Türkiye olarak Avrupa’nın gıda deposu olabilecek durumdayız fakat çok ciddi bir hata yapıyoruz. Tarım ürünlerini işlenmemiş şekilde dünyaya satarak adeta gelişmiş ülkelerin bir hammadde tedarikçisi gibi davranıyoruz. Oysa bizim ülkemizde veya yakın coğrafyamızda yetişen ürünleri Türkiye’de işleyerek, markalaştırarak bütün dünyaya satma imkânımız bulunuyor.

Ülkemizin bugünkü durumundan daha iyi noktaya gelmesi için, gittiğim her ülkede gördüğüm güzellikleri ve yapılabilecekleri ülkemize getirmeye çalışan, aynı zamanda hayatında bir amacı olan bir işadamıyım.

Bu noktada da Türkiye’nin kalkınmasının en önemli özelliğinin veya en önemli fonksiyonunun tarım sanayiinden geçtiğine inanıyorum. Bugün dünyada kalkınmış ülkelerin yüzde 99’u tarım sanayii ile kalkınmıştır. Her ne kadar Almanya otomobil sanayii veya Hollanda makine sanayii deniyorsa da bunların tamamının altyapısında tarım sanayii var.

Düşünün Almanların bugün bu noktaya gelmesindeki en önemli sebeplerden biri patates. Yine Hollanda’nın bugün bu noktaya gelmesindeki en önemli sebeplerden biri hayvansal ürünler ve çiçek yetiştiriciliği. İtalya ise domates ve sera yetiştiriciliği ile ön plana çıkar.

Tarım ürünleri ile sanayileşen bu ülkeler daha sonra farklı sanayi kollarına yayılıyor. Ama başlangıç noktası kesinlikle tarım sanayii. Ülkemizin bu noktada müthiş bir avantajı var. Avrupa’nın gıda deposu olabilecek durumdayız fakat çok ciddi bir hata yapıyoruz. Tarım ürünlerini işlenmemiş şekilde dünyaya satarak adeta bu gelişmiş ülkelerin bir hammadde tedarikçisi olarak davranıyoruz. Oysa bizim ülkemizde veya yakın coğrafyamızda yetişen ürünleri Türkiye’de işleyerek, markalaştırarak bütün dünyaya satma imkânımız bulunuyor. Örneğin, bir Avrupalı yarım bir domates ya da biberi sos haline getirip, bunu domates ve biberin 50 kat fiyatına satabiliyor. Bizse ürünleri Avrupa’ya hammadde olarak satıyoruz. Oysa ki yapmamız gereken şey domates değil, sos satmak. İşlenmemiş vişne değil, vişne sosu satmalıyız.

Dünyanın en büyük meyve suyu fabrikası ya da hammadde tedarikçisi İngiltere’de. Türkiye’de yetişen ürünlerin onda biri orada yetişmiyor veya çok azı yetişiyor. Fakat İngiltere, dünyadaki meyveleri toplayarak ülkemize satıyor. Vişne suyunun özünü birçok yabancı ülkeye Türkiye’de meşhur olan bir marka satıyor. Dünyanın en büyük içecek firmalarının en çok sattığı ürünlere baktığımızda 3-4. sırada Fanta veya meyve suyu ürünlerinin olduğunu görüyoruz. Peki bunları nereden tedarik ediyor? Ülkemizden hammadde olarak tedarik edip, kendi markasını koyarak tüm dünyaya satıyor.

DÜNYAYA DOMATES DEĞİL KETÇAP SATMALIYIZ

Bu noktada bizim özellikle gıda sektöründe hammaddemizi dünyaya ucuz satmak yerine, hammaddemizi işleyerek, sanayileştirerek, mamul haline getirerek tüm dünyaya satmamız gerekiyor. Bugün bir biber veya domatesten dünyada büyük marka ve cirolara ulaşmış Fransız firmaları bulunuyor. Bu markanın en önemli ürünlerinden biri ketçap. Ketçabın hammaddesi domates. Domates bizim ülkemizde, dünyadaki birçok ülkeden fazla üretiliyor. Biz hala hammadde olarak satıyoruz, onlar işleyip bize gönderiyor. Patates satmak önemli değil, patatesi cips yapıp satmak önemli. Patatesi sattığınızda 50 kuruş ya da cent iken, cips olarak sattığınızda 2-3 dolar gibi bir değere sahip. O yüzden tekrar vurguluyorum. Tarım sanayiini işlenmiş mamul ve marka haline getirmemiz lazım. Burada Türkiye’nin belki biraz geride olduğu özel ambalajlama da geliştirilmeli.

