Bir zamanlar kıyafetleri nedeniyle Ankara'ya alınmayan Aşık Veysel, bugün hala türküleriyle gönüllerdeki yerini muhafaza ediyor. 

Âşık Veysel'in torunu Halil Süzer, dedesinin Atatürk ile görüşmek için 3 ay yol yürüyerek Ankara'ya geldiğini ancak kılık-kıyafetinden dolayı onu Ulus'tan dışarı attıklarını söylemişti. 

Süzer, dedesinin kılık-kıyafetinden dolayı yapılan muameleye çok içerlediğini de ifade ederek, dedesinin çok istemesine rağmen Atatürk ile görüşemeden öldüğünü belitmişti.
Âşık Veysel'in torunu Halil Süzer, dedesinin Atatürk ile görüşmek için 3 ay yol yürüyerek Ankara'ya geldiğini ancak kılık-kıyafetinden dolayı onu Ulus'tan dışarı attıklarını söylemişti. 

Aşık Veysel vefatının 48. yılında Sivas'taki mezarı başında anıldı

Süzer, Baykal'ın dedesinin Kızılay'a alınmadığını söylediğini hatırlatarak, "Burada bir düzeltme yapmak gerekiyor. Dedem Kızılay'a alınmamış değil, Ulus'tan dışarı atılmış" demişti. 

Dedesinin hayatı boyunca hep Anadolu giysileriyle gezdiğini ifade eden Süzer, Âşık Veysel'in o giysilerinden dolayı Ulus'taki görevliler tarafından o bölgeden dışarıya atıldığını ifade etmişti. 

Süzer, dedesini kıyafetlerin şöyle anlattı "Dedem köylü kıyafeti giyiyordu. Elbiselerin çoğu yamalıydı. Ayakkabı olarak çarık giyiyormuş. Çarığı bile yamalıymış. O dönemin fakirliği ile orantılı elbise giyiyormuş. Ancak o dönemin zabıtaları polisleri onu Ulus'tan atmışlar" diye konuşmuştu.

Aşık Veysel Ankara'ya kılık kıyafeti yüzünden alınmayınca 'Kara Toprak' şiirini söylemiş...

Dost dost diye nicelerine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır

Nice güzellere baılandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır

Aşık Veysel'in Ankara'da yaşadığı bu çirkin olay sırasında şehrin valisi Nevzat Tandoğan idi... 

Tandoğan, aynı dönemde farklı bir ilde valilik yaptığı için 1929'da milletvekilliğinden istifa eder ve kendisini hatırlatacak mevkiye gelir, Ankara valisi olur.

Tek parti döneminin simgelerinden biri haline gelen Tandoğan'ın yönetimi 1929'da başlamış, 1946'ya dek kesintisiz sürmüştü.

Onu bir idari amirin ötesinde bugünlere dek hafızalarda tutan ise 'Nevzat Tandoğan zihniyeti' olarak üzerine yapışan meşhur davranışlarıydı, öyle ki bazıları birer şehir efsanesi olsa bile gerçeğe temas eden olaylarıyla bugün bile tartışılıyor. Sokakta dolaşırken halini tavrını beğenmediği insanları yakasından tutup uyarırmış...

Genelkurmay başkanının oğlu

Tandoğan zamanında, verdiği emirle şehirde güvenlik güçlerinin bir izolasyon görevi yürüttüğü söylenir.

Yine rivayetlere bakıldığında bu izolasyonun modern olanla modern olmayan arasında bir sınır koymak üzerine olduğunu görürüz. Ankara'nın merkezinde 'gezebilecek' kişiler Tandoğan'ın emriyle polisler tarafından kontrole tabi tutulur, hatta bu kontrollerin biri Âşık Veysel'in de şehrin kapısından dönmesine yol açar.

Yaşamını yitirdikten sonra anlatılan hikâyede Âşık Veysel gözleri göremediği için yanında bir arkadaşıyla çıktığı gezilerin birinde Ankara'ya geliyor.

Ankara’ya geldiği sırada Vali Nevzat Tandoğan’ın uygulamaya koyduğu kontrol uygulamasına takılıyor. Olaylar şöyle gelişiyor: Arkadaşıyla birlikte Ulus'ta Karaoğlan Çarşısı'na giden Âşık Veysel, polislerle de orada karşılaşıyor.

Orada görevli polis onun gözlerinin durumuna ve giyimine bakarak dilencilik yaptığını sanıyor, ortalıkta dolaşmamasını tembihliyor.

Sonrasında Veysel ve arkadaşı Ulus'u terk etmek zorunda kalıyor...