Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:

Değerli basın mensupları, bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, yani sizin gününüz. Öncelikle şunu ifade edeyim. Sade bir vatandaş olarak, Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak gerçekten de size minnet borçluyuz, teşekkürlerimi ifade ederek sözlerime başlamak isterim. Çünkü sizler günün 24 saatinde çalışırsınız. Bizler bazen evimizde otururuz, koltuğumuzda otururuz, sokakta, cadde de, kahvede gezeriz, arkadaşlarla sohbet ederiz ama bir şekliyle dünyadan haberleri alırız. O haberleri bize ulaştıran kişiler sizlersiniz. O nedenle dünyada neyin olup bittiğini öğrenmek isteyen herkes kim olursa olsun, kimliği, yaşam tarzı, eğitim düzeyi ne olursa olsun size teşekkür etmek zorundadır.


Değerli arkadaşlarım, teşekkürü yaptık ama yaşadığınız sorunlar da var. Bu sorunların siyaset kurumu tarafından yeterince ele alındığını ve değerlendirildiğini düşünmüyorum. İzlenen ekonomik politikanın pek çok sorun yarattığını, döviz ve faiz eksenli bir ekonominin yatırım, üretim ve istihdam eksenli bir politikaya dönüşmediği sürece işsizlik yarattığını biliyoruz. Sizler arasında da yüzlerce gazetecinin işsiz olduğunu biliyoruz. Haber peşinde koşan, toplumu bilgilendirmek isteyen kişilerin işsiz kalması gerçekten de dramatik bir tablodur. 1997 yılında yıpranma hakkını elde ettiniz, 24 saat çalışıyorsunuz, karda kışta çalışıyorsunuz, yağmurda, çamurda çalışıyorsunuz, savaş meydanlarında görev alıyorsunuz, terörle mücadeleyi yapan insanlarla beraber yeri zamanı geliyor haber yapmak için birlikte çalışıyorsunuz, koşturuyorsunuz, sel oluyor, fırtına oluyor yine sizler ordasınız ve bir yıpranma hakkınız var bu hak elinizden alındı 2008 yılında. Daha sonra yine sizin mücadelenizle bu hak teslim edilmek istendi ama basın kartına bağlandı. Bu da haksız bir uygulamaydı. Anayasa Mahkemesine gittik Anayasa Mahkemesi bunu iptal etti. Yeni bir düzenleme yaptılar eski düzenlemeyi aratmıyor dolayısıyla biz yine Cumhuriyet Halk Partisi olarak sizin hakkınızı savunmak için yeniden Anayasa Mahkemesine başvuracağız. Yaygın medya dışında yerel medyanın da aynı sorunları belki biraz daha ağır yaşadığını biliyoruz. Ama bu sorunları aşmak hepimizin ortak görevi. Bu sorunları yaşıyorsunuz ama neden minnet borcu duyduğumu da ifade edeyim. Bütün bu sorunlara karşın görevinizi azim ve kararlıkla yapıyorsunuz, kaleminizi satmıyorsunuz, olayları objektif olabildiğince yansıtmaya çalışıyorsunuz. Doğru haber adına kılı kırk yarıyorsunuz. O nedenle bizler habercilere minnet borçluyuz. Elbette ki görevinizi yaparken evrensel kuralları da göz ardı etmiyorsunuz. Bu da gazeteciliğin evrensel anlamda ne kadar önemli ve değerli olduğunu bize gösteriyor. Bu başka bir şeyi daha gündeme getiriyor. Gazeteciler aslında bir kamu görevi yapıyorlar, toplumu aydınlatıyorlar, toplumu bilgilendiriyorlar. Dolayısıyla kamu görevi üstlenen bir organın yani medyanın elbette ki bağımsız olması, elbette ki özgür olması lazım. O nedenledir ki çağdaş demokrasilerde medya yasama, yargı ve yürütme dışında dördüncü güç, dördüncü erk olarak tanımlanmıştır. Keşke bizde de böyle olabilse. Yasama, yargı ve yürütme dışında medyada demokrasinin ana omurgasını oluşturan temel kurumlardan biri olarak kabul edilse. Yasama, yargı ve yürütme vesayeti kabul etmiyor. Vesayet altında olan bir yasama, bir yürütme, bir yargı demokrasiyi yeteri kadar işletemez. O nedenle anayasalarda yasama, yargı ve yürütmeyi yer almakla birlikte medyanın özgürlüğünün de anayasada yer aldığını görüyoruz. Neden? Çünkü medya da vesayeti kabul etmez, etmemesi gerekir. Vesayet altındaki bir medyanın halka doğru haber vermeyeceğini biliyoruz, gerçekleri yansıtmayacağını biliyoruz. O nedenle bizim anayasamız da medyayla ilgili özel düzenlemeler getirmiştir. 