Bugün size çok ilginç bir hikâye anlatacağım. Konu hepimizin kullandığı kağıt paralar…

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının matbaalarında basılan Kağıt paraların bir yüzünde genelde Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün resmi bulunuyor. Arka yüzde ise farklı kişilerin fotoğrafı yer alır.

Ben 50TL’nin arka yüzünde bulunan bir kadın fotoğrafın hikayesini merak ettim.

Resmin sağ köşesinde Fatma Aliye (1862-1936)

Biraz araştırınca ibretlik bir hikaye ile karşılaştım.

Bu hikayeyi anlatmadan önce Türkiye’nin içinde bulunduğu Milli Eğitim politikalarının neden bir türlü standartlaşamadığını her Milli Eğitim Bakanı’nın değişmesiyle birlikte müfredat programlarının neden değiştirilmek istendiği konusunda biraz kafalarda karışıklık vardı. Fatma  Aliye’nin ibretlik hikayesini okuyunca biraz daha olaylara farklı bakılması gerektiğini  düşündüm.

Gelelim 50 liranın hikayesine…

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının bastığı ve piyasaya sürdüğü  50 liranın arka yüzünde fotoğrafı bulunan Fatma Aliye kimdir? Neden fotoğrafı banknotların üzerinde basılmaktadır?

Fatma Aliye kimdir?

Türk banknotların üzerine resmi basılan ilk Türk kadını…

Tanzimat döneminin ünlü devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı.

Babasının konağında özel öğretmenlerden Fransızca, tarih, edebiyat ve felsefe dersleri aldı. Yazmaya Fransızcadan yaptığı çevirilerle başladı. İlk çevirisi George Ohnet’den Volente.

Bu çevirisi Meram adı ve “Bir Hanım” imzasıyla yayınlandı. Sonraları “Meram Mütercimi” olarak tanındı. Bir çok makalesi “Mütercime-i Meram” adıyla yayınlandı. Nisvân-ı İslâm adlı anı kitabı Fransızca, İngilizce ve Arapça’ya, Udî adlı romanı Fransızcaya çevrildi. Fatma Aliye Hanım’ın felsefeye merakı gençliğinde başladı. Olayları dikkatle incelemesi, çeşitli ailelerdeki gözlemleri onu felsefeye götürdü… Kahramanları kadın olan öyküler ve romanlar yazdı. En önemli eseri sayılan Muhâdarât’ta bir kadının ilk aşkını unutamayacağı tezini çürütmeye çalıştı. Romanlarında zaman zaman toplumsal sorunları ele aldı, felsefeye yer verdi. Udî adlı romanında müziğin felsefe ile ilişkilerine değindi.

Kısaca Fatma Aliye;

Ünlü devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı,

İlk Türk kadın roman yazarı,

İlk Türk kadın çevirmen,

İlk “muhafazakar” feminist,

eserleri batı dillerine ve Arapçaya çevrilen ilk Türk kadın yazar.

Olaya böyle bakınca ne kadar popüler ve ışıltılı bir hayat değil mi? Ama bir de madalyonun arka yüzü var? Bu ışıltılı hayatın gerisinde büyük bir arayış ve ıstırap var .

Ünlü bir devlet adamı olan Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı… Kitapları yabancı dillere çevriliyor. Gayet muhteşem bir hayatı var. Ama o ölümüne kadar öyle bir arayış içinde yaşadı ki…

Fatma Aliye kariyerinin zirvesindeyken bir evlilik yaptı. 4 kız çocuk annesi oldu.

Şimdi olduğu gibi; o dönemde de bütün muhafazakar islamcılar “Batı’nın iyi yönlerini almak lazım” diyordu.

Fatma Aliye Hanım dört kızından ikisini, Nimet ve İsmet’i okul çağına gelince İstanbul da yeni açılan Fransız okulu Dame de Sion’a kayıt ettirir.

Fatma Aliye’nin kızı Nimet okuldaki hocaların Hıristiyanlık telkinlerinden rahatsız olur ve okulu terk eder. Diğer kızı İsmet ise halinden şikayetçi değildir, okula devam eder ve mezun olur. Fatma Aliye daha sonra bu iki kız kardeşi Üniversite eğitimi için Fransa’ya gönderir.

 Nimet tahsilini tamamlayıp İstanbul’a geri döner. Diğer kızı İsmet ise annesine bir mektup göndererek geri dönmeyeceğini bildirir. Anne-kız arasında uzun bir süre iletişim olmaz. Çünkü İsmet izini kaybettirmiş ve Fransa’da kalmış.

 Aradan yıllar geçer ve birgün  Fatma Aliye  haber alamadığı sevgili kızından bir mektup daha alır. Kızı

İsmet Katolik olmuş ve bir kilesinin rahibesi olmuştur.

Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa’nın yeğeni Faik Bey’den olma, Mecelle’nin müellifi anlı şanlı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım’ın kızı İsmet Hanım rahibe olmuş.

Fatma Aliye Hanım bunu öğrenince

“Ölmeden önce ölmek bu olsa gerek” der .

 O haberden sonra Fatma Aliye Hanım yazarlığı, mütercimliği bırakır ve ömrünün geri kalan kısmını kızını aramakla geçirir. Yıllarca ne kendisi kızından bir haber alabilir, ne de kimse kendisinden bir haber alabilir.

Fatma Aliye Hanım, babasından kalan serveti kızını bulmak için harcar fakat nafile. İsmet’le bir daha ne görüşebilir ne de ondan bir iz bulabilir. İsmet hanım,  sır olmuş, izini kaybettirmiştir. Annesini babasını terk etmiş, Katolik rahibe olarak yaşamını sürdürmüştür.

Fatma Aliye yıllarca kızını arar, fakat onu bulamadan 1936’da vefat eder.

Nasıl ibretlik bir hikaye değil mi?

Kıssadan hisse:

“Bu hayatta kendinize önemli bir iş arıyorsanız önce evlatlarınızla ilgilenmeyle başlayabilirsiniz.”