Barrack’ın, “Güçlü ulus devletler İsrail için bir tehdittir” sözleri, bölgesel gerçeklikten tamamen kopuk, İsrail’in bölgedeki hegemonya arzularını adeta meşrulaştıran bir tavır olarak yorumlanıyor.
Barrack, İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarını savunmaya kalkarken, “ABD bu karar sürecine katılmadı” diye kendini temize çıkarmaya çalıştı. Ancak saldırının “çok karışık yeni bir bölüme yol açtığını” kabul etmekle kalmayıp, İsrail’in Suriye’de güçlü, egemen bir devlet görmek istemediğini açıkça dile getirdi. Bu yaklaşım, ülke egemenliğine saygıdan ziyade, bölgeyi sürekli kaosa sürükleme stratejisinin itirafı olarak görülmeli.
ABD’li diplomatın “Güçlü ulus devletler tehdit oluşturur” iddiası ise tam anlamıyla diplomatik bir gaf. Ulus devletler, uluslararası hukuk ve düzenin temel yapı taşlarıdır. Onları tehdit olarak görmek, bölgesel barış ve istikrarı sağlamakla yükümlü bir temsilcinin söyleyebileceği sözlerden uzaktır. Hele ki bu sözlerin, Arap ülkelerini hedef göstermesi, bölgedeki hassas dengeleri bozmaya yönelik açık bir provokasyondur.
Barrack, “Azınlık topluluklarının birlikte hareket etmesi gerektiğini” söylerken, aslında etnik ve dini ayrışmaları körükleyen, halkların iradesini hiçe sayan bir perspektifi yansıtıyor. Kendi çıkarları uğruna bölgeyi parçalamak isteyenlerin diliyle konuşan bu açıklamalar, gerçek bir diplomasi vizyonundan ne kadar uzak olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin Suriye’ye savunma yardımı yapma olasılığı hakkında “ABD’nin bir pozisyonu yok” demesi ise ABD’nin bölgedeki sorumluluğunu ve rolünü nasıl görmediğinin göstergesi. Komşu ülkenin bölgedeki güvenlik taleplerine duyarsız kalmak, kendi çıkarlarını gözeteceği yerde bölge ülkelerinin egemenlik haklarını görmezden gelmek anlamına gelir.
Tom Barrack, diplomat olmaktan çok, İsrail’in bölgedeki çıkarlarına hizmet eden, bölge halklarının geleceğini hiçe sayan bir figür olarak anılacak. Kendi ülkesinin imajını zedeleyen bu açıklamalar, ABD dış politikasının ne kadar çıkmazda olduğunu da gözler önüne seriyor.