28. madde diyor ki, “basın hürdür sansür edilemez.” Ne kadar güzel. Basının özgür olduğunu ve asla sansür edilemeyeceğini bir anayasal kural olarak belirlemiştir. Devam ediyor yine anayasa, “devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.” Haber alma özgürlüğünü sağlayacak tedbirleri almak devletin görevi olarak belirlenmiştir. Nerede? Anayasada. Yine devam ediyor anayasamız, 30. madde o da medyayla ilgili, basın araçlarının korunması, “basın araçları suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.” Bu ne demektir? Bütün bu düzenlemeler meydanın vesayeti kabul etmeyeceğini, özgürce haber peşinde koşacağını ve derlediği haberi topluma yansıtacağını, anayasal güvence içinde yansıtacağını ifade ediyor. Elbette ki sizler haber yaparken haber kaynaklarınızın korunması konusunda da son derece titiz olduğunuzu biliyorum. Gazeteciliğin evrensel kuralıdır, aldığınız haberin kaynağını açıklamazsınız. Bunun güvencesi de yine yasama organı tarafından verilmiştir. Gazetecinin haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz. Böylece gazeteci anayasal ve yasal güvenceler içinde haber peşinde koşan, doğru haberi kamuoyuna yansıtan kişi olarak belirleniyor. O nedenle gazetecilik bir kamu görevidir. Bunu belirlerken iki temel unsurunda önemli olduğunu ifade etmek isterim. Bunlardan birincisi şu, neden kamu görevi ve neden bu iki temel amaç amaçlanıyor. Haber kaynağını ve halkın haber alma hakkını korumak için bu düzenlemeler yapılmıştır. Haber alma ve haberi veren kişiyi korumak halkın haber almasını sağlamak için bu tür yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmıştır. İkincisi, medyanın dördüncü güç olarak halk adına yasama, yargı ve yürütmeyi denetlemesini sağlamıştır. Yasama organında yani parlamentoda olumsuz bir haberi geniş kitlelere ulaştıran kimdir? Medyadır. Yargıda herhangi bir adaletsiz kararı geniş kitlelere ulaştıran organ hangisidir? Yine medyadır. Yürütme organında yani devleti yönetenlerde bir yolsuzluk olduğu zaman veya liyakatsiz bir atama olduğu zaman bunu geniş kitlelere duyuran kimdir? Yine medya organıdır. Medya halk adına yasama, yargı ve yürütmeyi denetleyen en etkin kurum olarak ortaya çıkmaktadır. Demokrasinin güzelliği de burada zaten. Hiç kimse tek başına ben en büyük gücüm diyememektedir demokrasilerde. Denge vardır, denetleme vardır. En önemli denetleme organının ve en güçlü denetleme organının medya olduğunu da artık 21.yüzyılda akıl sahibi olan herkes kabul etmektedir.
Peki bu düzenlemeler var, güzel laflar ettik, peki Türkiye gerçekleri ne? Bu gerçekler üzerinde de durmamız gerekiyor. Medya gerçekten de dördüncü güç olarak kendisini ortaya koyabiliyor mu? Gerçekten de vesayeti tümüyle reddedebiliyor mu? Yasalarda ve anayasada öngörülen kurallara uygun olarak yürütme organı medyanın önündeki bütün engelleri kaldırıyor mu? Bunun üzerinde durmamız gerekiyor.
