’ın çok sevdiği ve değer verdiği bir basın patronu. Enver bey elimi tutuyor ve bana ‘’ Hocam bu gerçek mi? Fas Kralı bunu söylemiş mi?’’ diyor. ‘’ Evet bu bir gerçek. Bilal’in teybinde kayıtlı’’

Fransız Dış İşleri Bakanı Claude Cheysson’un bana Paris’te evinde söylediği bu sözleri Türkiye gazetesi 17 ve 18 Temmuz 1990 tarihlerinde manşetten yayınlıyor. Gazetenin sahibi Enver Ören “hocam bu yazıları Özal’a göstermemiz gerekir” diyor.

Ankara’ya hareket ediyoruz. Türkiye gazetesinin Ankara tesislerine Özal Bakanları ile birlikte geliyor. Enver Ören Özal’a “Cheysson’un söylediklerini okudunuz mu?” diyor. Özal ” okudum, bayıldım bayıldım” diyor.

1990 sonu. Körfez savaşı çıkıyor. Özal Amerikan Cumhurbaşkanı baba Bush’u defalarca telefonla arıyor. Bush Özal’ı Amerika’ya davet ediyor. Özal Hafta sonu tatilini onun tatil evinde Amerika’da “Camp David” de geçiriyor. Türkiye Körfez savaşında yüksek sesle görüşlerini dünyaya bildiriyor. Özal ismi dünyaca tanınmaya başlıyor. Bu bir ilk.

Telekonferans

1986 ve 1987 yıllarında de Gaulle’ün değişmez dışişleri bakanı ve son başbakanı Couve de Murville ve Fransa başbakanı Profesör Raymond Barre Türkiye’ye benim davetimle geliyor. Sponsorum Sakıp Sabancı. Murville Avrupa Birliği kurulurken de Gaulle’ün sağ kolu. Başbakan Profesör Raymond Barre avronun fiili kurucusu. Her seferinde özel uçakla Ankara’ya gidiliyor Özal’la yemek yeniliyor. Barre ısrarla Özal’a Avrupa Birliğine tam üyelik için müracaat edin diyor. Özal talimat veriyor. Tam üyelik mektubu Avrupa Birliğine yollanıyor. Özal basın toplantısıyla ''Avrupa ile uzun ince yol başladı’’ diyor.

Ama yol uzun. Kestirme yollar yok mu? Paris’te Başbakan Barre ile beraberim.

Barre neredeyse Türkiye’nin gönüllü bir avukatı olmuş. İki şahısta birbirini çok seviyor.

Barre bana kestirme bir yol gösteriyor. ‘’Fransa dev şirketler ülkesi. Uzayda havacılıkta hızlı trenlerde hipermarketlerde sağlıkta çok ileri. Şirket sahipleri ben ne istersem yaparlar. Sizinde Türkiye’de sponsorunuz Sakıp Sabancı. Türkiye’ ye geldiğimde beni Rahmi Koç’un yalısında yemeğe götürdünüz. Ben Fransa’da on büyük patronu yanıma alayım Fransız devlet televizyonundan Özal ve Türk patronlarıyla Türk televizyonu vasıtasıyla ortak program yapalım. Bunu sık sık tekrarlayalım. Avrupa Birliği’nin yolu böylece açılır’’

Bu projeden Türkiye Gazetesi sahibi Enver Ören’e bahsediyorum. Ören ‘’Bir şartım var Karakartal hocam’’ diyor. ‘’Programın sponsoru Türkiye Gazetesi olsun. Masrafları ben vereyim’’

1990 yılında TRT’nin ilk uydu bağlantılı programını yapıyoruz. Amaç Fransa Başbakanları Profesör Raymond Barre’ı ve Couve de Murville ile en zengin on Fransız iş adamını Cumhurbaşkanı Özal ve en zengin Türk iş adamlarıyla uydu bağlantısıyla bir televizyon programında buluşturmak. Fransa tarafında Fransa’nın devlet televizyonun en büyük stüdyosunda yedi kameralı bir çekim. Katılanlar arasında Başbakan Raymond Barre, Başbakan Couve de Murville, bakanlar ve Fransa’nın en zengin on kişisi var. Fransa’nın uzay, havacılık, bankacılık, sağlık sektörünün patronları burada. Aralarından biride Carrefour’un sahibi Jacques Defforey.

