Akaryakıt, gübre, ilaç, elektrik ve işçilik maliyetlerinin aşağı çekilmesi için bir şey yapılması gerekiyor. Ya da fi yatlar yüksek kalacaksa o zaman tüketici kesimin, işçinin, memurun, emeklinin gelirlerinin artırılması yolunda bir adım atılması lazım. Bu yıl, fındık, şekerpancarı, üzün, incir, çay, tütün, buğday, arpa, ayçiçeği gibi ürünlerde üreticilerin memnun kalacağı bir taban fiyat şart.

Halk arasında bir deyim vardır; “Yaz bolluk, bereket mevsimidir” diye. İlkbaharda ekilen ekinler, dikilen meyveler yazın bolluğun, bereketin müjdecisidir. Her yıl yaz geldi mi pazarlar ve marketler, bin bir çeşit sebze meyve ile dolar taşardı. Herkes ucuz yaz meyvesini, sebzesini gönlüne göre bolca tüketiyordu.

Peki bu yaz ne oldu da yaz meyvelerinin, sebzelerinin fiyatı hiç düşmüyor, hatta gün be gün yükseliyor? Karpuzun, üzümün, incirin, şeftalinin, armudun ve diğer meyvelerin ve sebzelerin fiyatı neden yüksek? Hangi kirli eller bunları ucuzlatmıyor? dediğimiz şu günlerde artık kirli el aramak yerine başka sebeplerin de olduğunu düşünmeye başlasak iyi olmaz mı? Yaz meyveleri pazarda neden pahalı? Bunun birden çok sebebi var.

Bu sebepleri ortadan giderecek olan da bürokraside köşe başını tutmuş, koltuğu bırakmamak için kıpırdamayan, kendini devlet gören memur ve bürokratlardan başlamakta fayda var. Oysa onlar devlet değil, devletin memuru. İşini yapmayanları görevde tutmanın kime ne faydası var? Türkiye’de 1985 yılında, Özal’ın başbakanlığı döneminde Maliye Bakanı Ahmet Kurtcebe Alptemoçin’di. Özal hükümeti, KDV uygulamasına ilişkin kanunu meclisten geçirdi ve uygulamaya koydu.

O yıllar kimse fiş, fatura kesmek istemiyordu. Sonraki yıllarda Rahmetli Adnan Kahveci’nin buluşu olan “Fiş getiren işçi, memur ve işverenlere KDV pirim iadesi” uygulaması başladı. Herkes satın aldığı malın KDV’sinin esnafa kalması yerine, fiş toplayıp az da olsa gelirlerine katkı sağlamak için “Her alışverişte fiş” uygulamasına destek oldu. Yazar kasalar gelişti. Şirketlerin muhasebelerinde KDV zarfları dağ gibi yığıldı. Sistemin yerleşmesi için, defterdarlık çalışanları, vergi dairesi personeli sık sık esnaf denetimlerine çıktılar. Tam da o yıllarda akaryakıt yolsuzluğu-hırsızlığı da dağ gibi büyümüştü.

Sanayi Bakanlığı’nın bütün illerdeki müdürlükleri işi gücü bıraktı pompalarda ölçümlere başladı. Eksik akaryakıt veren bayilere ağır cezalar kesildi. Pompa güvenliği sağlandı. Ağır cezalar yüzünden kimse pompalarla oynayamamıştı. Bunları neden anlattım? Türkiye’de bir sistemin oturtulması hiç de kolay değil, 1980 darbesinin uzun yıllar ülkemizde kalıcı etkilerinin sebeplerinden biri “1982 Kenan Evren anayasası” diye tabir edilen yeni Anayasa’nın halk oyuna sunulup kabulüydü.

O tarihte 1961 darbe anayasası gitmiş, yerine 1980 darbesi Anayasası gelmişti. Ülkemizde 15 Temmuz sonrası halk oylamasıyla Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş sağlandı. Ama aradan onca zaman geçmesine rağmen yeni bir Anayasa oluşturulamadı. Yeni sistemle ilgili bir anayasa değişikliği halk oylamasına sunulmadı. Eski kanunlar ile yeni sistem arasındaki boşluklardan faydalanan bir kesim bunu kazanca çevirmeye devam ediyor.

ÜRETİCİLER ZORLANIYOR

Denetimler yeterli olmasa da yapılıyor ancak, serbest piyasa ekonomisi ülkede finans sistemleri üzerinden tüm dinamikleri etkiliyor. Faiz-kur artışı yüzünden üretim kesimi ne yapacağını bilemiyor, bocalıyor. Başta akaryakıt olmak üzere, gübre, işçilik ve ilaç fiyatlarındaki serbest fiyat rekabeti, bu ürünleri üreten firmaları kar şampiyonu yaparken, gelirleri sabit çiftçi kesimi ne ilaç, ne gübre alacak para, ne de 7.5 liradan 25 liraya çıkan akaryakıt fiyatlarına güç yetiştiremiyor. Bir örnek vermem gerekirse, büyükşehirlerden memleketindeki tarlasına ekim yapmak için giden bir insan o zaman gidiş dönüş otobüs-uçak için 300-400 lira ödüyorken, bu yıl 1000-1700 lira arası bir bedel ödemek zorunda kaldı.

