Yaşanmış bir ömrün ardından iz bırakanlar asla unutulmaz, eğer kalıcı bir eser bırakırlar ise... Sen doğduğunda herkes gülmüştü, öyle bir hayat yaşamalısın ki sen ebedi aleme göç ettiğinde herkes senin yokluğunu hissetsin, senin yokluğundan elem duysun... Dünyada saymakla bitiremediğimiz birçok canlı türü var. Bu canlılar arasında şüphesiz en önemli canlı varlık "insan"dır. Diğer canlılar ise adeta insana hizmet etmek için vardır. Böyle bir dünyada acaba biz insan olmanın önemini ne kadar idrak edebiliyoruz? İnsan olmanın gereklerini ne ölçüde yerine getirebiliyoruz? Bir mum olup başka mumları da yakabiliyor muyuz? Yoksa yanan mumları da biz mi söndürüyoruz? Hangi sınıfta olduğumuz hem yaşadığımız sürede hem de yaşamımız sona erdikten sonra büyük önem taşır. Eğer yakan mum sınıfında değil de söndüren mum sınıfında isek kimsenin arkamızdan üzülmesini, güzel bir şekilde hatırlamasını beklememek gerekir. Her an sınırsızca tükettiğimiz dünyaya miras olarak kalıcı eserler bırakabilmek en büyük emelimiz olmalıdır. Her insanın içinde yaşama ve yaşatma ideali daim olmalıdır. Peki nedir yaşatma ideali? Günümüz insanının en büyük ihtiyacı olan, ancak bir o kadar da gözden kaçırılan bir gaye-i hayat olan yaşatma ideali; biçarelere çare olan, talan etmek yerine inşa eden, beklenti içinde olmadan yardımlaşma da sınır tanımayan, herkesi olduğu gibi kabul eden ve öyle oldukları için onları seven, onlara saygı duyan kamil bir insan, yaşatma idealini de ruhuna bezenmiş duygularla tüm benliğini saran bir elbise gibi üzerinde her an onu taşıyacaktır. Yaşatma idealinin en temel unsurlarından biri kamil insan olabilmektir. İnsan okuyup öğrendikçe, öğrendiklerini hayatına uyguladıkça ve hayatında tüm güzellikleri çevresiyle paylaştıkça olgunluğa erer. Paylaşılmayan hiçbir eylem, duygu, düşünce olgunlaşmamış meyve gibidir. Sindirimi zordur, hazımsızlık doğurur. Fikirler, düşünceler paylaşıldıkça olgunlaşır, gelişir ve topluma yararlı hale gelir.

GERÇEK HOŞGÖRÜ
Yaşatma idealinin diğer bir unsuru ise gerçek hoşgörüye sahip olabilmektir. Karşımızdaki bizimle aynı frekansta diye onu yüceltmek, farklı frekansta diye yermek gerçek hoşgörü değildir. Önemli olan zıt kimliklerde bile olsa önce "insan" diye bakıp önyargısız bir şekilde saygı duyabilmektir. Sevmeyebilirsiniz ama gerçek hoşgörü ile saygı duyabilirsiniz, ancak o zaman "ben"leri bırakıp "biz"ler olabiliriz. İçinde bulunduğumuz dönem "biz" olgusunun etrafındaki surların yıkıldığı, hemen hemen her yerde "ben" olgusunun inşa edildiği bir süreç haline geldi. En güzel atasözlerimizden biri olan "bir elin nesi var iki elin sesi var" artık sadece bir sözden ibaret olmaya başladı. Öyle bir hayatımız olmalı ki herkes "iyi ki siz tanıdım, iyi ki varsınız, benim hayat ışığım oldunuz" diyebilmelidir. Çevrenize öyle bir enerji verin ki insanlar sizden aldıkları enerjiyi yüzyıllar sonrasına taşıyabilsinler. Umutsuzlara umut, dertlilere derman, sabırsızlara sabır, işsizlere iş, aşsızlara aş olabilmektir yaşatma ideali. Karşınızdaki kişiye bir kelime öğretmek bile yanmaya hazır bir mumu yakmaya yetecektir. Mevlana'nın dediği gibi siz siz olduktan sonra unutmayın ki bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık kişi yeterlidir. Ben tek başıma ne yapabilirim gibi bir düşünce bencil bir kanser hücresinin bütün canlıyı yok edip bitirdiği gibi sizi de siz olmaktan alıkoyacak ve günün birinde sizi de bitirecektir.

Yaşatma ideali kendisinden sonraki nesillere adeta bir pusula olma gayreti içinde olmaktır. Engin okyanuslarda seyahat edebilmenin, bulutların üzerinde dünyayı kuşbakışı seyredebilmenin en temel yolu bir pusulaya sahip olmaktır. Yoksa nereye, nasıl gideceğimiz hususu bir girdaba dönüşüp, geri dönüşü olmayan bir yolda bütün hayatımızı alıp götürebilir. Sınırsız kabul ettiğimiz kainatta bir nokta hükmünde dahi olamayan bizler eğer doğru bir pusulayla yola çıkmamış isek kendi yaşamımızın risk altında olmasından dolayı başka insanlara bir ışık, bir yaşam pınarı olmamız mümkün değildir. Unutmayalım ki yaşatmak için yaşamalıyız, adeta başkaları için "SEHPA" vazifesi görüp, onlara her zaman destek olup onları ayakta tutabilmemiz gerekir.

Sevmeliyiz, her şeyi karşılıksızca,
El vermeliyiz, her zaman her şartta,
Hoşgörmeliyiz, herkesi sınırsızca,
Paylaşmalıyız, acıyı da tatlıyı da,
Aşığı olmalıyız, yaşamanın ve yaşatmanın da...

Engin bir gönle sahip olup gönül tahtımızda herkes için bir sandalye daha koyarak herkese gönlümüzü açmak, bize açılan gönüllere de iştirak edip gönül almaktır yaşatma ideali. Dünyayı geçici savaşlardan kurtarıp, dünyaya kalıcı barışı tesis eden irfan ordusunun bir neferi olan, en zor zamanlarda bile tıpkı karakışta kardelenlerin çevresine o güzelliği yaşatması için gösterdiği azmi ve sabrı gösterme gayretini taşıyan, hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmayan, her gecenin sonunda sabahın olacağını, her kışın sonunda baharın geleceğini bilen yaşam pınarından akan suda bir damla, umut veren her ateşte bir kıvılcım olabilmemiz ümidiyle...