Değerli basın mensupları, 2020 yılında, yani 21.yüzyılın Türkiye’sinde gazeteciler 479 kez hakim karşısına çıkarılıyorsa orada sorunumuz var demektir. Bir yılda 479 kez yargıcın önüne çıkarıyorsunuz gazeteciyi. Yine 2020 yılında 78 gözaltı, 25 tutuklama, 17 darp ve tehditle gazeteci karşı karşıya kalıyorsa orada sorunumuz var demektir. Yine 2020 yılında 68 gazeteci hala Türkiye Cumhuriyeti devletinin hapishanelerinde ise orada oturup düşünmemiz lazım. Bir dönem gazeteciler arasında dünyanın en büyük hapishanesi Türkiye’deydi. Yine 2020 yılında televizyonlara karartma, gazetelere ilan ambargosu, doğru habere erişim engeli getiriliyorsa yine oturup düşünmemiz gerekiyor niye televizyonlara karartma, neden gazetelere ilan ambargosu ve neden doğru habere erişim engeli getiriyorsunuz.
Yine değerli arkadaşlarım, Basın İlan Kurumunca 5 gazeteye doğru haber yaptıkları için, altını bir daha çizeyim doğru haber yaptıkları için 333 gün ilan kesme cezası veriliyorsa yani Basın İlan Kurumu bir anlamda basın infaz kurumuna dönüşüyorsa oturup düşünmemiz gerekiyor. Nasıl bir demokrasi ve nasıl bir medya yaratmak istiyorlar. Yine 2020 yılında Türkiye’de bir ülkenin sözde Cumhurbaşkanı bir gazeteyi doğrudan hedef gösterip ben o gazeteyi okumuyorum size satın almayın okumayın diye çağrı yapıyorsa orada medya üzerindeki vesayeti ve baskıyı bir düşünün. Sıradan bir kişi bunu söylemiyor, devleti yöneten en tepedeki koltukta oturan zat söylüyor bunu ve bizim cumhuriyet tarihinde bir ilktir ve 21.yüzyılda söylenmiştir bunlar. Yine gerçekleri anlatan televizyon kanallarına 10 gün karartma, 54 yaptırım cezası uygulanıyorsa oturup düşünmemiz lazım, gerçekleri yazdıkları için, söyledikleri için, konuştukları için, tartıştıkları için.
Yine bir ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı görevinden istifa ettiği halde 1775 radyo ve televizyon kanalı Türkiye’de yayın yapan 1775 radyo ve televizyon kanalı 27 saat bakanın istifasını talimat alamadıkları için veremiyorlarsa orada oturup düşünmemiz lazım. Sıradan bir insan değil, hem aileden, hem damat, hem saraya yakın, hem hazineden, hem maliyeden sorumlu, istifa ediyor, açıklıyor, açıklamayın diye talimat geliyor. 1775 radyo ve televizyon kanalı 27 saat bu haberi vermiyor. Hangi medya özgürlüğünden söz edeceğiz, hangi demokrasiden söz edeceğiz, hangi insan haklarından söz edeceğiz? Halkın doğru bilgilendirilmesinden nasıl söz edeceğiz?
Değerli arkadaşlarım, bunların olduğu bir ülkede medya özgürlüğü yoktur. Medya mensupları baskı altındadır, haberi biliyorsunuz, görüyorsunuz, yaşıyorsunuz, vermek istiyorsunuz talimatla sizin yazdığınız haber, sizin söylediğiniz haber sizin çalıştığınız medya organlarında yer almıyor. Neden? İktidar istemediği için.
