Ülker, Doğuş Holding, Aysal gibi büyük grupların borçlarını yeniden yapılandırmak istemesi piyasalarda büyük şaşkınlık oluşturdu.

Ülker, Doğuş Holding, Aysal gibi büyük grupların borçlarını yeniden yapılandırmak istemesi piyasalarda büyük şaşkınlık oluşturdu. Örnek olarak bir şirket son 2 yılda toplam 4,3 milyar TL zarar etmiştir. Toplam borcu 24,3 milyar TL dir. Şirket, kreditörlerden 3 yılı geri ödemesiz 7 yıl vadeli yeniden yapılandırma istemektedir. Şirketin bilançolarında her ne kadar 36,5 milyar TL lik aktifi (varlığı) görünse de, bunun ne kadarının alacaklılara teminat olarak verildiği veya bunlar nakde çevrilecek olsa ne kadarlık bir reel gelir yaratılacağı tamamen bir muammadır. Doğrusu bu konuda hesapsız ve kitapsız, büyüme hırsıyla çevrelenmiş ve sadece belli çevrelerin zenginliklerini arrtırmak adına yapılan hamlelerin bedelini Türk Bankacılık sistemi yada milyonlarca konuyla alakası olmayan vatandaşın sırtına bindirilmesi doğru değildir. Biz bunu 90’ların sonunda çok acı bir şekilde yaşamamışmıydık? Peki bu Holdinglerde bol sıfırlı maaş alan üst düzey yöneticiler bunu hakikaten nasıl idrak edememektedirler? Bu kadar borçlanmayla nasıl sürdürülebilir bir iş modeli tanımlanabilir? Bu büyük grupların borçlarının toplam GSYH’ya oranı %5 ler seviyesinde olması da son derece düşündürücüdür. Bu soruları sayıca çok fazla arttırabiliriz.. Süreç analizini ele aldığımızda ne gibi unsurlar ile konuya doğru tespit sağlayabiliriz. Bu şirketlerin yönetim kademesinde yer alan değerli iş insanları ürün, fiyat, pazarlama, maliyet, finansman, vs politikalarıyla işi yönetememiş oldukları çok nettir. Şirketlerde hissedar ve profesyoneller birarada çalışırlarken profesyonellerin verileri ile eğer yanılgıya düşmüşler ise sağlıklı bir denetim mekanızmasını kurmuş olmaları gerekmezmiydi diye çok basit bir tespiti insan düşünmeden edemiyor. Şirket hissedar ve profesyonelleri tamamen algısal ve pragmatik yaklaşımlar ile Türkiye’nin büyük potansiyeline vurgu yaparak risk analizlerini hiçe sayarak birçok yatırım içinde olmaları işin sonunda büyük ek kaynak krizilerini tetiklemiş olabilmektedir. Yeterli döviz rezervi ve geliri olmayan şirketlerin dövizle borçlanmaları ve malum kur hareketleri sonucunda açık pozisyonları daha da büyümüştür. Sonuç olarak işin ehli olan uluslararası alanda kabul görmüş akademisyen yada profesyonellerden bile sadece kendi çıkarına gelecek şekilde yardım alıp işi bittikten sonra hiç oralı bile olmaması aslında kısır bir hırsın büyük yıkımlarını hazırlamaya başlamıştır. Bu yüzden şirketler ellerindeki değerleri (insan kaynakları ve sermaye) yeniden gözden geçirip aklı selimi işin merkezine koyarak makul işleri makul analizler ile yatırım kararlarına dönüştürmelidirler