Gölcük depreminden sonra gündemimize geldi kentsel dönüşüm konusu. Yıllar yılı belediyelerin plansız, izinsiz ve kalitesiz yapılaşmaya göz yummasının neticesinde mevcut yapı stoğunun neredeyse yarısının yenilenmesi gereği ortaya çıkmıştı. Siyasi hesaplarla insan canının riske atılması yalnızca yapı stoğunun kalitesini bozmadı, aynı zamanda vahşi bir ranta da yolaçtı. Devlet arazilerine el koyma, mafyalaşma ve sonrasında kontrolsüz bir gecekondulaşma hareketi başta İstanbul olmak üzere neredeyse bütün kentlerde altyapı, trafik ve görüntü problemlerine yol açtı. Evet, bugün deprem tehlikesi nedeniyle kentsel dönüşümün bir zorunluluk olduğunu kabul ediyoruz. Ancak dönüşüm hareketinden çıkar sağlama amacı maalesef bu hareketin köklü bir değişim yaratmasının önüne geçiyor.

DÖNÜŞÜM HAREKETİ KAR ODAKLI BİR İŞ MODELİNE DÖNÜŞTÜ
Yapı stoğunun yenilenmesi öncelikle deprem riski yüksek alanlarda ve kalitesiz gecekondu yapılaşma alanlarında aciliyet taşıyordu, ancak bugün geldiğimiz noktada kentsel dönüşümün olanca hızıyla sürdüğü yere bakın; Bağdat Caddesi… Ya da üzerinde en çok tartışılan alana bakın; Fikirtepe yani Kadıköy’ün dibi. Görülebileceği gibi bugünkü kentsel dönüşüm hareketi tamamen kar odaklı bir iş modeline dönüşmüş durumda. İşin ilginç yanı insanların mülkiyet hakkı ve yaşam tarzları bu dönüşüm hareketi içinde bir takım zorlamalara tabi olmakta ve çıkar grupları hükümet nezdinde daha hızlı uygulama yapılabilmesine yönelik olarak zaman zaman hukuki düzenlemeler talep etmektedir. Bu konu gündeme geldiğinden beri yapılan kentsel dönüşümle ilgili hukuki düzenlemelerin özüne baktığınızda tamamen yatırımcıyı korumaya yönelik olduğunu ve bireylerin haklarına ise pek saygı gösterilmediğini görebilirsiniz.

ŞEHİRCİLİKTE MASTER PLAN YAPMIYORUZ
Hadi özel sektör kar arayışındadır bu normaldir  diyelim. Ama asıl deprem riski ile karşı karşıya olan ya da gecekondu yapılaşmasına kurban edilmiş alanlarda hala bütünsel bir yenilenme hareketi başlatılamamış olmasına ne diyeceğiz? Hükümet tarafından ortaya atılan bu hareketin vizyoner bir sahibi ve uygulayıcısı yok. Bir uygulayıcı olarak TOKİ maalesef ne dünya uygulamalarını incelemiş ne de ortaya bir vizyon koyabilmiş değil. Övünerek anlattıkları Ataşehir tam bir şehircilik felaketi. Modern yapılaşma diye örnek verilen yerde birbirine komşu iki proje arasında ancak arabayla seyahat edebiliyorsunuz. Bir kent meydanı ve yaya yolu düşünülmemiş ve otuz binden fazla insanı barındıran bir yerde tüm trafiği iki kavşağa mahkum edecek kadar geleceği göremeyen bir anlayışla betonlaştırılmış bir alan Ataşehir… Kabul etmemiz gerekir ki biz Türkler planlama işini bilmiyoruz, şehircilikte master plan yapmıyoruz ve tamamen kendi çıkarları için bastıran müteahhitlerin isteklerine ve çıkar paylaşımına dayalı bir belediyecilik söz konusu.

DÖNÜŞÜM ARAZİNİN KIYMETLİ OLDUĞU ŞEHİR İÇİNDE YAPILIYOR
Zamanında Türkiye’ye gelmiş bir Amerikalı profesör kentsel dönüşüm için; “Kentsel dönüşüm, varlıklı sı-Gnıfın düşük gelirli insanları kent dışına atma planıdır” demişti. Bugün geldiğimiz noktada orta gelirli insanların sonradan ortaya çıkmış ve devasa beton bloklardan başka bir şey olmayan Esenyurt, Beylikdüzü gibi uydu kentlere yönlendirilirken, Fikirtepe gibi kent içinde kalmış değerli alanlara metrekaresine 6.000-7.000 lira ödeyebilecek varlıklı kesimi hedefleyen projeler yapıldığını görüyoruz. Eskiyen ve modern hayatı desteklemeyen şehir içi apartmanlar yüzünden varlıklı insanlar önce şehrin çeperlerine çekilmeyi düşündüler. Zekeriyaköy, Kemerburgaz gibi yerleşim alanları bu arayışın sonunda ortaya çıktı. Ancak baktılar ki yetersiz altyapı ve ulaşım problemi yüzünden bu şekilde yaşamak güçlük yaratıyor, tekrar şehre dönüş arayışı başladı. Ancak şehre dönebilmeleri için yeni ve modern binalar yapılmalıydı. Var olan kıt araziler doğan talebi karşılamaya yetmezdi. Bu nedenle kentsel dönüşüm hareketi olanca güçle desteklendi. Bugün geldiğimiz noktada 10 yıldan fazla zaman geçtiği halde ne gecekondu alanlarında ne de deprem riski yüksek alanlarda yapısal bir değişim gerçekleşmesi söz konusu değil. Ya nerede gerçekleşiyor değişim? Arazinin kıymetli olduğu şehir içi noktalarda…