Değerli basın mensupları, iktidar bunları yapıyorsa yasadışı yollarla, altını bir daha çizeyim yasadışı yollarla bunları yapıyor yasalara uygun olarak değil yasadışı yollara başvurarak ve devletin kurumlarını kullanarak bunu yapıyor. Üç kanaldan bunu yapıyor, üç ayrı kanaldan. Birinci kanal Basın İlan Kurumu. Adını söyledik basın infaz kurumuna dönüştü. Efendim şu gazetelere benimle ilgili yaptılar diye şu kadar süre ilan kesme cezası veriyorum para vermeyeceğiz. Basın İlan Kurumu ne zamandan beri birilerinin basının çiftliği oldu? Ne zamandan beri hukuk dışına çıkarak kanunsuz işler yapmaya başladı? İkincisi RTÜK aracılığıyla Radyo Televizyon Üst Kurulu aracılığıyla talimat üzerine görev yapıyorlar. Para cezası ve karartma cezaları veriyorlar. Yaptıkları işlem de yasadışı. Talimat üzerine değil vicdani kanaatine göre, yasalara göre vermesi lazım. Medyanın evrensel kuralları var evrensel kurallara göre karar vermesi lazım.
Üçüncüsü, medya sahiplerine vergi denetimi. Gazeteye baskı yapıyorum olmuyor, RTÜK’ten ceza veriyorum olmuyor, ilan cezası, para cezası veriyorum olmuyor, o zaman bir şey yapmamız lazım. Ne olması lazım? Bu medya patronunu cezalandırmamız lazım nasıl? Vergi denetimi yapacağız, müfettişler görevlendireceğiz, cezalar yağdıracağız, ta ki susuncaya kadar. Bunu da bize demokrasi diye yutturmaya çalışıyorlar. Ama bütün bunlara karşın şunu söyleyebilirim, bütün baskılar ve bu baskıların yoğunlaşmasına karşın kalemini satmayan, özgürce haber yapan, bütün baskılara karşı direnen bir medyamız var. Dünyaya örnek olması gereken bir medyamız var. Bir dikta yönetiminde, bir sivil darbe yönetiminde her türlü baskıya rağmen direnen, kalemini satmayan bir medya grubumuz var. Bunlara yürekten teşekkür ederim. 12 Eylül askeri darbesinde bile bu kadar ağır bir tablo hiç görmemiştik. Bir daha ifade edeyim, 12 Eylül askeri darbesinde bile bu kadar ağır bir tablo görmemiştik.
Değerli arkadaşlarım, eleştiriyi yaptık, peki sistemi nasıl düzeltebiliriz, neler yapmalıyız, neler yapılmalı? Dostlarımızla iktidar olduğumuzda medya konusunda neleri yapacağız. Asgari 10 maddelik bir tabloyu bilgilerinize sunmak isterim.
1- Herhangi bir medya sahibi, kim olursa olsun bu faaliyeti dışında yani medya faaliyeti dışında başka bir ticari faaliyette bulunmamalı; aktif siyasetle uğraşmamalı. Temel işi sadece medya olmalı. Çünkü böyle bir yapılanma, medya sahibini siyasal baskılar karşısında daha güçlü kılar. Birinci kuralımız bu.
2- Gazetelerin dağıtımı bütün medya sahiplerinin ortak olduğu bir şirket tarafından yapılmalı. Çünkü bir gazetenin patronajına gazetelerin dağıtımı teslim edildiğinde, dağıtım konusu rakip gazeteler için tehdit olarak kullanılabilir. Bütün gazete sahipleri bir dağıtım şirketi kurarlar hepsi eşit şekilde, eşit payda ortak olurlar dağıtımı burası yapar. Böylece hiçbir sorun çıkmaz.
3- Medyada sendikalaşma şart olmalı. Yani zorunlu olmalı. Her gazeteci mutlaka bir sendikanın üyesi olmalı. Çünkü gazeteci, patronuna karşı da özgür olmalı. Sendikadan güç alarak haberinin arkasında durabilmeli. Gazeteciye bu güven mutlaka verilmeli.
4- RTÜK’ün yani Radyo Televizyon Üst Kurulunun yeniden yapılandırılması gerekiyor. RTÜK’ün, üye yapısı meslek örgütleri ile üniversitelerin temsilini sağlayacak doğrultuda değiştirilmeli, siyasi partilere tanınan kontenjan sayısı düşürülmeli. RTÜK, cezalandırmayı değil, evrensel yayıncılık ilkeleri çerçevesinde hareket etmeyi amaçlayan yönlendirici bir kurul olmalı.
