Yunanistan, 1981 yılından bu yana, AB’den aldığı mali yardımları üretim argümanlarında kullanamadı. Yunanistan sorunu halen finansal krizden, borç ödeyip-ödeyememe, Euro Bölgesi’nden atılma ve devletin iflas bayrağını çekme sarmalında devam ediyor. Yunanistan’ın bugün yaşadığı krizin altında; sürekli ithalat, yüksek kamu borcu, yüksek bütçe açığı ve üretime dayanmayan, verimsiz ve rekabete açık olmayan ekonomi yatıyor. 2008’den bu yana devam eden küresel kriz, Yunan ekonomisinin en önemli iki kaynağı olan, deniz taşımacılığı ve turizm gelirlerini de ciddi şekilde azalttı.

1981 yılından bu yana AB’nin tam üyesi olan Yunanistan, AB’nin “şımarık çocuğu” olarak bilinir. Bunun altında yatan temel ise “Avrupa’nın siyasi, sosyal ve kültürel temellerinin Yunan kültürü tarafından atıldığı” varsayımıdır. Durum böyle olunca Yunanistan AB’ye tam üye olduğu 1981 yılından bu yana, AB’den aldığı mali yardımları üretim argümanlarında kullanmak yerine, amiyane tabirle “ekmek elden, su gölden” yemiştir. Özellikle 1990-2000 arasındaki 10 yılda AB’den alınan mali yardımlar hoyratça harcanmıştır.
Yunanistan’ın bugün yaşadığı krizin altında; sürekli ithalat, yüksek kamu borcu, yüksek bütçe açığı ve üretime dayanmayan, verimsiz ve rekabete açık olmayan ekonomi yatmaktadır. Özellikle 2008’den bu yana devam eden küresel kriz, Yunan ekonomisinin en önemli iki kaynağı olan, deniz taşımacılığı ve turizm gelirlerini de ciddi şekilde azaltmıştır. Bunun sonucunda daralan ekonomi devletin  vergi gelirlerini azalttı. Kamu borçlarının yurt içi hasılaya oranı yüzde 113’lere vardı. 2009 sonuna kadar yüzde 6.7 olduğu sanılan bütçe açığı/GSYİH oranının aslında bunun iki katı olduğu ortaya çıkınca kriz patladı. Zira Yunanistan makro ekonomik rakamlar üzerinde oynama yapmış ve AB’yi yanıltmıştı. Kısacası Yunanistan Maastricht Kriterleri’ne uymamıştı.

AB’den gelen mali yardımlar hoyratça harcandı
Esasen Yunan ekonomisi Euro Bölgesi’ne girmek için uyumlu bir ekonomi değildi. Buna rağmen Euro tarafı olan Yunanistan krizin geleceğini bilmiyordu. AB’de gelen krizin farkında değildi. Yunanistan ekonomiyi canlandırmak için maaşlara zam yapmak gibi büyük bir yanılgıya düştü. Zira AB’den gelen mali yardımlar bu şekilde hoyratça harcanıyordu.
Kriz 2009 yılından itibaren kendini göstermeye başlayınca “kemer sıkma” devreye girdi. Katma değer vergisinin artırılması, emeklilik yaşının yükseltilmesi ve maaşların dondurulması tedbirlerin ana iskeletini oluşturmuştu. Askeri harcamaların azaltılması, özelleştirmeler yapılması, sosyal güvenlik primlerinin yükseltilmesi, vergi denetimlerinin artırılması alınan diğer önlemlerden olmuştu. Ancak kriz yine de durdurulamadı.
Yunanistan’daki ekonomik krizin çözümü için 2010 yılında; AB 80 milyar avro, IMF ise 30 milyar avro destek verdi. Toplamda 110 milyar avro olan “kurtarma paketi” dilimler halinde verilmesi öngörüldü. Her dilimde ise Yunanistan’ın önüne ağır ekonomik önlemler paketi (stand-by) konuldu. Ancak Yunanistan, bu önlemleri almada sürekli ihmalkar davrandı ve her dilim kredi ödemesi adeta yeni bir krize neden oldu. Bu da yetmezmiş gibi 300 milyar avroluk dış borcu olan Yunanistan’a 130 milyar avroluk ek ikinci kurtarma paketi devreye girdi.
Bütün bunlara rağmen Yunanistan’da kriz halen sürüyor. Şubat 2015’te yapılan erken seçimde AB karşıtı söylemleriyle Sosyalist Syriza (Aleksis Çipras) iktidara geldi. Çipras tüm seçim propagandasını Yunan halkının içinde bulunduğu ekonomik krizden kaynaklanan yoksulluğun giderilmesi ile AB ve IMF’e olan borçların bir kısmının silinmesi ve uzun vadede dış borç ödemesi üzerine kurmuştu.
Nitekim Çipras Hükümeti, Kurtarma Paketi’nin 7.2 milyar avroluk dilimini almak için gereken ekonomik önlemleri almaya yanaşmadı ve AB ve IMF ile anlaşmayı imzalamadı. Bunun sonucu olarak da Haziran ayında günü gelen 1.2 milyar avroyu ödeyememişti. Bununla yetinmeyen Çipras, AB ve IMF’in öne sürdüğü Kurtarma Paketi’ni referanduma sundu ve “hayır” oyu ile zafer kazandı.