Programın hazırlanması çok zahmetli TRT hiç böyle bir program yapmamış. Uydu bağlantısı

konusunda tecrübeleri yok. Fransa’dan teknisyenler geliyor. Karşılıklı konuşmalar için biri Hint okyanusu öbürü Atlantik okyanusu üzerinde iki Fransız uydusundan saat alınıyor.

Bu TRT için bir ilk. On beş kameralı bir program. Üç kamera Çankaya’da Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın karşısında. Beş kamera Ankara’da TRT’nin A stüdyosunda. Katılanlar arasında Dilek Sabancı, Üzeyir Garih, Nejat Eczacıbaşı, bakanlar Güneş Taner, Kamuran İnan var.

Programı ben hazırlayıp sunuyorum. Programın tüm masraflarını Türkiye gazetesi ve Enver Ören bey karşılıyor. 90 dakikalık Program 30 Ekim 1990 akşamı çekiliyor ve 30 dakika olarak TRT’de 31 Ekim akşamı yayınlanıyor.

Ve ertesi gün kıyamet kopuyor.

Özal’a Karşı Medya Darbesi

TRT’de Fransız devlet televizyonu ile ortaklaşa 30 Ekim 1990 akşamı gerçekleşen ve TRT’de 31 Ekim 1990 gecesi Prime Time’da yayınlanan programımın hemen ertesinde merkez medyada Özal’a karşı 15 gün sürecek müthiş bir savaş başlatıldı.

Başta medyanın amiral gemisi olmak üzere bütün merkez medya manşetleri başyazılar ve köşe yazarları Özal’a hücuma geçti.

Konu mu: Özal aldatılmıştı, kandırılmıştı. Manşetten benim fotoğraflarım yayınlanıyor ve manşetler ok gibi Özal’a fırlatılıyordu.

‘’Özal’ı kandıran Profesör’’ Bu bendim. Aldattığım kişi de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanıydı.

Aldatma olayı neydi? Program Fransa’da canlı yayınlanmamıştı. Bundan daha büyük yalan ve iftira olamazdı. Fransa’nın en ünlü iki Başbakanı ve en büyük on şirketin sahibi Türkiye Cumhurbaşkanı, Bakanları ve iş adamlarıyla o zaman yepyeni olan bir uydu teknolojisiyle buluşturulmuştu. Yayınlanma hususu her ülkenin devlet televizyonunun kararına bırakılmıştı. TRT ertesi gün 90 dakikayı 30’a indirerek yayınladı. Fransız televizyonu daha karar vermemişti. Ama Türk medyası TRT’nin bile canlı vermediği 90 dakika için Özal’a acımasızca bir savaş başlattı.

Böyle bir ilkellik ve iftira kampanyası Fransa tarafında infial yarattı. Başta Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand olmak üzere Başbakan Barre ve arkadaşları tepki göstermeye karar verdiler. Önce Başbakan Barre Özal’a bir mektup yazmaya karar verdi. Sonra vazgeçti.

‘’Profesör Karakartal, Cumhurbaşkanı Özal’ı sizinle birlikte Paris’te devlet televizyonuna canlı yayına çıkaracağız’’ dediler.

Özal kabul etti. Yeşilköy’den Paris’e hareket etmek üzereyim. Elime bir Hürriyet gazetesi sıkıştırdılar. Başyazar yeniden saldırıya geçmişti. Başlık: Özal kandırılmaya bayılır. Ufukta yeni bir skandal. Özal Profesör Karakartal’la programa çıkıyor.

Özal aldırmaz dedim. Bu kadar da olmaz dedim. Fransız televizyonu programını özel olarak değiştirmiş bizi bekliyordu. Sabah program saati yaklaşırken Fransız devlet televizyonunun genel müdürüyle televizyonun kapısında Cumhurbaşkanı bekliyoruz. Program saati yaklaşıyor gelen giden yok. Türkiye Büyük Elçiliğinden haber geliyor. ‘’ Özal programa katılmaktan vazgeçti’’ deniyor. Avrupa Birliğine giden muhteşem bir kapı kapanıyor. Özal merkez medyaya teslim oluyor. Amiral gemisinin manşet senyörü Özal’ın evine yerleşiyor. Sırtında Özal’ın papağanı Cabbar sırıtarak ‘’ Benim artık adım Özköşk’’ diyor. Oysa Özal için hizipler yolun sonunu başlatmışlardı bile. Özal’a suikast. Özal yaralı kurtuluyor. Son iki yıla giriyoruz.

