Bu yazı dizisi boyunca bazılarını çok kızdırabilirim baştan söyleyeyim... Ama inanın imam hatibin içinde hayat sanıldığı kadar asık suratlı değil. Tamam belki ben bazen gereksizce muzip biriyim ama... İmam hatip felsefesi yazmak da bana düşmez.

Yetkin hocaların, âlimlerin işi o...

Bu yazı, çocuk yaşta girip genç kızlığa adım attığım bir okul macerası. İmam hatibin hiç konuşulmayan hatta varsayılmayan bazen buruk ama genellikle “güler yüzlü” yüzü...

İnsanın en deli çağıdır gençlik değil mi, hele ilk gençlik... Saçınızı yeşile boyar, burnunuza küpe takar, ağustos sıcağında postalla gezer, beş parasız Bodrum’a gider, göbeğinize yılan dövmesi yaptırır, bisikletle Avrupa turuna çıkarsınız... İş hayatına atılmadan, kimsenin karısı ya da kocası olmadan önce çıkartılabilen bu yüksek sesler gençliğin şarkılarıdır...

Bir imam hatiplinin bu türden bir şarkısı olamaz. Hormonlar aynı, ateş aynı, çıkılacak dağlar, yürünecek yollar, yüzülecek denizler aynı... Aynı ama sen bir imam hatipliysen durmak ve dinmek zorundasın. Dramatize ettiğimi söyleyenler olacak ama hiç önemli değil. Benim yaptığım yaşadıklarımı anlatmak...

Evet abdest alır namaz kılar başınızı örtersiniz ama her okuldaki gibi koridorlar çınlar, dersler kaynatılır, şaklabanlıklar, zalim şakalar hatta dedikodular yapılır. Her okulda olduğu gibi kâh gülünür kâh ağlanır kâh zırlanır. Asıl ve önemli problem dışarıdadır... Okuldan memnun olmak ya da olmamak fark etmez, imam hatipli olmanın en kötü yanı başkalarının gözünde “imam hatipli” olmaktır. İşte bu bilgiye dayalı his, “azınlık psikolojisi”nin ta kendisidir.

NasIl “prens” oldum?

Her genç insan dünyayı ele geçirmek ister. İmam hatip okullarının fethedilecek dünyası ise cemaattir. İlahi söyleyebilir, hafız olabilir, meseller hadisler vecizelerle konuşabilir ve hayır dua alabilirsiniz. Fakat istediğiniz şey şarkı söylemek, resim heykel, karikatür, müzik yapmak, alkış ya da madalya almak ise başka yerde aramalısınız... İmam hatipte bulunmaz bu saydıklarım.

Ama inanın imam hatibin içinde hayat sanıldığı kadar asık suratlı değil. Tamam belki ben bazen gereksizce muzip biriyim ama...

Bu yazı, çocuk yaşta girip genç kızlığa adım attığım bir okul macerası. İmam hatibin hiç konuşulmayan hatta varsayılmayan bazen buruk ama genellikle “güler yüzlü” yüzü...

İmam hatipli olmanın ne demek olduğunu anlamama sebep olan hadiselerden biri şuydu:

İlkokul 5. sınıfta sahnelediğimiz yıl sonu piyesinde “prenses” rolündeydim. Sahnede küçük kızların rüyası olan o rüküş küçük gelinliklerden giyiyor ve müthiş havalı hissediyordum... İlkokul bitip de imam hatibe başladım ya... orta 1’in yılsonu piyesinde deneyimli bir oyuncu olarak rol almamazlık edemezdim. Sahne tozu yutmuştum bir kere (!) Sanırım Türkçe hocamızın başının altından çıkıyordu bu piyes işleri...

Neyse roller dağıtılmaya başlandığında anladık ki birinin “prens” olması gerekiyor! Kimsenin talip olmadığı bu role beni uygun buldu sonunda hoca. “pantolon” öbür kızlardan farklı kılmıştı beni ve bütün gözler üzerimdeydi. İmam hatipteydim ve pantolon sadece erkeklerin giydiği bir kıyafetti...

Muhbirler- masumlar

İmam hatip savunucularını muhtemelen kızdıracak başka bir konuya geldik ... Kim ne derse desin bu okullarda sistemin parçasıdır muhbirler. Ki hemen hepsi gönüllü soyunur bu işe. Okulun ideal olmayan öğrencilerini gözetleyip hocalara gammazlamak gibi mühim görevler üstlenirler. Yani benim gibileri hizaya çekmeye yarar hiç değilse bunu hedeflerler...

