Bu hafta basında yeralan bir haber dikkatinizi çekmiş olabilir. Romanların tahliyesinden sonra Fatih Belediyesi ve TOKİ tarafından dönüştürülen Sulukule'de metrekaresi 500 liradan ortalama 15-50.000 lira bedellerle istimlak tehdidiyle toplanan konutların bulunduğu arsalar üzerinde geliştirilen yeni projede "şehiriçinde villa" sloganıyla satış fiyatlarının 800-900.000 liralara yükseldiği ve devam eden üç farklı davaya rağmen inşaatına ara verilmeden devam edilen projede neredeyse 20 katı fiyat artışı oluştuğundan bahsediliyordu. Bu artış o kadar dikkat çekiciydi ki İngiltere'nin önde gelen gazetelerinden The Guardian bile bu konuyu haber yapmıştı.

İlk bakışta ne var bunda? denebilir, ancak bu örnek şu anda paldır küldür devam ettirilen vahşi kentsel dönüşüm uygulamasının sonucunu örneklemesi açısından son derece önemlidir. Zira dönüşüm alanlarından çıkarılan düşük gelir grubuna dahil insanlar "Yeni İstanbul" vaadiyle İstanbul'un Karadeniz kıyılarına ve Silivri tarafına yönlendirilirken, bu insanların boşalttığı kent içi alanlarda geliştirilen projelerdeki rant artışının 10-20 kat olması sözkonusudur. Önce Fikirtepe'de verilen aşırı imar izinlerinin halkta yarattığı açgözlülük halinden faydalanılmış, akabinde ise Depremde Riskli Yapılar'a dair kanun çıkarılarak halkın iradesini ve müşterek hareketini zayıflatmak hatta ortadan kaldırmak amaçlanmıştır. Neticede başarısız olan Fikirtepe örneğini değerlendiren kamuoyunda "insanların kendi istikbalini değerlendiremediği ve aşırı hırslı davrandığı" algısı oluşturulmuştur. Bu algı çok da yanlış olmamasına rağmen uygulamada, kentsel dönüşüm alanlarında depreme dayanıksız evlerde oturan insanların kendilerine sağlam bir ev talep etmelerinin ötesinde oluşacak ranttan istemiş oldukları payın engellenmesi hedeflenmiştir.

Sulukule örneğine dönecek olursak neredeyse şehir dışına sürülen düşük gelir grubundan insanlara ufacık tefecik bir sosyal konut verilmiş ve dönüşüm başarıldı havası yaratılmıştır, oysa ortaya çıkan 20 katı bulan kentsel ranttan ne eski ev sahipleri faydalanabilmiştir ne de kentsel rantı vergilendirmeye birtürlü yanaşmayan devlet. Dönüşümün bu şekilde devam ettirilmesi halinde tek sonuç; düşük gelir gruplarının Beylikdüzü, Silivri, Arnavutköy gibi kent çeperlerine gönderilirken Ağustos depreminden sonra Zekeriyaköy, Bahçeşehir gibi villa ve uydu kent bölgelerine giden üst gelir gruplarının dönüşümü takiben ortaya çıkacak kentiçi projelere dönüş yapmasıdır.

Bu söylem Marksist ve Leninist bir yaklaşım olarak alaya alınıyor olabilir ancak işin ilginç yanı bu tespitleri yapanlar koministler değil tam aksine Amerikalı ve Avrupalı liberallerdi. Birkaç yıl önce Türkiye'ye gelen Amerikalı bir profesör "Kentsel dönüşüm yüksek gelir gruplarının değeri yükselen kent içine dönme çabasıdır" demişti. Aynı şekilde bu dönüşümü uygulamış olan bazı Avrupa ülkeleri, dönüşümle birlikte kenti terk etmek zorunda kalan hemşire, sekreter, şoför gibi kent içinde çalışmakta olan ancak kent içinde yaşamaya uygun gelirleri olmayan meslek gruplarının büyük şehirleri terk etmelerinden doğan boşluğa çözüm olarak tüm dönüşüm projelerinde sosyal konutlara ve sosyal tesislere de yerverilmesini şart koşan düzenlemeler yapmış ve bu şekilde kent içi yaşamı dengeli tutmaya çalışmışlardır. Bu tür düzenlemeler halen Londra gibi şehirlerde uygulanmaktadır. Kentin çok değerli bir yerini dönüştürseniz ve metrekaresi 20 bin Euro'dan residence'lar yapsanız da projede belli bir oranda sosyal konuta yer vermek zorundasınız. Aksi halde kent içi çalışanların daha küçük şehirlere veya şehir dışına göç etmesinden kaynaklı bir şehir içi istihdamı açığı ortaya çıkacaktır. Bu aynen bugün İstanbul'da yaşamamak için tayin isteyen doktor ve öğretmenlerin durumu gibidir.