Özal’la Afrikadayız

1991 yılı sonunda Özal’la Senegal’in başkenti Dakar’dayız. Orada islam teşkilatının elli devlet başkanıyla beraberiz. Aralarında İran, Suudi Arabistan, Mısır gibi tüm islam ülkelerinin devlet başkanları var.

1992 yılının sonunda Özal’ın uçağında tekrar Dakar’a dönüyoruz. Neden?

1992. Bosna’da katliam başlıyor. Dünya kılını kımıldatmıyor. Oysa Körfez savaşına neredeyse Amerika liderliğinde bütün batı ülkeleri katılmıştı. Dünya kamuoyu “ama Bosna’da petrol yok ki” diyor. Bosnalı Müslümanlar katlediliyor. Batılılar “bu Avrupa’nın ayıbı” deyip geçiştiriyor.

Ocak 1993. Özal inisiyatif alıyor. Cumhurbaşkanlığı uçağı ile İslam Teşkilatının Başkanı olan Abdou Diouf’u görmek üzere Senegal’in başkenti Dakar’a gidiyoruz. Ben de Cumhurbaşkanlığı uçağının içindeyim. Özal bir uçakla kuşatma altında ki Bosna’dan Cumhurbaşkanı Alia İzzetbegoviç’i diğer bir uçakla da Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ı Dakar’a getirtiyor. Bu bir tarih sayfası.

Türkler’in Bosna Hersek konusundaki girişimi büyük ülkeler arasındaki rol kapma refleksini harekete geçiriyor. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac Fransız askerlerini

Bosna’ya yolluyor. Clinton liderliği Chirac’tan kapıyor ve NATO’yu devreye sokuyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin de katılımıyla NATO ordusu Bosna’ya barışı getiriyor.

Özal 1990’da Cumhurbaşkanı olunca partili bir Cumhurbaşkanı olma niyetindeydi. Türkiye’ye çağ atlatan eserini tamamlamak istiyordu. Partisinin başına ve Başbakanlığa güvendiği bir arkadaşını getirdi. Yıldırım Akbulut gerçek bir Anadolu adamıydı. Tevazu, çalışkanlık, vatan sevgisi ve vefa duygularıyla hareket eden ağır başlı, efendi, kibar bir kişiydi. Şahsen tanıyorum: TGRT’de çok bakılan “Geniş Açı” programıma konuk oldu.

Özal 1990 yılında Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez merkez medyanın amiral gemisinin çiçeği burnunda genel yayın yönetmeninin saldırısıyla karşılaşmıştı. Manşetler ve köşe yazıları ok gibi yağmaya ve onu yaralamaya başladı: “Özal’a alışamadık” “Özal’ı kandırdılar” “Özal kandırılmaya bayılır” başlıklarını lütfen arşivlerden çıkartınız. “Manşet senyörü” amacına ulaştı ve “özköşk” olmayı başardı. Ama Özal’ın üzüntüden ölme süreci de başladı.

Manşetler ok gibi yağmaya devam ediyor ve Özal hareket edemez hale getiriliyordu. Çankaya’da Cumhurbaşkanıydı ama yapayalnızdı. Önce korkunç bir medya kampanyasıyla alay konusu haline getirilen Başbakan Yıldırım Akbulut parti içi bir darbeyle devrildi. Bir dev holdingin ve ona bağlı Merkez medyanın adayı Mesut Yılmaz Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan oldu. Bir süre sonra da Anavatan Partisinin zaaflarını iyi kullanan kurt politikacı Demirel Başbakanlığı altıncı kez ele geçirdi. Özal için sonun başlangıcı başlamıştı.

Merkez medya Özal’a yüklendikçe yükleniyor ve onu Yüce Divana sürüklemeye çalışıyordu. Cumhurbaşkanı olduğu günden beri adeta ona kilitlenen manşet senyörü ona “havuç ve sopa” politikası uyguluyordu. Son zamanlarda geriye sadece sopa kalmıştı.