YABANCI İŞLENMİŞ TARIM ÜRÜNLERİNİN VERGİSİ YÜKSELTİLMELİ

Türkiye’de çok önemli bir sorun daha var. Bu Avrupa’da böyle değil. Bugün, marketlere gittiğimizde en basit ürünlerden olan sakızın bile yabancılaştığını görüyoruz. Yani eskiden yerli olan sakız markaları raflardan kalkarak bunun yerini İtalyan veya Fransız markaları işgal ediyor. Marketlerde özellikle gıda ve hayvancılık reyonundaki Türk mallarının oranı azalmış. Bugünden itibaren tarım ürünlerinde global, ulusal veya milli markaların raf oranı yüzde 65’e çıkarılmalı. Bundan meyve, sebze hariç tutulmalı. Yani, eğer sos yapılacaksa önce Türkiye’deki global üretici markalar bu üretime eğilmeli. Yurtdışından gelen sos gibi işlenmiş tarımsal ürünlerin vergileri yükseltilmeli. AB müsaade etmiyor gibi sebepleri bir tarafa bırakarak buna mutlaka çözüm bulunmalı.

TÜRKİYE, AVRUPA’NIN GIDA DEPOSU OLABİLİR

Toparlayacak olursak; Türkiye Avrupa’nın gıda deposu haline gelebilir. İtalya, İspanya bugün kan ağlıyor, bu boşluğu biz dolduracağız. Avrupa’daki bu sektör açığını biz dolduracağız. Hollanda’nın ürettiği peynir çeşitleri bugün 10-50 dolar arası fiyatla satılırken, bizim köylerimizdeki peynirlerin fiyatı 5-10 dolar arası fiyatlara alıcı buluyor. Bunu aşmamızın yolu, kendi peynirimizi marka haline getirmek ve daha sonra önce kendi bünyemizde tüketerek belirli bir olgunluk seviyesine ulaştırdıktan sonra Avrupa’ya satmamız lazım. Direkt Avrupa’ya satacağız diye bir şey yok. O yüzden şunu söylüyorum; ülkemizde veya yakın coğrafyada üretilen ürünlerin, tarım hammaddesinin markalaşarak yurtdışına, Avrupa’ya ve dünyaya satışı çok önemli. Bunun için yeterli tarım ürünlerimiz olmayabilir, o zaman biz hammadde olarak ithal edeceğiz ve işleyeceğiz, işlenmiş şekli ile Avrupa’ya göndereceğiz. Yani domates değil, sos satacağız. Patates değil cips satacağız. Meyve değil meyve salatası satacağız. Bugün dünyanın en büyük meyve salatası üreticileri Fransız, meyveli yoğurt üreticileri yine Fransız. Yoğurt benim, meyve benim, ama üretici Fransız. Atalarımızdan kalan yoğurdun hakkını veremiyoruz. İtalya ya da Fransa bunu bize sattığında alıyoruz. Böyle devam edersek kalkınma şansımız çok zayıf.

MAKARNA ÖRNEĞİNİ ÇOĞALTMAMIZ LAZIM

Diğer sanayilerde çok ciddi gelişmeler oluyor. Fakat esas zor olan tarım sanayii. Devlet ve özel sektör işbirliği ile global anlamda markalaşarak (milli marka değil, global marka) önce kendimizi üretimde geliştireceğiz ve dünyaya satacağız. Makarna reyonunda ulusal bünyede yerimizi aldık. Bizim buğday rezervimiz yeterli değil, alıyoruz ve işliyoruz. Markalaştırıyoruz ve İtalya’ya bile makarna satıyoruz. Bunu çoğaltmamız lazım. Bu sektörü büyütmemiz lazım. Tarım ithalatımız tabi ki olsun ama ihracatımız da 5 kat fazla olsun. Bunun için THY çok büyük öncülük yapıyor. THY’deki menülerin, Avrupa’da da bulunurluğunun artması kaçınılmaz. İnsanlar tarafından beğeni kazanıyoruz. Bunun için de şunu yapmamalıyız; atalarımızdan biz bunu gördük, bu şekilde yapalım değil, Avrupa’nın damak tadı nasıl, hangi tatlara önem veriyor, bunları iyi tespit etmemiz lazım. Bunun için belki yurtdışından gerçekten bu konuda ustaları getirerek Avrupa tatlarına göre işlenmiş tarım ürünleri satmalıyız. Marketlerde Türk malı tarım ürünü oranını yüzde 65-70’e çıkarmalıyız ve tarım ürünlerinde Ar-Ge desteği vermeliyiz. Raf ömrü, mamul veya ürün geliştirme ya da farklı tatlarda ürün geliştirme konusunda çalışmalar yapmalıyız. Dünya çapında marka olmuş firmaların Türkiye’de üretim yapmaları tabi ki önemli, bize değer katıyor. Bunun için markalaşacağız, işlenmiş ürünü iyi ambalajlayacağız ve dünyaya satacağız. Türkiye’den işlenmiş gıda ihracatı yapacağız. 

Son olarak da şunu belirteyim. Türkiye’mizin 7 bölgesinde 7 gıda bölgesi oluşturulmalı. Bölgeler üniversitelerle ve sanayilerle işbirliği yapmalı. Dünyanın en büyük işlenmiş gıda markalarının içerisinde mutlaka 7-8 global ölçekte Türk firmaları bulunması umuduyla hepinizi saygıyla selamlıyorum.