ET’den AB’ye Evrilme Sancıları İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, Avrupa’yı bir daha savaşmayacak şekilde bir araya getirmeyi amaçlayan ve “barış projesi” olarak adlandırılan AET, 1957’de Roma Antlaşması ile kuruldu.

Avrupa Kıtası’nda da ekonomik açıdan ABD’ye, askeri açıdan Sovyetler Birliği’ne bağımlı kalmamak için AET, Avrupa’nın “kurtuluş reçetesi” olarak tarihteki yerini almaya başlamıştı. Roma Antlaşması 1957’de, 6 Avrupa ülkesi ile imzalanırken, AET’den AB’ye dönüşen “organizasyon” derin bir çıkmazın içinde debelenip durmaktadır.

Bugün 27 ülkenin taraf olduğu AB, uzun süredir içine kapanık, uluslararası sorunlara çözüm üretmekte yetersizdir. AB, bir yandan kendi iç sorunlarıyla uğraşırken, diğer yandan da değişim sürecinin yansımalarını hissetmektedir.

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN İKİLEMİ

Angela Merkel sonrası Almanya’nın AB patronajlığı sona ererken Emmanuel Macron’lu Fransa ise AB’yi yönetme ve üstünlüğü ele geçirme hevesinde. Macron’un NATO dışında, AB’ye has bir bağımsız Avrupa ordusu kurulmasını savunması ve Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) adı altında altı doldurulmamış içi boş bir fikirle Doğu Avrupa’yı ve Avrupa’yı hegamonik bir dürtüyle yönetebileceği hevesi, AB’yi ikileme ve çok bilinmeyenli bir paradoksa doğru sürüklemektedir. Rusya-Ukrayna Savaşı’nda AB, barışa ilişkin hiçbir varlık gösteremedi.

2023’de yaşanan Sırp-Kosova gerginliğinde de durum değişmedi. Almanya’nın ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez savunmaya ağırlık verdi ve kendi içine kapandı. Son dönemde İtalya Başbakanı’nın Fransa’yı Afrika’yı sömürmek ve mülteci akınına sebep olarak suçlaması, AB genelinde artan milliyetçilik ve belki de en önemli Fransa’da yaşanan sokak çatışmaları ve Frexit seslerinin giderek artması.

BÜTÜNLÜĞÜNÜ KAYBETTİ

1950 Schuman Deklarasyonu, 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) baz aldığımızda, AB’nin 73 yıllık tarihi misyonu olduğunu görürüz. Supranasyonalist (uluslarüstü) yapının birincil önceliği ekonomik entegrasyondur. İkincil hedef ise siyasal birliktir. Gelinen noktada ise AB için, bütünlüğünü kaybetti diyebiliriz.

Korona salgını döneminde AB çok kötü bir sınav vermişti. Zira on yıllarca sözü edilen birlik kavramının askıda/sözde kaldığı apaçık orta çıktı. Daralan AB ekonomisinin nasıl şekilleneceği ve tabi ABD’nin AB üzerindeki baskısı ile Rusya ve Çin faktörü, AB’ye yeni bir sürece doğru şekillendirmektedir. AB küresel rol model olmak yerine, hata yapmaya devam ediyor. AB’de sağ siyasette ırkçılık artarken, sol partilerin ise sağa popilist söylemlere doğru evrildiğini görmekteyiz.

AB İLİŞKİLERİ DONMUŞ DURUMDA

60. Yılında Türkiye – Avrupa Birliği (AB) İlişkileri Soğuk Savaşın dünyayı ikiye böldüğü ortamda ABD’nin liderlik yaptığı Batı öne çıkarken, Sovyetler Birliği’nin etrafında toplanan Doğu Bloğu ise içine kapanık ve baskıcı rejimlerle ayakta durmaya çalışıyordu. Doğu ve Batı birbirinden keskin çizgilerle ayrılmıştı. Tek ortak payda, Birleşmiş Milletler (BM) ve BM Güvenlik Konseyi idi. Ülkeler birer birer safını belirlerken, Türkiye de tarafını Batı ittifakından yana kullandı.

Yıl 12 Eylül 1963. Bir tarafta Fransa, Federal (Batı) Almanya, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda’nın oluşturduğu Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), diğer yanda ise Türkiye Cumhuriyeti devleti. Çiçeği burnunda AET ile Türkiye arasında 12 Eylül 1963 yılında, Ankara Antlaşması imzalandı. Ankara Antlaşması, Türkiye’ye tam üyeliğe taşıyacak maddeler içeriyordu. Ankara Antlaşması 60. yılına giriyor. 60 yılın kronolojisini burada tek tek açıklamak yerine –ki okuyucu bu kronoloji bilgisine internet ortamında çok rahat ulaşabilirbugün ve sonrasını değerlendirmek daha doğru olacaktır. Türkiye’nin Ankara Antlaşması’ndan doğan tam üyelik hakkının müzakeresi ancak 2005 yılında başlayabildi. 35 başlıkta başlatılan müzakerelerde hiçbir ilerleme kaydedilemedi ve güncellenmesi gereken Gümrük Birliği’nde dahi tek bir adım atılamadı. Sonuç olarak, Türkiye-AB ilişkileri son yıllarda donmuş durumdadır.