Ocak 1993. Özal’ın uçağındayım. Afrika’dan Senegal’den Ankara’ya dönüyoruz. Cumhurbaşkanına tahsis edilen Airbus uçağının özel ön kısmında Cumhurbaşkanı ile başbaşayım. Ondan durumu yorumlamasını istiyorum. Büyük Sahra çölü üzerinde on iki bin metre yükseklikte Özal’ın bana söylediği sözler tarihe geçecek nitelikte. Belki de Özal’ı anlamak ve ölümünü çözmek için bir belge niteliğinde. Bu konuşmayı Türkiye gazetesinde 16 Ocak 1993’de fotoğrafları ile yayınlıyorum. Mutlaka bu belgenin okunması gerek.

Bu geniş konuşmada Özal özetle dört şey söylüyor. 1- Ülkemiz çok kısa zamanda çok ileri bir duruma geldi. Türkiye komşularına fark arttı. 2- Bu gelişmeler çok kısa zamanda meydana geldiği için insanlarımızın kafasında hala eski yıllar var. 3- İçeride siyasi kavgalar devam ettiği için durum bir nevi bulanık gözlük camları arkasından görülüyor.

4- Durum yakında daha iyi anlaşılacak, Türkiye’yi kötü gösterme gayretlerinin bir geçici buluttan, geçici bir sisten başka bir şey olmadığı anlaşılacaktır. Gerçekleri görenlerin çekinmeden yağcılıktır falan gibi lafları bir yana bırakıp anlatması lazım. Türkiye’nin geldiği noktayı anlatmada basının ve televizyonun çok önemli rolü var. Doğrular yakında anlaşılacak. Ben şimdi çok daha ümitliyim.” (Türkiye gazetesi 16 Ocak 1993

“Doğrular yakında anlaşılacak.”) Özal bu konuşmadan 3 ay sonra ölüyor.

28 şubat’ı inceleyenler nedense 1990 yılında Özal’ın Cumhurbaşkanı seçildiği dönemi göremiyorlar. Oysa 1990’da başlayan dönem 28 Şubat’ın ve kötülüklerinin başlangıcı.

CUMHURBAŞKANI TAYYİP ERDOĞAN DÖNEMİ: TÜRKİYE TARİHİNİN EN PARLAK DÖNEMLERİNDEN BİRİSİNİ YAŞIYOR

Türkiye’yi anlamak için tarihe bakmak lazım. Türkiye dünyada ‘’Number one’’ sınıfına giren beş ülkeden biridir. Bu ne demektir? Bu dünyada döneminde süreli olarak bir numara olmak demektir. Sovyetler Birliği’nin en güçlü olduğu dönemde bile Rusya ABD’nin gerisinde sadece 2 numara olabilmişlerdir. Tarihte sürekli olarak dönemlerinde 1 numara olanlar sadece 5 tanedir. Bunlar sırasıyla Roma, Osmanlı, Fransa, İngiltere ve ABD’ dir.

15. ve 16. Yüzyıllar Türkiye yüzyıllarıdır. İki yüz yıl boyunca Osmanlı dünyada 1 numara olmuş ve dünyaya damgasını vurmuştur.

Fatih Roma İmparatorluğuna son vermiş ve başkenti İstanbul’u başkenti yapmıştır. Batı hala bugün bile dünyanın en büyük Katedrali Ayasofya’nın Türklerin eline geçmesini hazmedememektedir.

Kanuni dönemi daha büyük bir hikayedir. Dünyanın fiili olarak 3 kıta olduğu sanılan bir dönemde Osmanlı Asya, Avrupa ve

Afrika’ya yayılarak bir dünya devleti haline dönüşmüştür. Akdeniz bir Türk gölü olmuş, Avrupa’nın yüzde kırkı Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Bugün hala Avrupa sabah kahvaltılarında Osmanlı bayrağının Hilal’inden esinlenen kruvasan yemektedir. Kanuni’ye biz değil Avrupalılar ‘’Muhteşem Süleyman’’ ‘’Büyük Türk’’ lakabını vermişlerdir.

Osmanlı’lar İç Düşmanlarına Yenik Düştü

Osmanlı’ları bitik düşüren iç hiziplerdir. Yeniçeri İsyanlarından daha çok ülkeyi saran kanser zirvedeki hiziplerdi.