5-Hiçbir gazeteci, gazetecilik faaliyetinden kaynaklı iddialarla tutuklanmamalı. Olası yargılamaların tutuksuz olması kuralı esas olmalı.
6- Basın İlan Kurumu, internet medyasını da kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılmalı; meslek örgütlerinin temsil sayısı arttırılmalı. Gazete tirajları ve internet sitelerinin izlenme trafiği bağımsız denetim kuruluşu tarafından denetlenmeli. Basın İlan Kurumu’nun ilan kesme yetkisine son verilmeli. Kamu ilanlarının fiyat tarifesi, objektif kıstaslara bağlanarak, siyasal iktidarın keyfi tutumuna bırakılmamalı. Basın İlan Kurumu, yerel medyanın desteklenmesi konusunda pozitif ayrımcılık yapmalı.
7- Evrensel kriterlere uygun, şeffaf ve denetlenebilir bir rayting ölçüm sistemine geçilmeli. Televizyonlarda gösterilen ve “zorunlu ilan” olarak sunumu yapılan tanıtım filmlerinin ücretsiz yayınlanmasından vazgeçilmeli.
8- Basın kartı, meslek örgütlerinin ortak katılımıyla oluşturulacak bir kurul tarafından verilmeli. Devlet bu alandan tümüyle çekilmeli. Kimin gazeteci olup olmadığına devlet değil, gazeteciler karar vermeli.
9- Basın ve ifade özgürlüğüne sınırlama getiren evrensel kriterler hariç, her ne koşulda olursa olsun sansür yasaklanmalı.
10- Sosyal medya, yeni medya veya alternatif medya olarak nitelendirilen mecralarda yayınlanan haberlerin doğruluğuyla ilgili bağımsız denetim/teyit mekanizmaları oluşturulmalı.
Bu 10 madde hayata geçirildiğinde gazetecilerin güvencesi olacak, doğru haber yaptıkları için kimse cezalandırılmayacak. Doğru haberlere erişim engeli olmayacak. Gazeteciler siyasal baskıyla tutuklanma, gözaltına alınma, hapse atılma gibi bir olayla karşılaşmayacak. Evrensel kurallara uygun olarak görevlerini yapmış olacaklar.
Sözlerime son verirken değerli arkadaşlarım tekrar bugününüzü kutlamak isterdim ama yaşadığınız acıları, dramları ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz. Biz umuyorum gelecek 10 Ocak’tan itibaren daha güzel bir Türkiye, daha güçlü bir medya, vesayetten arınmış bir medya, patron baskısının olmadığı, herkesin sosyal güvenlik haklarının olduğu, ayrıldığı zaman kıdem tazminatını alabileceği, siyasi otoriteyi ve siyasetçileri özgürce denetleyebilecekleri bir düzeni inşallah birlikte getireceğiz.
Hepinize en içten sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, hepinize yürekten teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım.
Madem bugün 10 Ocak, soru…
Soru- Efendim öncelikle Canan Kaftancıoğlu’yla ilgili bir sorum olacaktı. Sayın Cumhurbaşkanı, önce Cumhurbaşkanı sonra ardından da İçişleri Bakanı Sayın Kaftancıoğlu hakkında terörist suçlamasında bulundular. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İkinci olarak da yine Sayın Cumhurbaşkanının bir ziyareti oldu Saadet Partisine. Oğuzhan Asiltürk’ü evinde ziyaret etti. Ziyaret sonrası da hem nezaket, hem de ittifak olur mu seçimde diye bir görüşme diye kendisi de beyanda bulundu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Millet ittifakı özelinde özellikle Saadet Partisi de millet ittifakının bir bilişeni.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Birinci soru… Şu yanıtı verebilirim, Türkiye’nin çok ağır bir gündemi var. İşçinin sorunu var, emeklinin sorunu var, esnafın sorunu var, milyonlarca insan işsiz, üniversite mezunları artık temizlik işi yapmaya başladılar. Bütün bunlara baktığınızda Türkiye’nin gerçeklerini halktan gizlemek için yapay gündem oluşturuyorlar. Efendim İstanbul CHP İl Başkanı bilmem şöyleymiş, böyleymiş. Hayatımda bu kadar saçma bir şey duymadım. Bunlar bizim gündemimiz değil. İstanbul İl Başkanının gündemi de, benim gündemim de, bütün arkadaşlarımın gündemi de işsizlik, esnafın sorunu, çiftçinin sorunu, evine ekmek götüremeyen işsizin sorunu, yatağa aç giren yüzbinler, çöp konteynırlarından yemek toplayan, ekmek toplayan, ekmek kırıntılarıyla beslenen yüzbinler. Bizim sorunumuz bu. Onların gündemi ayrı. Onlar çünkü Türkiye’yi unuttular. Onların hedefinde sadece ve sadece CHP var. Çünkü CHP’nin doğruları söylemesine tahammül edemiyorlar. Edecekler. Söyleyeceğiz. Hangi baskıyı kurarlarsa kursunlar doğruları söyleyeceğiz.
