umhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son mesajları
çok önemli, çok sert ve çok dikkat çekici.
Cumhurbaşkanı kelimelerini özenle seçiyor.
Üstüne basa basa söylüyor. “Linç” diyor. “Darbe,
vatana ihanet” diyor. “Bu can bu tende oldukça mücadelem
sürecek” diyor.
“Darbe” var mı? “Paralel” var mı? Siyaset biliminin
bu iki soruya cevabı: evet ikisi de var. Açıklayalım.
Önce “darbe”. “Darbe “demek, devirmek demek. 17-
25 Aralık operasyonlarının amacı “devirmek” miydi?
Evet.Hedef alınan dört Bakan, sıradan Bakanlar değildi.
Erdoğan’ın Başbakanlık süresince hep yanında olan, en
yakın çalışma arkadaşları idi. Arkasından gelen tufan:
darbe doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve ailesini aldı.
Amaç artık belliydi: Erdoğan’ı devirmek ve AK Parti’yi
ikiye, üçe bölmek, parçalamak, dağıtmak. “Paralel”
“darbe”yi gerçekleştiren güçtü.
“Darbe” operasyonunun gelmekte olduğu Siyaset
Bilimi penceresinden bakınca iki yıl önce anlaşılmıştı.
2013 Ocak ayında fırtınanın yaklaştığını hissettim ve yazdım:
“Hayalleri karambolden gol atıp Erdoğan sonrası
sayfayı Türkiye’de açıp eski günlere dönmek”
(16 Ocak 2013)
“ANLAŞILAMAMAK BAŞBAKANIN
KADERİ Mİ ?”
Ocak ayında bu yazıyı yazdım. Mayıs ayında “Gezi
olayları” patladı. Ama
“Gezi” bir son değildi. Volkan patlamıştı. “Paralel”
neticeye ulaşmak için çabasını olanca gücüyle sürdürüyordu.
18 Temmuz 2013’te “Başbakan bu tuzağa düşmemeli”
yazımı yazdım. Arkasından 17-25 Aralık 2013
kabusu geldi. Kabus devam ediyor.
“PARALEL” NASIL ÇALIŞIYOR?
“Paralel” ile “Cemaati” karıştırmamak lazım.
“Cemaat” bir fikir akımı , “inanç” grubu . Fikirler ve
inançlar babadan oğula geçer. Süreklilik söz konusudur.
Ama “paralel” farklı. Bir amaç için kurulmuş bir örgüttür.
“Darbe” “cemaat” tarafından gerçekleştirilmedi. Örgüt
organize etti.
“Ergenekon “davaları “paralel”in metodunun ne
olduğunu Türk kamuoyuna gösterdi. Genelkurmay Eski
Başkanı İlker Başbuğ konuşuyor: “Suçsuzduk. Hapse
atıldık. Arkadaşlarımızdan hastalananlar, ölenler oldu.”
“Paralel” için “delil”, “savunma” diye bir sorun
yoktu. Uydurma tapeler, hayali deliller, her şey mubahtı.
Hedef hapse tıkmaktı. Hapiste ölmesi bir sorun
değildi.
O dönemde Türk kamuoyunun bir kısmı bu yargılama
biçimini skandal olarak niteliyordu. Ama çoğunluk
sessiz kaldı. Neticede amaç “askeri vesayet”i geriletmekti.
Bu dönemde İlker Başbuğ’un Başbakan
Erdoğan’a yaptığı uyarı dikkatlerden kaçtı : “bugün bize,
yarın size.”
“Yarın” “paralel”in AK Parti’ye savaş açmasıyla ortaya
çıktı. Ve bugün AK Parti de “paralel”e savaş açtı.”
Bu can bu tende oldukça mücadele devam edecek” .
“Paralel deşifre oldu” deniyor. Ama tehlike bitmiş
değil. Aynen devam ediyor. Sürecek
gibi gözüküyor. Belki de bu durum daha
on yıllarca devam edecek.