Osmanlı peşpeşe gelen beş dahi padişahın eseri olmuştur. Deha düzeyinde lider yetiştirmek Türklere mahsus bir özelliktir. Osmanlı’da ilk padişahlar dahi liderlerdi. Ama hizipçilik ülkeyi kemiriyordu. Bu dahi liderler tehlikenin farkındalardı. Fatih Sultan Mehmet sırf bu sebeple devletin bekası için acımasız kurallar da getirmişti. Çocuklarını kardeşlerini öldürmek, Sadrazamlarını idam etmek bir gelenekti. Kanuni oğlu Mustafa’yı Sadrazam İbrahim’i idam ettirmişti. Osmanlı’da Sadrazam olan 262 Sadrazamdan 44’ü idam edildi.

Hizipçilik hastalığı Türkler’in yakasını hiç bırakmadı. Atatürk iyi yetişmiş bir Osmanlı paşasıydı. Çanakkale’de dünyanın en ünlü ülkelerinin, İngiltere ve Fransa’nın ordularını yenme başarısını gösterdi. Kurtuluş Savaşı’nda bu ülkelerin silahlandırıp Türklere saldırttığı Yunan ordusunu perişan edip İzmir’de denize döktü. İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız ordularını Türk bayrağını selamlatarak İstanbul’dan kovdu ve İstanbul’u özgürleştirdi. Ama hayatı ölümüne kadar iç hiziplerle mücadeleyle geçti. Kurtuluş Savaşı sırasında bile Meclis içindeki hizipler onu liderlikten ve Başkomutanlıktan doğum yerini bahane göstererek engellemeye çalışıyorlardı. Cumhuriyet kurulduktan sonra da hizipler öyle bir boyuta ulaştı ki Atatürk en yakın arkadaşlarını bile yanından uzaklaştırdı. Ölümünden bir yıl önce en yakın arkadaşı Başbakan İnönü ile yollarını ayırdı ve onu Başbakanlıktan uzaklaştırdı.

Atatürk’ün Kurduğu CHP Hizipçilikten Kendini Hiç Kurtaramadı

Atatürk ölünce İnönü Cumhurbaşkanı oldu. İlk işi paralardan Atatürk resmini kaldırıp kendi resmini koydurtmak oldu.

Atatürk’ün son Başbakanı Celal Bayar’ı partiden kaçırttı. Bayar diğer bir CHP’li Milletvekili Menderes ile Demokrat partiyi kurdu.

İnönü 1960 darbesini destekledi. Bayar idama mahkum edildi. Eski CHP’li üç Milletvekili Başbakan Menderes ve iki Bakanı idam edildi.

İnönü Ecevit’i partiye getirdi. Ecevit onu devirdi genel başkan oldu.

Ecevit Baykal’ı partiye getirdi. Baykal CHP genel başkanı oldu. Ecevit CHP dışında DSP’yi kurdu.

Baykal’ı da Kılıçdaroğlu saf dışı etti. Genel başkan oldu.

Genel başkan Kılıçdaroğlu kendi deyimiyle şahibeli bir şekilde genel başkanlıktan devrildi. Özgür Özel genel başkan oldu.

CHP’ de hayat böyle devam ediyor.

Türk Demokrasi Tarihi Askeri Darbeler Ve Örtülü İç Savaşla Devam Etti

1960, 1971, 1980’ de siyaseti kesintiye uğratan askeri darbeleri oldu.

1975-80 arası adeta örtülü bir iç savaştır. Demirel ve Ecevit hınçla söz düellosu yaparken taban sokakta birbirini öldürüyordu. Bu dönemde beş bin genç öldü. Yirmi bin siyasi kavgalarda yaralandı.

Liderler hizipleri önlemiyor, hiziplerden destekleniyor ve askeri darbelere göz kırpıyor, davetiye çıkarıyordu.

Özal Dönemi Bir Parantezdir

Özal Türk siyasal geleneğinde karşılaştığımız bir dahi lider çizgisinden geliyor. Ama hiziplere yenik düştü, eserini sonuna kadar götüremedi.

Özal başa geldiğinde ekonomi çökmüştü. Dış politikada ise Kanuni ve Atatürk dışında hiçbir devlet adamının ismi yurt dışında bilinmiyordu.

Özal Türklere sanayileşmeyi sevdirdi. Sakıp Sabancı’nın eski genel koordinatörüydü. Türklere ihracat yapmanın kapısını açtı. Özal’ı şahsen tanıdım. Onun icraatındaki üç konuda doğrudan gözlemlerim oldu.