Sayın Erdoğan’ın ziyaretleri… Olabilir. Biz hiçbir partinin iç işine karışmayız. O konuda yapılan açıklamalar var. Sizler gazeteciler olarak ne kadar büyük bir dikkatle izliyorsanız biz de o kadar büyük bir dikkatle izliyoruz. Erdoğan gideceğini görüyor, biliyor zaten. Acaba nasıl kurtulabilirim, nasıl iktidarımı sürdürebilirim. Buradan söyleyeyim, zulüm ile iktidar olunmaz, zulüm ile iktidar olanın sonu erken gelir. Erdoğan kendi sonunu görüyor. Bu millete zulmetti, kendi partililerine zulmetti, yoksulluğun en fazla olduğu yerler AK Partiye en fazla oyun çıktığı yerler. Onların hakkını, hukukunu kim savunuyor? Biz savunuyoruz, o savunmuyor, savunamıyor da zaten.
Soru- Efendim, Türk Telekom vurgunuyla bilinen Hariri ile Cumhurbaşkanı Erdoğan bir görüşme gerçekleştirdi. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türk Telekom’u aldılar, bakın nasıl aldılar sizler gerçi çok iyi biliyorsunuz ama bizi izleyen vatandaşlarımıza ifade edelim. Türk Telekom’u satın aldılar belli bir süreyle. Parayı nereden aldılar? Kamu bankalarından yani bizim bankalardan aldılar. Gittiler aldılar, karlarını yediler, paranın geri ödenmesine sıra gelince biz parayı ödemiyoruz dediler. Açıkça Türkiye Cumhuriyeti Devletini soydular. Soyan adam şimdi gelmiş Erdoğan’la yan yana. Devleti soyan adam, Türk Telekom’u soyan adam, faturasını bizim bankalara çıkaran adam senin muhatabın oluyor. Sen acaba ona şu soruyu sordun mu? Neden bankaların borcunu ödemediniz, neden ödemediniz? Bu çok ağır bir tablo, çok ağır bir tablo. O tablonun faturası pandemi sürecinde çocuklarımıza da çıktı. 3 milyonu aşkın çocuğumuz internete ulaşamıyor. Bunu yapacak olan kimdi? Türk Telekom’du. Ağır bir fatura. Onunla Erdoğan’ın bir araya gelip konuşması bile başlı başına bir dramdır.
Soru- Efendim iki sorum olacak. Birincisi, Boğaziçi’ndeki eylemler ilgili. Boğaziçi Üniversitesindeki eylemlerle ilgili Sayın Cumhurbaşkanının bir açıklaması oldu, terör örgütü iltisaklı kişiler ön safta ve ifade özgürlüğü değil orada yapılanlar diye. Birincisi bununla ilgili bir değerlendirme rica edeceğim.