SOSYOLOJİK SONUÇLARI…
Bu yaklaşımın sosyolojik sonuçlarını bugünkü müteahhitlik sisteminin analiz etmesi mümkün değil. Örneğin Londra bu durumun sonuçlarını öğrendi. Bu süreç sonunda kent içinde yaşamak o kadar pahalı hale geliyor ki öğretmen, garson, memur gibi günlük işlerde yeri olan işgücünün şehir merkezinde barınması mümkün olmuyor. Bu insanlar şehrin çeperlerinden saatler süren yolculuklarla işlerine ulaşabiliyor. Sonuç; müthiş bir mutsuzluk, maddi sorunlar, büyük kentlerden kaçma isteği ve işyerleri için alt seviyede eleman bulamama… Üstelik bu Londra gibi altyapısı ve ulaşım sistemi gelişmiş bir yerde ortaya çıkıyor. Sırf bu nedenle Londra içinde dönüşüm projelerinde orta ve alt gelir gruplarına da yer verilmesi şartı getirilmişti. İstanbul’da ise ulaşım olarak size sunulan şey, metro bile değil, metrobüs denen çakma bir çözüm… O da yalnızca belirli bir hatta.

YAPI KALİTESİ VE YAŞAM RİSKİ SORUNUMUZ DEVAM EDİYOR
İnsan en çok yurt dışında özellikle de Avrupa’da gezerken kentlerdeki tarihi dokuyu ve yapılaşma standartlarını nasıl koruduklarını görünce üzülüyor. Yapı kalitesi varsa zaten kentsel dönüşüm diye bir şey de söz konusu değil, aksine yapıların korunması öncelikli. Kentlerin tasarımı insanlar rahat etsinler, yürüyerek dolaşsınlar, toplu taşıma kullansınlar diye yapılıyor. Yıllar önce metrobüsü belediye mucizevi bir çözüm olarak sunarken doğrusu biraz alaycılıkla karşılamıştık. O gün muhalif olmakla suçlanmış olabiliriz ama bugün metrobüsün kentin trafik sorununa hiçbir katkı yapmadığı gibi trafiği ağırlaştırdığını belediye kendisi itiraf ediyor. Kentsel gelişimde kısa vadeli mucizevi çözümlere asla yer yok. Bu iş uzun vadeli planlama ve köklü çözümler gerektiriyor. Bugün hala yapı kalitesi ve yaşam riski sorunumuz mevcut; son 10 yılda yapılanlara bakın acaba kaç kişinin hayatını kurtarabilecek bir dönüşüm yapıldı? Geldiğimiz noktada parsel parsel imarı artırmak ve bina dikmek genel geçer uygulama. Eskiden yaşlı ve çirkin yapılarımız vardı, şimdi yeni ve çirkin yapılarımız var ve hala planlı ve yaşanabilir şehirlerimiz yok. Bunun adı kentsel dönüşüm değil, bunun adı “Rant odaklı parsel dönüşümü” ve ortaya çıkan ranttan hala toplumsal bir fayda sağlanabilmiş değil. Çünkü biz hala her şeyde olduğu gibi “mış gibi yapıyoruz”.

PLANSIZ ŞEHİRLER
Şunu kabul etmemiz lazım ki insanlarımızı filan düşünmüyoruz. Varsa yoksa rant, para, inşaat… Muhtemelen hükümetin belediyecilikten gelmesinin bir neticesi bu. Ama partiyle de çok alakası yok bu anlayışın. Zira geçtiğimiz ay İzmir’de Alsancak sahilinde dolaşırken güzelim deniz kıyısının düzenlemesinin belediye tarafından üç beş bank, elektrik direği ve rastgele çimlendirmekten ibaret anlaşıldığını görerek üzüldüm. Bizde belediyeler habire yurt dışı gezi yapar ama gezdikleri yerlerden pek bir şey öğrenmedikleri aşikar. Belediyecilik halka güzel bir yaşam sunmak için değil, zenginleşmek ve rant dağıtımı için yapılıyor. Sonuç; kalitesiz yaşam alanları, zevksiz yapılar, plansız şehirler ve mutsuz insanlar… Yıllar önce Türkiye’nin en büyük müteahhitlerinden birisi “Kentsel dönüşümün başarılı olması için doğacak rantın tüm taraflar arasında adil dağıtımı gerekir” diye gazetede de çıkan beyanatımı okuyunca köpürmüş ve istifamı istemişti. Şimdi ortaya çıkan durumda hasbelkader arazisi olan düşük gelir gruplarına “Siz bu modern sitelerin aidatını bile ödeyemezsiniz” diye şehir dışına yol gösteriliyor. İstanbul dışına yeni İstanbullar kurma çabası var, yerseniz! Oralarda niye yaşasınlar? İşyerleri nerde? Eğlence yerleri, yaşam alanları nerede? Şehri şehir yapan şeyler nerede, diye kimse sormuyor. En büyük havaalanını yapacaklarmış, güzel de insanlar uçakla işe gitmiyor...