Vahşi bir kentsel dönüşüm geliştirme şirketlerine bir rant transferi sağlamaktadır, dolayısıyla düşük gelir grubundan insanların arazileri için imar düzenlemeleri yapan TOKİ gibi kuruluşlar da bu ranttan faydalanmaktadır. İşin ilginç yanı bu şekilde düşük gelir gruplarını ev sahibi yapma amacı güden modern Robin Hood TOKİ, sağladığı rant kazancıyla fakir vatandaşları ancak şehir çeperlerinde yaşayabilecekleri bir ortama itmektedir. Ortaya çıkan durumun Türkçesi "Düşük gelir gruplarına dahil insanlar uydu kentlere yöneltilirken, yüksek gelir grubu şehre dönmektedir". Ancak bu durum orta vadede hizmet sektöründe çalışan insanların kentten kaçışını getirecektir. Örneğin Etiler'de bir restoranda çalışan garson Silivri'den işe gelmekte ve hayatını idame etmekte zorlanacaktır, bunun sonucunda istihdam eksikliği çekilecektir. Doktor ve öğretmenlerin büyük kentlerden kaçması durumu dönüşüm geçiren Londra gibi kentlerde aynen yaşanmıştır.

Kentsel dönüşümde ortaya çıkacak yeni kent parçalarının sosyal dokuyu dengeli olarak temsil etmesi gerekmektedir, oysa mevcutta Fikirtepe'de, Kağıthane'de proje geliştiren şirketlerin umudu; eski evlerin sahiplerinin değişecek hayat tarzı ve aidat gibi parasal etkenler yüzünden yeni projelerde yaşamak istememeleridir. Çünki kamuoyunda özendirilen kapalı site yaşamları gelir grupları ve sosyal sınıflar açısından izole bir hayat tarzı getirmektedir ve bu üst gelir grubuna dahil insanlar kapısının önüne ayakkabılarını bırakan düşük gelir grubuna dahil insanlarla birarada yaşamak istememektedir. Bu hayat tarzı sunidir ve orta vadede insan davranışlarına uygun değildir. İlk zamanlar kapalı garaj ve havuz unsurlarıyla avunan ev sahipleri bir süre sonra bu sitelerin kent hayatından ne kadar kopuk olduğunu fark etmektedir. Bu nedenle son dönemlerde geliştirme şirketlerinin eğilimi, kapalı sitelerden vazgeçerek gerçek bir kenti taklit eden, ortak bir sosyal hayat yaratabilecek açık projeler geliştirmektir. Mimarlar bunu; kent yaşamına uygun, insan ölçeğinde projeler olarak tanımlıyorlar.

Sözün özü; alel acele gaz verilen kentsel dönüşüm; modern insanın kent yaşamıyla ilgili beklentilerine cevap vermeyen, ortaya çıkan kentsel rantı TOKİ çevresindeki birkaç müteaahide aktaran, daha da önemlisi ileride şehir istihdamı açısından geri dönülmez yaralar açabilecek bir şekilde yürümektedir. Sosyal fayda gözeten bir dönüşüm stratejisi zannedildiği gibi sosyalist ülkelerin değil, liberal ülkelerin keşfettiği bir yöntemdir ve burada ortaya çıkacak büyük rant gelirlerinin tüm vatandaşların faydasına devlete vergi geliri olarak dönmesi gerekmektedir. Bu çerçevede mutlaka kentsel dönüşüm ile gelen imar haklarının yarattığı parasal faydalara yönelik bir vergi getirilmeli ve dönüşüm projelerinde düşük gelir gruplarının ihtiyaçlarına kısmen de olsa yerverilmelidir.