Yaşamsal manifestosunu kaybetmeye yüz tutmuş birine ne demek lazımdır? Bu sayrılığı özünde yaşayan kimse veya toplum için durum nedir? Şöyle düşünün veya nihilist bir öngörüyle düşünün; “toplum ve birey ontolojisini tamamlayabildi mi?” Biz tarihin, bilimin, medeniyetin, gerçek İslam yaşayışının, birey olmanın, eğitimin, kültürün neresindeyiz?

Batı Ortaçağ’ın skolastik baskısından, Rönesans ve Reforma geçerken, Hıristiyanlığın yozlaşmış, aslından kopmuş ve çıkarlar üzerine kurulmuş düzenine başkaldırarak bugününe ulaşmıştır. Bireyselleşme, düşünme, sorma, sorgulama, hak arama, paylaşma ve paydaş olma, ortak idealde buluşma, uluslaşma ve saygınlık kazanma bu sürecin bir tezahürü olarak devam etmiştir. Bugünün özendiğimiz Batı’sı, ağır bedellerle günümüze gelmiştir. Önce birey vardır. Bireyler varlıklarıyla toplumu, devleti, düzeni oluşturur. Birey farklı siyasi görüş ve düşünceye, hatta inanca sahip olursa olsun, bireyin varlığı esastır.

Devlet ve düzen, bireylerin genel ahlak, inanç şekline göre dizayn edilir. Ancak devletin esas amacı da bireyi en yüksek ahlak, hukuk, siyaset felsefesi içinde “eğitir.” Politik dayatma yapmaz. Birey-toplum-devlet iç içe geçmiş yapılardır. Sistemden birini çekerseniz kaos devreye girer. Bireyin her konuda seviyesi yükseldikçe, toplumsal gelişmişlik düzeyi de o kadar artar. Bu bireyden topluma doğru giden tümdengelimdir

Kısacası birey tikeldir veya dedüksiyondur. Birey etkidir ve etkene geçer. Her bir birey ontolojisini tamamladığında, toplumla çelişkiye düşmez ve bütünleşir. Toplumun genel yapısına uyumlu davranır. Karakter ve kişilik birbirini tamamlar. Böylece toplum da gelişir.

Oysa toplumun genelinde cehalet ve hurafe varsa, eğitim ve kültür seviyesi düşükse, bilim, sanat, uygarlık üretmiyorsa; medeniyetin gereklerini yerine getiremiyor demektir. Bunun sosyolojik ve siyasi karşılığı (belki de felsefi) ezilen, sömürülen, horlanan, saygınlık duyulmayan bir toplum veya devlettir. Bu durumda toplumun genelinde sözde ahlak, sözde din, sözde hukuk, sözde adalet algısı oluşmuştur. İdeoloji de işin içine girdiğinde, birey, toplum ve devlette bütünlük kopmuş demektir. Türkiye’nin yeni bir ahlak, hukuk ve siyaset tanımına ihtiyacı vardır. Bu da ancak devletin üreteceği temel politikalarla ortaya çıkacaktır. Devlet tarafından üretilecek bu değerlerle yeni nesil yetiştirilmelidir. Her şeyden evvel yeni nesil; vicdanlı, dürüst, onurlu, erdemli, duyarlı, hoşgörülü, saygılı, özgüveni yüksek, ezilmişlik duygusundan sıyrılmış, tarih, dil, millet bilinci gelişmiş, dini değerlere saygılı, inancını modern İslam aklı ve düşüncesine göre biçimlendirmiş olarak yetiştirilmelidir. Yüksek kültüre sahip bireylere ihtiyacımız var.

Çok okuyan, bilim ve fikir üreten ve üretilenlere sahip çıkan toplum ve devlet yapısına sahip olmalıyız. Birbirinin kuyusunu kazan değil, birbirini yükselten ve yücelten bireyler olmalıyız. Bizim başta siyaset olmak üzere her alanda “ortak paydaya” ihtiyacımız var. Ülkenin ardışık bölünmüş siyaset kurumu ahlak temeline oturmalı. Temelden tavana, tavandan temele birlikte bunu başarmalıyız.