Yol için 350-400 liralık bir depo ile giderken şimdi bir depo 1300-1400 gidiş, bir o kadar da dönüş maliyeti getirdi. Keza gübre fiyatlarındaki artık bire üç oldu. Zirai ilaç fiyatlarındaki artış da neredeyse bire 5 oranında arttı. Çiftçilerin traktör için aldıkları akaryakıt fiyatı farkı 5 kat arttı. Böyle bir ortamda üretim yapan çiftçiler sebze, meyveyi İstanbul’a ulaştırmak istese de karşılarında nakliye, lojistik giderleri dağ gibi duruyor. Böyle bir ortamda dünyanın kendi kendine yeten 7 ülkesinden biri olan Türkiye’de insanlar nasıl üretim yaparak yaşayacaklar? Bir mucize gerekiyor. Bir elin akaryakıt, gübre, ilaç, elektrik, işçilik maliyetlerinin aşağı çekilmesi için bir şey yapması gerekiyor. Ya da fiyatlar yüksek kalacaksa o zaman tüketici kesimin, işçinin, memurun, emeklinin gelirlerinin artırılması yolunda bir adım atılması gerekecek.

Bu yıl, fındık, şekerpancarı, üzün, incir, çay, tütün, buğday, arpa, ayçiçeği vs bir sürü temel ihracat ve tüketim mallarında üreticilerin memnun kalacağı bir taban fiyat şart. Fındıktan bir örnek verelim. Geçen yıl 27 lira olan fındık fiyatı o zamanki kur üzerinden 1 ABD doları, 8.32 TL’ydi. O günkü değer üzerinden bakıldığında 3.5 dolar karşılığına denk geliyordu. Bugün 17.87 olan dolar kuru ile kıyaslandığında fındık taban fiyatının en az 62.50 TL olması gerekiyor. Peki yeter mi? Elbette yetmez. Çünkü gübre, ilaç ve işçilik fiyatlarındaki artık ise yüzde 150’nin üzerinde. Bahçelerde ot vurmak için geçen yıl günlük 350 olan tırpan ücreti, bu yıl artık benzin fiyatı yüzünden 1.000 TL. Fiyata baktığımız zaman geçen yılın 3 katı. Bu durumda fındık taban fiyatının 80 liranın üzerinde olması gerekiyor ki, fındık üreticileri bahçelerine gidebilsin. Yoksa en çok ihracatta döviz girdisi sağlayan fındık, bahçelerde ziyan olacak.

TARIM POLİTİKALARI GÖZDEN GEÇİRİLMELİ

Ayırım yapmak istemeden diğer tarım ürünlerinde de aynı şey söz konusu. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin özellikle tarım politikalarını yeniden gözden geçirmesi şart. Üretim olmayan bir toplum açlığa mahkûm olur. Bunun için her aşamada üretim teşvik edilmeli. Ülkenin efendisi olan çiftçiler, mecburiyetten birer birer arazilerini bırakarak, üretimden çekilirken, devletin buna bir çözüm bulması şart. İnsanları büyük şehirlerde zar zor geçinecek bir maceraya atmak yerine köylünün hayatını sıkıntısız ve sadece bağını, bahçesini düşünerek, gelirini artırma çarelerini arayarak geçirmesi, ülkemizin zenginliğine zenginlik katacaktır. Aksi takdirde büyükşehirlere yapılan göçler daha büyük sorunların da başlangıcı gibi görünüyor. Bu yıl yaz bereketini ve bolluğunu, Ağustos başına kadar kimse hissedemedi. Umarım önümüzdeki aylarda çiftçilerin sesine kulak verilir. Sorunların aşılması zor değil. Yapılması gereken 5 temel uygulama ile çiftçilerin sorunları kökten çözülür. Bunlar; ucuz akaryakıt, ucuz gübre, ucuz ilaç, iyi bir taban fiyat açıklanması ve (Hollanda’da olduğu gibi) çiftçilere üretim aşamasında teknik destek sağlanması, üretim farklılığı ve yeni ürünler konusunda bilinçlendirilmesi. Bütün bunlar çözüldüğü anda üreticilerin önünde yıkılmaz gibi duran duvarlar yıkılır ve ülkemiz istenilen bolluğa tekrar kavuşur. Not: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 30 Temmuz’da Ordu’da fındık taban fiyatını açıkladı. Erdoğan, TMO’nun 2022 mahsulü 50 randıman fındığı 54 liradan alacağını söyledi. Bu fiyata sevinenler olduğu gibi fiyatı yetersiz bulanlar da var. Fiyatın 65-75 lira aralığında olacağı beklentisi de bir hayli fazlaydı. Sebebine gelince Türkiye’de fındık politikalarında hakim şirketlerden biri İtalyan firması Ferrero. Bu firma, Türkiye’den en çok fındık alan ve ihraç eden firma. Her yıl olduğu gibi bu yıl da fındık politikalarında etkili bir lobi yürütüyor. Fındık üretiminde Türkiye’ye rakip olmak için çabalayan İtalya’da fındık üretmek isteyenlere önemli teşvikler veriliyor. İtalya, Türkiye’nin 5’te biri kadar fındık üretiyor. Buna rağmen İtalya’da bir kilo fındık 3.25 Avro’dan satılıyor. Bunun TL değeri 59.60 lira. Olaya bu açıdan baktığımızda fındık üreticisi, dünya standartlarının altında bir fiyata ürününü satacak. Olayın bir başka boyutu ise geçen yıl en çok fındık ihracatının yapıldığı ülkeler arasında ilk sırada yer alan İtalya’ya kabuklu fındık ihracatında kilogram fiyatının 1.71 Avro’dan gönderilmesi. Bu durum hiç de uluslararası rekabet kurallarında Türkiye’nin lehine bir durum değil.