Son 40 yıldır iyi bir gözlemci olarak sokakların nabzını dinliyorum. En umutsuz olduğumuz darbe günlerinden en sevinçli olduğumuz bayramlara… Sokaklar halkın nabzıdır. Sokaklar halkın nefesidir. Sokaklar halkın ta kendisidir.

Sokaklarla ilk deneyimim 12 Eylül darbe gecesi olmuştu. Biz gazeteciler yılmaz, korkmaz, kendimizi dokunulmaz hissederdik. 12 Eylül gecesi her zaman olduğu gibi sabaha karşı kaldığım yerden çıkıp çalıştığım gazeteye gitmek üzere sokağa çıkmıştık. Daha 50 adım atmadan burnumun dibinde bir asker silahı… Daha ne oluyor demeden tüfeğin dipçiği göğsüme indi. Yere düşerken bağırdım, ne oluyor diye? Karşımdaki yaşıtım genç asker, “ellerini kaldır“ dedi. Ne oluyor diyemeden, “Kafa kağıdını çıkar” dedi. Ben o gün kafa kâğıdının “nüfus cüzdanı” olduğunu öğrendim. Bunu öğrenmede çok geç kalmıştım. Okuduğum okullarda, orta, lise ve üniversitede bize verilen eğitimde sokağın dili yoktu. Sonra öğrendim ki darbe olmuş. Sokaklar siviller yerine asker postallarıyla  parsellenmiş.

Derken Turgut Özal iktidara geldi. Türkiye dışa açık politikasıyla adeta bütün dünyada kabul görüyordu. Bu dönemde biz de gazetecilik mesleğimizin  “tecrübe” denen inceliklerine vakıf olarak dış dünyaya açıldık. Ülkeler gezdik. Yeni insanlar, yeni liderlerle tanışma fasılları yaşadık. O dönemde herkesin dili dolar, mark, borsa olarak sokaklara yansımıştı. Sokakların dili ekonomi olmuş, herkes cebinde dolar ve mark bulundurur olmuştu. Çünkü enflasyon giderek sokaklara hakim oluyordu. Enflasyondan kaçmanın yolu cebinde döviz bulundurarak paranın değerini koruma sistemi olarak algılanmış, sokaklarda döviz bürolarının çoğalmasına sebep olmuştu. O yıllarda benim kahramanım en büyük örnek aldığım devlet adamı, bir numara Özal ise 2 numara Adnan Kahveci olmuştu. Sonra 1990’lı yılların ortalarında Erbakan’ın koalisyon hükümetinin Başbakanı olarak İktidara gelmesiyle sokakların dili “Havuz” kelimesini tanıdı. Çünkü Erbakan devletin maliyesine uzanan hortumları kesmiş, işadamlarının devletin bankasından devletin hazinesine uzanan hortumları kestirmiş her şeyi “havuz” sisteminde birleştirmişti. Derken 28 Şubat postmodern darbe sonrası   sokakların dili yine değişti. Bu sefer sokakların dilinde “yeşil sermaye”nin cezalandırılması gibi söylemler artmıştı.

Velhasıl 1980’den günümüze sokakların dili neredeyse her yıl birkaç kez değişime uğradı. 2001 yılı sonbaharı. Kardeşim Eşref ile memlekete gidiyoruz. Ülke ekonomik olarak bitmiş, Başbakan Ecevit ülkeye kurtarıcı olarak ABD’den Kemal Derviş’i transfer etmiş ama, ne kamuda düzen var, ne sokaklarda. Dikkatimizi çekti. Yaklaşık 850 km’lik yolda kamyon trafiği yok gibiydi. Yollarda kamyon trafiğine yıllardır alışıktık. Bu sefer yollar boştu. Mübalağa olmasın ama  8 -9 saatlik yolda geçtiğimiz ya da karşılaştığımız yük taşıyan TIR ya da kamyon sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor gibiydi. Dedim ki, bir ülkenin ekonomik olarak yok olduğunu anlamanın tek yolu, bu yollar, demiryolları ve hava taşımacılığı. Bunlar durursa ülke ekonomisi durur. Eğer araçlarda yük yoksa sadece taşımacılık değil, üretim de bitmiştir. Arz da talep de bitmiştir. En büyük gösterge bu yollar… Eğer yolda kamyonlar çalışmıyorsa demek ki ekonomik sıkıntı başlamıştır.