Batı toplumlarında işleyen ve herkesin riayet ettiği bir sistem var. Her ne olursa olsun, tüm siyasi, sosyal ve kültürel çekişme, “ortak payda”da birleşiyor. Kimse ortak paydanın dokularıyla oynamıyor. Oynama cesaret etmiyor. Sistem işlemeye devam ediyor. Ülkemizde yaşanan ve adına ahlak denen kavramı değer ve gerçek olarak tanımlamak mümkün değildir. Zira ahlakın bizzat kendisi hipotetik (varsayımsal, farazi) yaşanmaktadır.

Birey ve toplum ahlaklılığı biçimsel algılamakta, yaşanan düzeni genel ahlakın süreci olarak değerlendirmektedir. Bireysel hırsların ve aç gözlülüğün hemen her alanda toplumun bütün katmanlarına yayıldığını görüyoruz. Devlet kaynaklarını sömürmek, yolsuzluğa her türlü kılıfı uydurmak, vergi kaçırmak, adam kayırmak, adam sendecilik (vurdumduymazlık), bireysel ve kurumsal sorumsuzluk, etik değer eksikliği, kişiye göre yargı, ideolojiye göre yargı, dinsel bağnazlık, ticari açgözlülük, ticarette kandırma ve aldatma, suça göz yumma ve daha pek çok değerler alt üst oldu. Eğitimin dayatmacı ve ezberletici özelliği, kültür ve entelektüel birikimin kullanılmaması, yoksulluğun cehaleti tetiklemesi ve bu cehaletin siyaset kurumu tarafından siyasi rant olarak kullanılması da ahlakın yozlaşmasına zemin hazırlamıştır.

YENİ BİR İNANÇ FELSEFESİ Mİ? YENİ BİR AHLAK FELSEFESİ Mİ?

İnanç nedir? Sorusuna verilebilecek en doğru cevap; gönülden bağlı olmaktır. Bir dine, düşünceye veya kavrama inanma demektir. Ahlak ise bir toplum içinde bireylerin benimsedikleri ve uymak zorunda oldukları davranış kural ve biçimleridir. Öyle ise “ahlak inanılan kavram/inanç” olmalıdır. İnanılan şey ise ahlakın bizzat kendisidir. Ahlak kaynağını, dinden, gelenek, görenekten alır. En önemlisi de ahlak kaynağını “din”den alır. Din ahlakın temel biçimlendirme aracıdır. Ahlakın oluşması için “etik”e ihtiyaç vardır. Etik Felsefi olarak, “Ahlak Bilimi” demektir. Etik ahlakın teorisi, ahlak ise uygulama alanıdır. O halde yapılması gereken şey, “Ahlakı yeniden tanımlamak ve bu ahlak değerler üzerine toplumu inşa etmek gerekir. Her insan bir şeye inanır. İnançsızlıkta bir inanç biçimidir. İnsan hiçbir şeye inanmasa bile varacağı en son kavram hiççilik olarak bilinen nihilizmdir ki o da bir çeşit inamadır. Ahlakın bireyselliği, toplumu ve devleti doğrudan etkilemediği sürece bireyde kalmalıdır. Bireyin özel yaşamına ahlak ve din olgusunu dayatmak hatadır.

Bugün ülkemizde yaşanan ahlak diye dayatılan da aslında budur. Esas olan kişiyi toplum ve devlet yararına yetiştirmektir. Bireysel menfaat ve üstünlük yerini, devletin ve toplumun üstünlüğü ilkesine bırakmalıdır. Evrensel ahlak yoktur. Ancak evrensel insan hakları, demokrasi, temel hak ve özgürlükler vardır. Bu temel insani haklar üzerine, toplumsal ahlak oturtulur. Einstein; “Bütün işi Newton yaptı, ben sadece onun omuzları üzerinde duruyorum” demiştir. Bana göre de insanlığın özü ahlak ve dindir. İnsan da onun omuzlarında yükselecektir. Ahlak ve dinin temeli ise akıldır. Aklın ve mantığın olmadığı yerde, kocaman bir yalan, aldatmaca vardır. Okumayan, düşünmeyen ve akıl yoksunu toplumlar sadece sürü psikolojisiyle hareket ederler.

Bu anlayışa göre, hukuk, demokrasi, insan hakları ile temel hak ve özgürlükler her türlü ideolojinin üstünde olmalıdır. Hukuk Allah’a en yakın bilimdir. Zira adalet duygusu hukukun temelidir. Her bireyin dinsel, kültürel vb. kimlikler gibi farklı kimlikleri vardır. Ancak bu kimliklerin ortak paydası “insan kimliği”dir