"Türkiye’nin büyüme ve hayat pahalılığı arasındaki çelişki durumundan kurtulup, optimum bir enflasyon ve stabil bir kur yapısına ulaşması için üretim odaklı bir ekonomik yapıya ivme kazandırılması gerekiyor.”

Türkiye’nin içinde bulunduğu mevcut ekonomik durumu ve yaşanan türbülansı “İyon Ekonomisi” olarak adlandırmamız mümkün gözükmektedir. Bir taraftan yüksek seyreden ülkesel CDS risk primi, diğer taraftan başta enerji ve gıda olmak üzere TÜİK verilerine göre yüzde 70’leri bulan tüketici (TÜFE), yüzde 120’ler civarında üretici enflasyonu (ÜFE) ve kurda tekrar başlayan yukarı yönlü dalgalanmayı “negatif” kutup olarak ele alacak olursak, bir tarafta yüzde 80’leri aşan kapasite kullanımı ile başta imalat olmak üzere sanayi sektöründeki üretim hacmi, istihdam artışı ve işsizlik rakamlarında göreceli iyileşme, enerji hariç ihracatın ithalatı karşılama oranının hemen hemen başa baş olması gibi gelişmeleri ise “pozitif” kutup olarak değerlendirebiliriz. Büyüme eksenini pozitif elektron, fiyat istikrarından nispi uzaklaşma ve enflasyon ise negatif elektron olarak değerlendirebiliriz. Bu durumu, iyonik bağ ile bileşikler oluşturan negatif ve pozitif kutuplu iki atomun etkileşiminden hareketle ‘iyon ekonomisi’ olarak adlandırabiliriz. Bunun da Türkiye’nin geliştirmek istediği ekonomik modelin temel varsayımını oluşturduğunu öngörebiliriz.

ÜRETİM ODAKLI BİR EKONOMİK YAPIYA İVME KAZANDIRILMALI

Türkiye’nin büyüme ve hayat pahalılığı arasındaki çelişki durumundan kurtulup, optimum bir enflasyon ve stabil bir kur yapısına ulaşması için üretim odaklı bir ekonomik yapıya ivme kazandırılması gerektiği açıktır. Kurdaki artışla ithal girdilerin ve özellikle üretimde ihtiyaç duyulan ham madde ve yarı mamul madde fiyatlarında görülen artışın, üretim tarafında da ciddi bir üretici enflasyonuna neden olduğu görülmektedir. Bu durumun, aynı zamanda küresel olarak gerek gıda ve gerekse enerji fiyatlarında görülen artışlar doğrultusunda, ülkemizdeki fiyat artışlarına olan geçişkenliğiyle birlikte, beklenen enflasyon rakamlarımızı da yukarı yönlü etkilemesi kaçınılmaz olmaktadır. Ancak, her yıl üniversitelerimizden 800 bin dolayında öğrencinin mezun olduğunu düşünürsek ve yüzde 11,5 olan son işsizlik rakamından hareketle yılda ortalama 1,2 milyon civarında yeni iş imkanının oluşturulması ve buna bağlı üretim ve istihdam odaklı bir ekonomi politikası ekseninde hareket edilmesini bir bakıma kaçınılmaz kılmaktadır. Tam istihdam boyutuyla uygulanacak ekonomi politikaları, iktisadın temel kuramları kapsamında fiyat istikrarından da uzaklaşılması anlamına gelecektir. Bu ise, zaten yapısal bir sorun olan enflasyonun hem TÜFE, hem de ÜFE tarafında artışı anlamına gelmektedir. Aşırı enflasyonist dönemlerin, başta gelir dengesi ve adaleti üzerindeki bozucu etkisi ise çok açıktır. Kaçınılmaz olarak enflasyonla mücadele yönünde atılacak adımlar gündeme geldiğinde ise, en büyük açmaz, enflasyonun yarattığı tahribatı azaltmak için sonuçlarına yönelik bazı önlemler alınması şeklindeki uygulamalar ise, enflasyonun temel ve yapısal nedenlerinin iyileştirilememesi halinde, bir sarmal olarak tekrar tekrar ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