Özal 1990 yılında Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez merkez medyanın amiral gemisinin çiçeği burnunda genel yayın yönetmeninin saldırısıyla karşılaşmıştı. Manşetler ve köşe yazıları ok gibi yağmaya ve onu yaralamaya başladı: “Özal’a alışamadık” “Özal’ı kandırdılar” “Özal kandırılmaya bayılır” başlıklarını lütfen arşivlerden çıkartınız. “Manşet senyörü” amacına ulaştı ve

“özköşk” olmayı başardı. Ama Özal’ın üzüntüden ölme süreci de başladı.

Manşetler ok gibi yağmaya devam ediyor ve Özal hareket edemez hale getiriliyordu. Çankaya’da Cumhurbaşkanıydı ama yapayalnızdı. Önce korkunç bir medya kampanyasıyla alay konusu haline getirilen Başbakan Yıldırım Akbulut parti içi bir darbeyle devrildi. Merkez medyanın adayı Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan oldu. Bir süre sonra da Anavatan Partisinin zaaflarını iyi kullanan kurt politikacı Demirel Başbakanlığı altıncı kez ele geçirdi. Özal için sonun başlangıcı başlamıştı.

Merkez medya Özal’a yüklendikçe yükleniyor ve onu Yüce Divana sürüklemeye çalışıyordu. Cumhurbaşkanı olduğu günden beri adeta ona kilitlenen manşet senyörü ona “havuç ve sopa” politikası uyguluyordu. Son zamanlarda geriye sadece sopa kalmıştı.

Ocak 1993. Özal’ın uçağındayım. Afrika’dan Senegal’den Ankara’ya dönüyoruz. Cumhurbaşkanına tahsis edilen Airbus uçağının özel ön kısmında Cumhurbaşkanı ile başbaşayım. Ondan durumu yorumlamasını istiyorum. Büyük Sahra çölü üzerinde on iki bin metre yükseklikte Özal’ın bana söylediği sözler tarihe geçecek nitelikte. Belki de Özal’ı anlamak ve ölümünü çözmek için bir belge niteliğinde. Bu konuşmayı Türkiye gazetesinde 16 Ocak 1993’de fotoğrafları ile yayınlıyorum. Mutlaka bu belgenin okunması gerek.

Bu geniş konuşmada Özal özetle dört şey söylüyor. 1- Ülkemiz çok kısa zamanda çok ileri bir duruma geldi. Türkiye komşularına fark arttı. 2- Bu gelişmeler çok kısa zamanda meydana geldiği için insanlarımızın kafasında hala eski yıllar var. 3- İçeride siyasi kavgalar devam ettiği için durum bir nevi bulanık gözlük camları arkasından görülüyor.

4- Durum yakında daha iyi anlaşılacak, Türkiye’yi kötü gösterme gayretlerinin bir geçici buluttan, geçici bir sisten başka bir şey olmadığı anlaşılacaktır. Gerçekleri görenlerin çekinmeden yağcılıktır falan gibi lafları bir yana bırakıp anlatması lazım. Türkiye’nin geldiği noktayı anlatmada basının ve televizyonun çok önemli rolü var. Doğrular yakında anlaşılacak. Ben şimdi çok daha ümitliyim.” (Türkiye gazetesi 16 Ocak 1993 “Doğrular yakında anlaşılacak.”) Özal bu konuşmadan 3 ay sonra ölüyor.

28 şubat’ı inceleyenler nedense 1990 yılında Özal’ın Cumhurbaşkanı seçildiği dönemi göremiyorlar. Oysa 1990’da başlayan dönem 28 Şubat’ın ve kötülüklerinin başlangıcı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Zoru Başardı

Cumhurbaşkanı Erdoğan Türk tarihinin büyük liderler çizgisindeki son halkadır. Ama iktidara gelir gelmez kendisini korkunç bir hizip, komplo ve tuzak bataklığında buldu.

Menderes’i CHP, medya, manipüle edilmiş gençlik ve ordu iktidardan koparttı ve idam sehpasına götürdü.