“PARALEL” NEDEN ÇOK
TEHLİKELİ
“Paralel” neden çok tehlikeli?
Çünkü hukuku takmıyor. Hukuku
kullanıyor. Amaç rakipleri saf dışı etmek.
Hapse tıkmak. Hapishanede
hasta olup ölmeleri kendi sorunları
diyor.
Haziran 2015 seçimleri öncesi
hedef artık daha geniş bir daire.
Erdoğan’ı destekleyenleri pasifize
etmek, onları sindirmek.
Gezi’de hedef Başbakan
Erdoğan’dı. 17 – 25 Aralık’ta
Başbakanın en yakın çalışma arkadaşları
Bakanlar. Şimdiki sinsi hedef AK Partiyi en
yakından destekleyen sanatçılar, bilim adamları.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haziran 2015 seçimleri
öncesinde destekçilerinden mahrum bırakmak istiyorlar.
HSYK TARİHİ BİR
GÖREV ÜSTLENDİ
HSYK 2’nci Dairesi
Başkanı Mehmet Yılmaz
konuşuyor: “Savcıların görevde
kalmalarının yargı
erkinin nüfuz ve itibarına
zarar vereceği sonucuna
vardık. Savcıların yaptıkları
görevleri nedeniyle değil
hukuken davranmaları gereken
şekilde davranmamaları,
soruşturmaları Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
kurallarına uygun ve tarafsız yürütemedikleri kanısına
varıldığı için…”
HSYK Türk yargısının itibarı açısından bir büyük beyaz
sayfanın altına imzasını atıyor. Ama bu çaba ve özen
yarıda kalırsa çok yazık olur.
Dev mağduriyetlere yol açan çok vahim şikâyetler devam
ediyor. Her mağdur suç duyurusunda bulunmalı.
HSYK da süratle bu adaletsizliklerin üzerine gitmeli.
Sorumluları bulmalı ve cezalandırmalı. Cezalar da caydırıcı
olmalı.
Bugün en vahim şekilde ifade edilen mağduriyetler
ve şikâyetler neler? Hiçbir somut delil ve hatta emare
bulunmadığı halde insanlar cezalandırılıyor mu?
Mahkemece verilen kararlar usul ve yasalara, ceza yargılamasının
temel ilkelerine aykırı olmaya devam ediyor
mu? Mahkeme kararları ile ceza hukukunun genel ilke
ve karineleri ihlal ediliyor mu? Hiçbir delil olmadığı halde
sırf bir katılanın beyanına dayanılarak insanlar mahkûm
ediliyor mu? Bu katılan, iddiasını mahkeme önüne
geldiğinde tekrarlamadığı
halde, mahkeme, dışarda
ifade ettiği iddia ve yalanları
hala gerçek kabul
edip insanları mahkûm ediyor
mu? Benim bildiğim somut
örnekler var.
Batı demokrasilerinde
yargıçlar kılı kırk yarıyor.
Her delil üzerine titizlikle
gidiyor. Bir kişinin beraat etmesi
için suçlu olduğunun
anlaşılmamış olması kafidir
diyor. Hukukun vatandaş aleyhine netice vermemesi
için azami dikkat gösteriyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu konularda gayet
net. “Mahkemeler ve mahkeme mensupları sanıkların
itham edilen suçu işlediği varsayımı ile işe başlamamalılar.
İspat yükü savcılığa aittir. Mahkemeler tüm şüpheleri
sanığın lehine kullanmalıdır.
İtiraz ve şikâyetler Türkiye’de bugün olağanüstü yoğun.
İftiralar ve yalanlarla hüküm veriliyor mu? Bir örnek:
İddiada bulunanlar mahkeme önüne geldiklerinde
bu iddialarını tekrarlamasalar bile mahkeme tekrarlamış
gibi kabul ederek sanıkları mahkûm ediyor mu?
Son aylardaki yargı kararları bu açıdan titizlikle incelenmeli.
HSYK’ya çalışmalarında başarılar diliyoruz.