İkincisi de, ABD’de kongreye Trump yanlılarının saldırısıyla ilgili olarak da bir değerlendirmesi oldu ve biz bu filmi 18 yıldır izliyoruz dedi. Cumhuriyet mitingleri ve Gezi olaylarını hatırlattı darbe çağrıları yapılmıştı diye. Ve sizin de sıklıkla gündeme getirdiğiniz ve görüntülerini talep ettiğiniz Bezm-i Alem Camisiyle ilgili de iddialarını bir kez daha tekrarladı Sayın Cumhurbaşkanı. Nasıl değerlendirirsiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Erdoğan’ın gündemi çok farklı, Erdoğan’ın gündeminde Türkiye yok zaten. Fakir yok, fukara yok, işsiz yok, esnaf yok, çiftçi yok, sanayici yok, Erdoğan’ın gündeminde bunların hiçbirisi yok. Çünkü Erdoğan halkın gündemini çalmak istiyor, kendi gündemini halka dayatmak istiyor. Böyle bir yapısı var. Çünkü neden? İşsizlik sorununu çözemiyor, esnafın sorununu çözemiyor, üretim sorununu çözemiyor. Bastırdılar faizi yükselt diye yükseltti. Kim bastırdı? Tefeciler bastırdı. Tefecilerin talebini yerine getiren kim? Erdoğan. Peki esnafın talebini yerine getirdi mi? Hayır. Çiftçinin talebini yerine getirdi mi? Hayır. İşsizin talebini yerine getirdi mi? Hayır. Gündemi başka bir yere çekmek istiyor.
Boğaziçi’nde öğrenciler eylem yapmışlar efendim bunlar terörist. Ne yaptılar bu öğrenciler? Şiddet mi uyguladılar? Hayır. Öğrencilerin ayağı kırıldı. Müzikle eylem yapıyorlar. Şunu sormak gerekir, bu öğrenciler ne istiyorlar? Bunlar delikanlı, bunlar bizim evlatlarımız, bizim çocuklarımız bunlar. Bizim bu çocuklarımız, bu evlatlarımız ne istiyorlar? Neden bu rektör atamasından rahatsızlar? Asıl devleti yöneten bir kişinin bu soruyu sorması lazım. Ama bu soruyu sormuyorsunuz herkesi terörist ilan ediyorsunuz. Ne kadar güzel, herkes terörist o pirüpak bir yerde duruyor! Çaresizlik buraya getirdi. Bezm-i Alem Camii vs. falan filan. Hayatımda bu kadar çok yalan söyleyen bir adam görmedim, bu kadar yalan söyleyen. Sen o camide miydin? Hayır. Kim vardı orada? İmam. İmam ne dedi? “Böyle bir şey yoktur” dedi. Ben imama mı inanacağım o camide olmayan adama mı inanacağım? “Kabataş İskelesinde efendim görüntüler var, bir kadına yapılan hakaretler var, beşikte olan çocuk var, Cuma günü göstereceğim bütün Türkiye izleyecek” dedi. Kaç Cuma geçti. Dediğim gibi bunun kadar yalan söyleyen ikinci bir insan görmedim ikinci bir insan. Devlet yalanla yönetilmez, devlet bilgiyle, birikimle yönetilir, adaletle yönetilir, liyakatle yönetilir. O üniversitede sadece öğrenciler mi hocalar da istemiyorlar onu. Oturup siyaset kurumunun düşünmesi lazım biz burada bir hata mı yaptık, bir eksikliğimiz mi oldu diye düşünmesi lazım. Ama siz düşünmüyorsunuz herkesi terörist ilan edip oradan kurtuluyorsunuz. Bu devlet yönetimi değildir. Ne oldu peki? Öğrencilerin hepsi serbest bırakıldı. Üniversitenin kapısına kelepçe taktınız siz. Bu fotoğrafı bütün dünya gördü. Bunlar doğru değil, hiçbirisi doğru değil.
