İstanbul’da son 5 gün içerisinde Türkiye tarihinde hiç görülmeyen protesto eylemleri yaşandı. Türkiye’de 62 ile yayılan bu eylemlerin geniş bir halk desteği bulduğu yadsınamaz. Eylemlerin nedeninin iktidarın birçok siyasi tercihinden kaynaklanan birikmiş bir toplumsal gerilim olduğu aşikar ancak çıkış nedeni biz gayrimenkulcüler için çok anlamlı. Taksim’e Topçu Kışlası yerine bir AVM ve residence yapılabilmesi için Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesi gündeme geldiğinde kıyamet koptu. Çünkü maalesef iktidarda bulunanlar ve Büyükşehir Belediyesi böylesi anıtsal bir projeyi niçin yapmak istediklerini ve burada öngördükleri toplumsal faydayı halka anlatmadılar.
Halkın ise uzun süredir İstanbul’da hızlı kentleşme adı altındaki çirkin yapılaşmalara eleştirisi var. Doğrusu TOKİ destekli özel sektörün diktiği 30-40 katlı, komünist ülkelerdeki halk konutlarına benzeyen tünel kalıp apartmanların modern yapılaşma adı altında topluma sunulmasına bir süredir aydın kesim arasında itirazlar yükseliyordu ancak halkın bu konuda pek yapabileceği bir şey yoktu. Ama iş kamu projelerine gelince bazı şeylerin farklı olması beklenir. Yapılacak projedeki halk faydası açıklanmalı, meslek örgütlerinin katkısı alınmalı, yarışmalar açılmalı hatta halk oylaması yapılmalıdır.
Peki bunlar yerine ne yapıldı? İktidarın kimseye sormadan seçip onayladığı bir proje, parakende markalarının bile karşı çıktığı bir AVM ve residence konsepti, ne olduğu anlaşılamamış bir toplumsal fayda ve uygulanması konusunda inada varan bir kararlılık. Modern demokrasilerin olduğu ülkelerde kamu projeleri kamunun onayıyla ilerler. Bizde ise Çamlıca’ya cami yapılacak dendi, açılan göstermelik yarışmayı kazanan proje bile uygulanmadı, ne yapılacağına Başbakan karar verdi. Bu süreçte mimar ve mühendisler odalarının tüm itiraz hakları nedeyse ellerinden alınarak bu örgütler etkisizleştirildi, koruma kurulları da keza aynı şekilde. Dolayısıyla toplumsal katkının iletim mekanizmaları ortadan kalktı.
Yapılmak istenen büyük anıtsal projeler özel bir arazide ve kişisel servet ile yapılmıyor, kamunun arazisi üzerinde kamu kaynaklarıyla yapılıyor bu nedenle de hem kamusal fayda hem de kamu denetimi olması kaçınılmazdır. Kaldı ki Amerika’da özel arazinizde dahi kendi paranızla inşaa edeceğiniz bina konusunda mahallede oturanların onayı olması gerekir, burası benim arazim istediğim binayı dikerim diyemezsiniz, komşularınız yapacağınız yapının mimarisini bile değerlendirir ve mahallelerine yakışıp yakışmayacağına karar verir. Demokratik ülkelerde durum böyleyken bu işlerin bizdeki tezahürü imar planlarından başlayarak tamamen siyasi iktidarın insiyatifinde ve hiçbir şekilde halkın katkısı sağlanmadan yapılaşma esaslarının belirlenmesidir. Bu durum sonucu geldiğimiz nokta ortada, İstanbul’da gelişme alanı diye lanse edilen Esenyurt gibi ucube kentleşme alanları oluştu. Mevcut iktidarın gururu Ataşehir’de bile tüm trafik iki şeritli yollardan gelen tek bir kavşağa bağlanır ve kilitlenir, binalar arasında yürünecek bir kaldırım yoktur, parklar gibi kamusal alanlar hak getire.
Tüm bunlar ortada olmasına rağmen halen Taksimdeki AVM projesinde ısrar ediliyor hatta üstüne bir de cami ekleniyor, Çamlıca’daki yapılmak istenen Mimar Sinan taklidi cami yerine İstanbul’a modern mimariye uygun ve sembol değerinde bir proje yapılması konusunda halk isteğine kulak tıkanıyor ve söylenen tek şey “İktidar bizde estediğimizi yapabiliriz”. Demokrasilerde hiçbir alanda iktidar erki sınırsız bir karar verme yetkisi tanımaz, aynı şekilde kentsel yapılaşma gibi bir konuda da iktidar erkinin kamuoyunu dikkate almadan kullanılması kabul edilemez. Başbakanı’ın çok sevdiği İstanbul’da insanlar artık daha fazla yeşil alan, daha az yapılaşma istiyor, kamu alanlarının, parkların artmasını istiyor, özetle şehrine sahip çıkmak istiyor. Bu nedenle Gezi Parkı direnişinin iyi tahlil edilmesi ve kentsel gelişimde halkın tercihlerini dikkate alan bir yönetim tarzının belirlenmesi gerekiyor.