“Hocam Sevim bugün muayyen gününde değil ama öğle namazına gelmedi” ya da “Dün otobüste Nuray’la beraber yüksek sesle konuşup güldüler” türünden önemli bilgiler taşırlardı durmadan yukarıya. “Müdür muavininin odasına giderken orta 1’e giden bir erkeğe baktı” gibi iyice abes suçlamalarda bulundukları da olurdu. Uydurmuyorum, sahiden başıma geldi.

Abilerim ablalarım...

İmam hatip okuluna aile baskısıyla gitmedim ben. Ufacık fıçıcıklıktan beri gittiğim bir Kuran kursu vardı. Orada bizlere yol gösteren güzel yüzlü iyi kalpli ablalar olurdu... Bizimle ilgilenir, ders çalıştırırlar hatta annelerimizden izin alıp arada bir “sohbet”lere bile götürürlerdi bizi. Gel zaman git zaman “Madem ilkokul bitiyor, imam hatibe başlatalım mı seni? Ne dersin annesi?" demeye başladı bu cici ablalar... “Her gün şevkle gidiyordum kursa. Aslında çok küçük olduğum için bizimkiler başta pek sıcak bakmadı imam hatibe ama ablaların tatlı dili yılanı deliğinden çıkardı ve “Yaşasın yaşasın!” diye koşturdum ben de imam hatibe...

Neşeli anlatıyorum diye sakın yanlış anlamayın. Kurstaki ablalar gerçekten çok tatlı, gerçekten çok iyi, bilgili, temiz insanlardı. Erkek çocukların da abileri vardır böyle... Onlar da gerçekten nitelikli insanlar olur hep. Hiçbir zaman sinirlenmezler, ağızlarından tek bir kötü söz çıkmaz ve hep sizi düşünürler. Abartmıyorum, tanısanız gerçekten seversiniz... Sonuç olarak ablalar sayesinde imam hatipli oldum ben. Zorla değil yani güzellikle...

Otobüs ve kast sistemi

Benİm gittiğim Kadıköy İmam Hatip Lisesi, Çamlıca ile Kadıköy arasında, Acıbadem’in tam göbeğinde. Biraz yukarısında Hababam Sınıfı’na da ev sahipliği yapmış meşhur Çamlıca Kız Lisesi, hemen karşısında ise Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi vardır. Dolayısıyla bu üç okuldan çıkıp da servislere binmeyen bütün öğrenciler güzel havalarda Kadıköy’e yürür, geri kalan zamanlarda ise 3 numaralı Çamlıca - Kadıköy otobüsünü kullanırdı...

Otobüs Çamlıca’dan aşağı doğru iner, önce kız liselileri sonra da biz imam hatiplileri ve bizimle aynı duraktan binen güzel sanatlar öğrencilerini alırdı. Kışın herkes şapkalı, bereli, mantolu olduğu için idare oluyordu da güzel havalar manzarayı gerçekten mahvediyordu. Otobüs halkı, pilili etekliler - enteller ve lacivert başörtülüler olarak üç farklı gruba ayrılıyordu. Fakat biz imam hatiplilerin farkı diğerlerinden daha farklıydı. Biz değişiktik...

Onlar komşu bahçenin çiçekleri gibiydiler. Pek tasasız pek neşeliydiler. Süslü, renkli ve zalimdiler... Hakkımızda konuşup gülüştüklerini duyardık. Yanımızdan geçerken saçlarını savururlar ve bizimle asla göz göze gelmezlerdi. Aslında aynı filmlere gidiyor, aynı müzikleri dinliyor aynı kitapları okuyorduk ama... Onlar bunu bilmek istemiyor sadece bize bakıp sakızlarından kocaman balonlar yapıyorlardı. Bir imam hatiplinin sakız çiğnemeyeceğini biliyorlardı ne de olsa! Bazen gerçekten içlerinden saçını çekmek ya da poposunu çimdirmek istediklerim oluyordu ama imam hatibin en sinirli kızı gözlerini dikmişken kolum kanadım oynamıyordu (!)

Şaka bir yana bugün oturduğum ev de Acıbadem’de... Okulların dağıldığı saate denk gelince görüyorum, gelenek bozulmamış. Gene Kadıköy’e yürüyor ya da durakta 3 numarayı bekliyor imam hatipliler. Başörtüler değişmiş fakat... Benim taktıklarımdan değil ama bir o kadar kötü! Üniformalar desen hepten felaket. Elimde değil o küçücük kızları öyle görmek üzüyor beni.