Soru- Efendim bir de Ziraat Bankasıyla ilgili Sayıştay raporlarına yansıyanlarla ilgili bir sorum olacaktı. 1.6 milyar dolarlık bir kredi Virgin Adalarında bir kuruluşa verildi. Bir de bankanın yönetim kurulu üyelerine maaş dışında her üç ayda bir ikramiye ödendiği ve tüm üyelere tüm masrafları banka tarafından karşılanan kredi kartları verildiği, ama bu kredi kartlarının harcamasına yönelik bilgi istendiğinde paylaşılmadığı da Sayıştay raporlarına yansıdı. Nasıl değerlendirirsiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Değerli arkadaşlarım, biz küçük broşür yayınlamıştık. Mahkeme önce bu broşürün dağıtılmasını yasakladı sonra bir başka mahkeme bu yasağı kaldırdı. Broşürümüzün adı “Apalıklar”dı. Devletin nasıl arpalığa dönüştüğünü orada görüyorduk. Yüz binlerce, milyonu aşkın üniversite mezunu var işsiz. Ama bu beyler saray ve çevresi ve onların beslemeleri bir yerden değil, iki yerden değil, üç yerden değil, dört yerden değil, beş yerden maaş alıyorlar, beş yerden. En düşük maaşları 50 bin lira, 60 bin lira ayda aldıkları. Arkadaş bir maaş sana yetmiyor mu, iki maaş yetmiyor mu, üç maaş yetmiyor mu, dört maaş yetmiyor mu beş yerden maaş alıyorsun. Devleti açıkça soyuyorlar. Hesabını vermeye gelince de vermiyorlar. Niye versinler ki? Şahsım devletinde kimse hesap vermez ki zaten. Ama bu tabloyu değiştireceğiz. Adaletli, liyakate dayalı bir devleti yeniden inşa etmek zorundayız hep beraber, hep birlikte yapmak zorundayız. Herkes görevini yapacak, görevini hukuk içinde yapacak, hukukun üstünlüğü içinde yapacak. Eğer bir devlet kaynak yaratıyorsa o kaynağın da adaletle dağıtılması lazım. Bir kişi aç yatıyorsa komşusunun tok yatması doğru değildir. Biz bunu kabul etmeyiz. Önce aç yatanın karnını doyuracağız. Önce işsize iş bulacağız, ondan sonra diyeceğiz ki arpalıklara artık son yok kardeşim, bir yerden maaş aldın tamam otur oturduğun yerde. İşsize bakacağız, esnafa bakacağız.
Bakın değerli arkadaşlar, 1 milyonu aşkın evlere, ofislere temizliğe giden kadınlar var. Bunları hepimiz biliyoruz ama hiç kimse görmüyor bunları. 1 milyonu aşkın apartman görevlileri var. Pandemi sürecinde öncesi veya sonrasında bunların dertlerini bilen var mıydı? Bunların dertleriyle ilgilenen var mıydı? Biz. Bunları da hepimiz görüyoruz ama hiçbirimiz görmüyoruz. Taşeron işçiler de böyleydi, 21.yüzyılın çağdaş köleleriydi, patronun iki dudağı arasındaydı görevini bırakması, hiçbir hakları yoktu bunların, ama onun mücadelesini verdik.
Şunu söyleyebilirim değerli basın mensupları, Türkiye’de hiç kimse kendisini sahipsiz hissetmesin. Bütün fakirlerin, fukaraların, bütün garibanların, bütün işsizlerin, bütün üniversite öğrencilerinin, bütün okuyanların, yazanların, çizenlerin, bütün sanatçıların, bu devlete katkı veren herkesin sahibi olacağız. Onların sorunlarını dillendireceğiz nerede? Onların arzu ettiği yerde dillendireceğiz. Sadece sorunu mu dillendireceğiz? Hayır. Çözümünü de söyleyeceğiz. Az önce söyledim, Çalışan Gazeteciler Günü sizin sorununuz var biliyoruz, sizler de bu sorunu yeri, zamanı gelince zaten anlatıyorsunuz, sizin de örgütleriniz var; onlar da aylık, haftalık, bazen yıllık raporlar yayınlıyorlar. Biz de bu bilgileri oralardan alıyoruz. Demek ki sorun var ama arkasından çözümünü de söylüyoruz. Çözümsüz bir sorun yok Türkiye’de. Sadece sorunu çözmeyen bir siyasi irade var. Türkiye’yi yönetemeyen bir siyasi irade var. İktidarımı nasıl korurum diye çaba harcayan, iktidarımı nasıl korurum diye çaba harcayan bir kişi bu memleketin sorununu nasıl çözerim diye çaba harcasa bence çok daha değerli ama bunu yapmıyorlar.