Yeni “kurtarma paketi” 83 milyar avro
Ancak Çipras’ın tüm bu manevraları berhavaydı. Siyasi bir algı yönetimiydi. “Ben yapmak istemiyorumdum ama mecbur kaldım” demenin, siyasi yansıması, sözde “referandum” oldu. 
Referandum sonrasında Çipras, Yunanistan için “yeni bir kurtarma paketi” hazırladı ve Yunan Parlamentosu’nda 250 milletvekilinin onayını alarak, AB ve IMF ile anlaşmaya vardı. İşin ilginç tarafı zaten bunu yapmak zorunda kalan Çipras’ın neden işi yokuşa sürdüğü ve referanduma gittiğini anlamak mümkün değildir.
Yunanistan yapısal reformlar için AB ve IMF’in sürdüğü şartları kabul ettikten sonra AB, 7 milyar avroluk dilimi serbest bıraktı. Böylece Yunanistan, Haziran ayı içinde IMF’e yapması gereken 2 milyar avro ile Avrupa Merkez Bankası’na olan 4.2 milyar avro borcunu ödeyebildi. Şimdi 83 milyar avroluk yeni bir “kurtarma paketi” için yakında müzakereler başlayacak.
Yunanistan sorunu halen finansal krizden, borç ödeyip-ödeyememe, Euro Bölgesi’nden atılma ve devletin iflas bayrağını çekme sarmalında devam etmektedir.

Bundan sonra ne olacak?
Yunanistan toplam borcunun bir kısmının silinmesini ve borçların yeniden yapılandırılmasını istiyor. Buna karşın IMF ve AB, borç silinmesi söz konusu değil diyor ve faiz dışı fazlanın yüzde 1.5’lere düşürülmesini ve gelir artırıcı önlemler olarak KDV oranlarının artırılması ve emekli maaşlarından kesinti yapılmasını istiyor. Bu şekilde yıllık 2 milyar avro kadar bir tasarruf yapılabilecek ve borcunu ödeme şansı yakalayabilecek.
Ancak bunun aksi söz konusu olduğunda, Yunanistan’ın tekrar drahmiye dönebilir. Bu da devalüasyonu körükleyecektir. Fiyatlar ve enflasyon hızla yükselecektir. Satın alma gücü düşmesi ile birlikte sosyal çalkantılar, eğitim, sağlık, iç güvenlik, dış güvenlik gibi ana hizmetlerde sistem çöker. İşin AB boyutuna gelince; Euro Bölgesi başarısına ciddi bir gölge düşer. İspanya ve Portekiz krizini tetikleyebilir. Hatta diğer ülke için Euro’dan ayrılma domino etkisi yapabilir. Avrupa Merkez Bankası piyasaya daha çok para sürmek (likitide) zorunda kalır. Dolar, Euro karşından değer kazanır. Yatırımların ve paranın Euro Bölgesi’nden başka ülkelere kaçması olasılığı önemli bir risktir. Zaten Euro’nun zayıf rekabetçi yapısı karşısında AB ekonomisi ciddi sarsılacaktır. Kısacası, AB’nin kurucusu olan Almanya ve Fransa kaybedecektir.