Tabi o yıllarda malum maaşları milyon ya da milyar rakamlar telaffuz ederek alıyoruz. Sonra 2003 Ak Parti iktidarı ve sonrasında Türk lirasından 6 sıfırın atılmasıyla biz tekrar lira kuruş demeye başladık. Adı; Yeni Türk lirası “YTL” idi.

1 Ocak 2005’te dünyaya örnek olacak bir uygulama ile Türk lirasından 6 sıfır atıldı. Döviz kuru ise 1 dolar = 1,25 TL olarak dengelendi. Ekonomiye can gelmiş, Türk insanı üreten ve dünyaya ihracat yapan milletler kervanında yerini almıştı. İhracat hedefleri her yıl yüksek tutulmuş, 2023 hedefi ise 500 milyar dolar olarak  öngörülmüştü. O yıllarda sokaklarda sadece huzur istikrar aranıyordu ama arada sırada terör örgütlerinin patlattığı bombalar da oluyordu.

O günlerden bugünlere geldik. Şimdi sokağın sesi değişti. Şimdi sokağın sesi  başka çıkıyor. Sebebi önüne geçilmeyen fırsatçılık. Bin ev hanımı bağırıyor. “Antalya’da hortum seralara zarar vermiş olabilir. Bu tezgâhtaki sebze meyve bugün gelmedi ki niye fırsatçılık yapıyorsunuz”. Haklı mı haklı. Son zamanlarda  özellikle polis de zabıta da denetim işini bırakarak uzaktan gözlemek suretiyle ceza mahmurluğuna başladı. Denetim yerine yaz üç beş lira caz makbuzu ile karaborsacılarla mücadele edilemez. Vurguncularla mücadele edilemez. Sokağın sesine kulak vermeyen siyasetçiler hep kaybetmiştir. Sokakta insanın derdiyle ilgilenmeyen siyasetçilere sandıkta büyük dersler çıkmıştır. Sosyal medyadan gülücük göndererek insanları tavlamaya çalışan başkan adayları sokağa inin.  Refah Partisi 1990’lı yıllarda sokağa indi. Sokağın isteklerini dinledi iktidara geldi. Ak Parti 2002 yılında sokağa indi. Bizzat Recep Tayyip Erdoğan il il, ilçe ilçe gezdi. Sokağa indi insanlarla kucaklaştı. O zaman Facebook, Twitter, İnstagram yoktu. İnsanlarla sanal alemde değil, bire bir el sıkışıp selamlaştı. Şimdi önümüzde 31 Mart’ta zorlu bir yerel seçim var. Bakıyorum. Belediye başkan adaylarının çoğu güzel bir mekanda gülücükler göndererek halkına selam veriyor sanal alemden. Cevap da sanal alemde şöyle: “Başkanım, arkanızdayız. Seninleyiz.” Peki ya sandığa gidince o kişiler sanal alemden kendisine selam gönderenlere sandıkta “buraya kadarmış” derse…

Türkiye’nin güneyi sıkıntılı. Suriye’de ABD’nin başını çektiği küresel güçler bir taraftan terör örgütüne toprak kazandırma derdinde. Diğer taraftan da  ekonomik dengeyi bozmak adına dolar üzerinden ekonomik baskı yapıyor. Bütün bunlara rağmen halk 15 Temmuz’da olduğu gibi kilitlenmiş, bu millet , bu devlet bu toprak bizim diyor. Peki siyasetçilerin çoğunun derdi ne? Bir bakar mısınız emekli maaşlarındaki artışa, bir bakar mısınız memur maaşlarındaki artışa? Bir bakar mısınız enflasyondaki değişime? Bir de bakar mısınız bu millete hizmet için vekil olanların maaşlarındaki artışa?

TOPLUMUN TEMELİ ADALETTİR

Sokakların sesine kulak vermek lazım. Sokaklar kabullenmedikleri başkan adaylarını sahiplenmezse kaybeden sadece o aday olmayacak. O partiye gönülveren herkes kaybedecek. O zaman aday belirlerken adayların istekleri değil, sokağın kimi kabul edip bağrına basacağını, kime sahip çıkacağını da değerlendirmek lazım.

Biz inanıyoruz ki; 31 Mart sonrası ülkemiz için, milletimiz için çok iyi olacak. Ülkemiz 2023 vizyonunu sürdürerek gelişimini, kalkınmasını sürdürecek.