BATI’NIN ERDOĞAN KARŞITLIĞI

NATO Vilnius Zirvesi Yeni Bir Milat olabilir mi? Türkiye ile AB arasında donmuş olan ilişkiler uzun süredir, Batı’nın Erdoğan karşıtlığı ile devam etmektedir. Batı’nın en önemli kurumlarından olan AB, Avrupa Konseyi, NATO’da Türkiye aleyhinde yapılan açıklamalar sıklıkla gündeme gelmektedir. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınması noktasında Erdoğan’ın ortaya koydu sert tutum, NATO’da hoş karşılanmadı ve Türkiye’ye yoğun bir baskı gündeme geldi. Özellikle İsveç’in terörü destekleyen tavır ve davranışları, İslam karşıtlığı ve Kur’an-ı Kerim’i yakma girişimleri, Türkiye ve NATO arasında iplerin gerilmesine sebep oldu. Aynı şekilde Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” cümlesi, Birleşmiş Milletler’in yeniden yapılanması gerektiğini sık sık dile getirmesi, ABD’nin Yunanistan’da askeri üsler kurması ve Yunanistan tarafından Türkiye aleyhine yapılan açıklamalar, Doğu Akdeniz’deki enerji araştırmaları, Türkiye’nin savunma sanayindeki atılımları, ABD ile yaşanan F35 ve F16 krizi, Türkiye’nin Afrika açılımının Fransa’ya verdiği rahatsızlık, Rusya-Türkiye yakınlaşması, Libya-Türkiye Akdeniz münhasır hakları (Mavi Vatan Doktrini) gibi siyasi ve ekonomik gelişmeler, Türkiye ile Batı ittifakı paradigmasını sekteye uğrattı. Elbette bu paradigmal sapmada Batı’nın Türkiye üzerindeki emredici gücünü kaybetmesi de etkilidir. Tüm bunlar, Batı başkentlerinde “Türkiye’de eksen kayması mı yaşanıyor?” sorusuna neden olmaktadır. Pek çok Batılı şirketin Türkiye’den ayrılması, finansal desteklerin Batı tarafından kesilmesi, zımni olarak vize verilmemesi veya uzun zaman incelenme yapılması ve karşılıklı restleşmeler, bizi NATO Vilnius Zirvesi’ne kadar getirdi.

VİLNUS ZİRVESİ’NDE ZEYTİN DALI

Birbirine sırtını dönen AB/NATO ve Türkiye, Vilnius Zirvesi’nde birbirlerine zeytin dalı uzatmaya karar verdi. Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesi, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yeni bir dünya savaşına yol açma olasılığı veya nükleer faciaya kapı aralama endişesi tarafları birbirine yakınlaştırıyor. Elbette Türkiye’nin halen içinde bulunduğu derin yapısal ekonomik kriz, döviz yokluğu, yeni yatırımların olmayışı, depremin ağır faturası, Türkiye ile Batı’yı birbirine yakınlaştırmak zorunda bıraktı.

Devletlerarası ilişkilerde “daimi dostluk, daimi düşmanlık yoktur. Ortak çıkarlar vardır” pragması yine diplomasiyi ve uluslararası ilişkilerin nüvesini haklı çıkarmıştır. NATO Vilnius Zirvesi’nde Türkiye, İsveç’in NATO üyeliği vetosunu kaldırdı. Ukrayna’ya güvenlik garantisi verildi ve muhtemeldir ki AB’ye üye kabul edilerek, Ukrayna’nın gönlü de alınacaktır. Zirvede liderler samimi pozlar verdi. Türkiye ve Batı İttifakı, birbirlerine duydukları ihtiyaçtan dolayı, dümenlerini birbirlerine kırmaya başladılar. ABD, Türkiye’yi RusyaÇin bloğuna kaptırmak istemiyor. Enerji arzı ve güvenliğinde AB’nin Rusya ile olan ilişkilerinde, Türkiye’ye ihtiyacı olduğu muhakkak. Bu transnasyonel yaklaşım; yeni bir “Bahar” dönemi başlatır mı? Yoksa sahte baharlar, yeni bir Arap Baharı’nın habercisi mi?