ENFLASYONİST BÜYÜME MODELİ

1971’den beri çift haneli enflasyonla karşı karşıya olan Türkiye’de, enflasyonist bir büyüme modeli ekseninde yapısal sorunların birikmesine yol açan politikalar uygulanmış, 1994 yılında, yüzde 125’i aşan TÜFE ve yüzde 146’yı aşan bir ÜFE enflasyonu ile zirveye ulaşmıştır. 2012 yılında ise, yüzde 6.16 TÜFE ve yüzde 2.45 ile son yılların en düşük enflasyon rakamlarını görmüştür. Ancak gerek ülkesel dinamikler, gerekse küresel gelişmeler ve dönemsel konjonktürlerin etkisiyle yapısal sorunlarını tamamen çözümlemeden yürütülen uygulamalar, özellikle üretimde daha ağırlıklı olarak emek-yoğun, konvansiyonel ve geleneksel üretim metotlarının devam etmesi neticesinde, yeni ekonomi olarak betimlenen bilgi tabanlı teknolojilere dayanan yeni üretim metodolojilerine geçişte sorunlar yaşamakta ve teknoloji üreten teknolojilere yatırım çok az bir orana sahip olduğu için, Türkiye’nin gelecekte ihracatının sürdürülebilirliği açısından risk oluşturmaktadır. Teknolojilerin süregelen ekonomiye etkisini ifade eden “yeni ekonomi” kavramı ile “sanayileşme mi, sanallaşma mı” paradoksunu da ortaya koymaktadır. Ülkemizde üretim odaklı bir büyüme ve istihdam modelinin sonuç vermesi için ise, başta Ar-Ge’yi ihmal etmeksizin bir üretim geliştirme, yani ÜR-GE eksenli de bir büyüme politikasının ortaya konulması önem arz etmektedir. Bunun sonucunda ise kısa vadeli bir üretim ve ihracat dengelerinde olumsuzluk yaşanabilir olmakla birlikte, orta vadede istihdam artışının istenen seviyeye gelmesi ardından, fiyat istikrarı yönünde de olumlu sonuçların görülmesi mümkün olabilecektir. Ancak bunun gerçek anlamda yapısal bir değişimle de desteklenmesi, inovasyona ve rekabete dayanan bir iş modeline evirilmesini de gerektirmektedir.

İYON EKONOMİSİ

Genel anlamda ‘İyon Ekonomisi’ olarak ifade ettiğimiz, eksi ve artı taraflarıyla küresel ekonomi ile entegre, büyüme ve istihdama dönük bir ulusal ekonomi, dengelerini sağladıktan sonra daha sıkı uygulanabilecek para politikası ve fiyat istikrarı ile enflasyonun aşağıya çekilmesini sağlayacak politikalarla da enflasyonu optimum bir seviyede dengelememiz mümkün olacaktır. Bu ise, daha önce Ekovitrin Dergisi’nin Mayıs 2022 sayısında da ifade ettiğimiz gibi, büyüme, inovasyon ve rekabetçi (BİR) ekonomik model için, geleneksel sanayileşme modelini revize ederek, rantabiliteye yani ekonomiklik ve verimliliğe dayanan yeni ekonomi veya diğer bir deyişle dijital-bilgi ekonomisine yatırım yapmamızı gerekli kılmaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu yapısal ekonomik sorunların çözümü için kısa vadeli para politikalarıyla değil, orta vadeli maliye politikaları ve uzun vadeli öngörülebilirlik için sürdürülebilir bir ekonomi politikası ortaya konulması gerekmektedir. Öncelikle ekonominin bütünü ile genel verimini artıracak doğrudan “yatırım harcamalarına” yönelik ve bütünü ile ekonominin genel verimliliğini arttırmaya yarayan kamu harcamalarını içeren maliye politikalarına öncelik verilecek şekilde bir anlayış hayata geçirilmelidir. Türkiye ekonomisinin makro dengeleri açısından; optimum enflasyon, rantabiliteyi sağlayacak üretim ve stabil bir kura olan ihtiyacı karşısında, ülke ekonomisinin dengeli bir büyüme, inovatif bir iş modeli ve verimliliğe dayalı rekabetçi üretim modeline dayanmasını sağlamak için, yeni bir ekonomik yaklaşımı kurgulamamızın gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Daha uzun vadeli sürdürülebilir bir ekonomi ve makro dengeler açısından, ortodoks politikalar veya heterodoks politikalar yanı sıra, Türkiye ekonomisinin dinamizmi açısından stokastik denge yaklaşımının hayata geçirilmesi bu açıdan önem taşımaktadır. Bu çerçevede dinamik stokastik genel denge modelleri, ekonomideki dalgalanmaların kaynaklarını belirlemede, yapısal değişimlerin nedenlerini açıklamada, politika değişimlerinin etkilerini tahmin etmede ve ekonomik dinamiklerin arkasındaki ivmeleri izlemede oldukça etkin modellerdir. Dolayısıyla, hem orta ve uzun vadeli, hem de kısa vadeli para politikası uygulamalarında da etkin olarak yararlanabilecek bir yaklaşım olarak ortaya konulabilir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, yapısal olarak 50 yıldır devam eden enflasyonun temelinde yer alan artan nüfus ve genç işsizlikle mücadele noktasında, büyüme ve istidam odaklı politikaların benimsenmiş olmasından kaynaklanan ve fiyat istikrarından göreceli uzaklaşma sonucunu doğuran sebeplerden biri olan bu kısır döngüden çıkılması önem arz etmektedir. Stokastik dinamik denge yaklaşımıyla da örtüşecek şekilde, yapısal çözüme ihtiyacımız olduğunu noktada, “BİR Ekonomi” dediğimiz, büyüme, inovasyon ve rekabet odaklı anlayışın makro ve mikro ölçekte ekonomiye hâkim kılınması büyük önem taşımaktadır.