Özal kendisine tertiplenen suikastten yaralı olarak kurtuldu. Ama üzüntüden ve şaibeli bir şekilde öldü. Özal’ı bazı sermaye çevreleri, medya, onun güdümündeki kendisinin siyasete getirdiği Mesut Yılmaz siyasetten ve hayattan koparttı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Menderes ve Özal’dan farklı olarak kendisine kurulan bütün komploları, tuzakları aşmasını bildi. Hizipleri aşarak iktidarda kalmayı başardı. Ordu, medya, sermaye, dış güçler vesayetini ezdi geçti. Fetö’nün kendisine düzenlediği darbe ve suikastten kurtuldu. Onun en büyük başarısı siyasi olarak dimdik ayakta kalması oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan başarısını Cumhurbaşkanlığı sistemini kurarak perçinledi. Gençlik yıllarımda General de Gaulle’ün ekibinde çalıştığım için başkanlık sisteminin ne kadar önemli olduğunu şahsen biliyorum. De Gaulle Başkanlık sistemiyle Fransa’da iki yüz yıldır süren ihtilaller sayfasını kapatmıştı. Bu başkanlık sistemi öylesine sağlam bir betonarme yapıydı ki kendisinden sonra gelen zayıf Cumhurbaşkanları bile koltuklarında rahatça oturabiliyorlar. Bugün Fransa Cumhurbaşkanı Macron perişan durumda. Kamuoyu araştırmalarında yüzde on beş düzeyinde. Eski sistem olsaydı bir günde devrilirdi. Ama şimdi iktidarı de Gaulle’ün kurduğu sistem sayesinde sürdürüyor ve gece rahatça uyuyabiliyor.

Başkan Erdoğan’ın bütün tuzakları alt ederek iktidarda kalması ona Türklerin hayallerini süsleyen bütün mega projeleri gerçekleştirmek fırsatı verdi. Dev asma köprüler, havaalanları, hızlı trenler, yüksek teknoloji savunma sanayi, havacılık, dev turizm hamlesi bu mega icraatlardan sadece birkaçı. Daha da önemlisi memlekette sağlanan asayiş ve huzur. Bugün Türk şehirleri Amerikan ve Avrupa şehirlerinden daha güvenli. Sağlık sektöründe yapılan atılımlar göz kamaştırıyor.

Başka bir önemli husus: Türk liderinin ismi ve görüntüsü beş kıtada halkların gönüllerine girmeyi başardı. Erdoğan Türk tarihi boyunca hiçbir liderin erişemediği bir büyük şöhrete kavuştu.

Son Yıllarda Ekonomik Sıkıntının Ulaştığı Boyut Tablonun Diğer Tarafını Oluşturuyor

Bugün Türkiye’de halkın büyük kısmı sıkıntı içinde. Ama bunu söylerken muhalefetin abarttığı gibi dünyanın geri kalanı cennet değil. Amerika’da Avrupa’da Fransa’da ay sonunu getiremeyen on milyonlar var. Sokakta dağıtılan bedava yemeklerin peşinde olan yüz binlerce Amerikalı ve Avrupalı insan var. Ama bunu söyleyerek Türkiye’deki halkın sıkıntısını görmezden gelinemez.

Sorun Sadece Enflasyon Ve Çözüm Para Politikası Değil

Türkiye’de sorun enflasyon. Çözüm için ağırlık para politikasına veriliyor.

Kısmen doğru. Ama eksik bir nokta var.

Enflasyon bir hastalık. Ama niye İsviçre’de Fransa’da Almanya’da Amerika’da yok ya da çok zayıf. Demek ki hastalığın teşhisinde bir eksiklik var.

Türkiye’de nüfus seksen beş milyon ise ekonomi acaba kırk milyon için mi planlanmış.

Elbise dar mı geliyor? Motor yağ mı yakıyor? Lokomotif yetersiz mi kalıyor?

Çare: Bolluk, daha fazla üretim ve daha büyük dev şirketler.

Bir arkadaşım sıfırdan bir şirket kurmuş ve az zamanda yüz milyar dolarlık ciroyu yakalamıştı. Adı Jacques Defforey. Carrefour kurucusu ve sahibi benim davetlim olarak Türkiye’ye geldi. Dostum Sakıp Sabancı ile de tanıştırdım. Carrefoursa doğdu.

Carrefour daha o dönemde yıllık yüz milyar dolarlık cirosuyla dünya devletlerinin yüzde sekseninin bütçesini sollamıştı.

Böyle dev şirketlerden Batı ülkelerinde yüzlercesi var. O yüzden o ülkelerde enflasyon neredeyse yok.

Büyük büyük daha büyük. Elbiseyi büyütmek gerekiyor.

Lokomotifi büyütmek gerekiyor.

Çözüm dev şirketlerden geçiyor.