Ferit Karahan, ilk uzun metrajlı filmi 'Cennetten Kovulmak' ile 2013'te 3'ü Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde olmak üzere 7 ödül kazandı. Karahan, 'Okul Tıraşı' ile başarısını tekrarlayarak bu yıl, 3 Altın Portakal Ödülü'ne daha layık görüldü.

Ferit Karahan'ın ergenlik yıllarında yaşadıklarından ve gözlemlediklerinden yola çıkarak yatılı bir okulda öğrencilerin yaşadıkları zorlukları hikâyeleştirdiği 'Okul Tıraşı', aynı zamanda yurt dışındaki festivallerden de 9 ödül aldı.

Ferit Karahan, Habertürk'ten Mehmet Çalışkan'a verdiği röportajda 'Okul Tıraşı'nın Türk sinemasının Oscar adayı olması halinde filmin ilk 5'e kalması için gerekli çalışmaları yerinde yapma amacıyla birkaç aylığına ABD'ye yerleşeceğini söyledi. Karahan, 'Okul Tıraşı'nın birçok festivalde ışıltılı ödüller almasından dolayı filminin 'Festival filmidir, sıkıcıdır' algısına kurban gitmesinden endişe edip etmediği yönündeki soruya şöyle cevap verdi; "Ben de festival filmi dedikleri; yavaş, akmayan, özür dileyerek söyleyeyim, kabız filmleri sevmiyorum. Benim tarzım o değil. Ben çok daha dinamik, tansiyonu düşmeyen, hareketli filmleri seviyorum. 'Okul Tıraşı', hareketli ve dinamik bir film. Bir saniye bile gözünüzü ayıramıyorsunuz."

Ferit Karahan, Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin ödül töreninde başlayıp sonraki günlerde devam eden Nihal Yalçın ile Tamer Karadağlı arasında yaşanan tartışmanın ödül kazananları gölgede bırakmasına ise yorumu şöyle oldu; "orada bitmesi gereken bir mevzu ama uzayınca artık iki arkadaş için de bir performansa dönüştü. Ben gerçekten kadın arkadaşın neden bunu yaptığını anlayamadım. Zaten başarılısın, zaten ödül almışsın. Kendi yaptığın işle ön plana çıkmak uzun vadede daha çok işine yarayabilir. Sonuç olarak olumsuz bir durum, bence o arkadaşlar için de olumsuz. Bunun etkisini uzun vadede görecekler. Hepimiz aslında sinemanın çarkı içerisindeyiz. Sinemanın konuşulmadığı, iyi filmlerin, iyi performansların - ki arkadaş 'En İyi Kadın Oyuncu' ödülünü aldı - konuşulmadığı zamanda bu tür uzatılmış gündemler bence sinemaya dolayısıyla hepimize, ödül alanlara ve kendilerine zarar veriyor."

İlk uzun metrajlı filminiz 'Cennetten Kovulmak' Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde aralarında 'En İyi Film' olmak üzere 3 ödül kazanmıştı. Keza yeni filminiz 'Okul Tıraşı' da öyle. İki kez yılın en iyi filmine imza atan yönetmen olarak neler hissediyorsunuz?
İlk aldığımda çok heyecanlanmıştım. O zamana kadar olan süreçte aldığım en büyük ödülümdü ama artık zaman geçince, biraz da yaş ilerleyince daha az sevinebiliyorsunuz. Çok daha normalleştiriyorsunuz.

'Okul Tıraşı' ile yurt dışında da birçok ödül kazandınız...
Berlin'de başladık, Berlin Uluslararası Film Festivali'nin 'Panorama Bölümü'nde yarışıyorduk. Bir tane ödül vardı, onu da biz aldık. O ödülü alınca 'Okul Tıraşı', yurt dışında öne çıkmaya ve bütün festivallere gitmeye başladı. Dünyanın en büyük festivalleri olan Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali, Uluslararası Moskova Film Festivali, BFI London Film Festivali, Chicago Uluslararası Film Festivali, Saraybosna Film Festivali, Hong Kong Uluslararası Film Festivali gibi festivallerde yer aldık. Berlin Uluslararası Film Festivali'nde yarıştığımız için adını saydığımız festivallerde kuralları gereği yarışamadık ama filmimiz gösterildi. Daha önce yarışmama kuralına sahip olmayan festivallerdense ödüller aldık.

Ödüllerin katkısı neler oluyor? Mutlaka bir şevk veriyordur, çalışma azmi katıyordur ama onun dışında maddi katkıları nelerdir?

Bazılarında maddi bir karşılığı var, bazılarında yok. En büyük katkısı bir sonraki filme oluyor. Bir sonraki filmi yaparken, yurt içinde ya da yurt dışında bir fona başvuru yaptığınızda artık sizi görmezden gelemiyorlar ve senaryonuzu okuyorlar. Tabii bu otomatikman verecekleri anlamına gelmiyor ama göz önünde oluyorsunuz. Bizim film biraz daha öne çıktı, dünyada birkaç filmden biri. Dünyada 10 film saysak bizim filmimiz bütün listelerin içindedir.

'Okul Tıraşı'nın hikâyesi sizin yatılı okul döneminize ait değil mi?
1990'ların başından sonuna kadar yatılı okul okudum. O dönem çok zorlanıyorduk, yatılı okul çok sert bir yer. Sonra 2009'da Kültür ve Turizm Bakanlığı'na senaryoyu gönderdim, daha doğrusu hikâyeyi gönderiyorsunuz onlar beğenirlerse destekleyip sizin senaryo yazmanızı sağlıyorlar. Bir maddi destek sunuyorlar. 2009 yılında böyle bir maddi destek almıştık. O dönem yazmıştım ama çok iyi değildi. Galiba yatılı okul dahil her şeyden, öğretmenlerden, bütün o yapıdan çok fazla nefret ediyordum. O zaman iyinin ve kötünün ayrımı çok belirgindi. 2012'de eşim Gülistan Acet de senaryonun çalışmasına katıldı ve birlikte yazmaya başladık. 2012'de yazdık, 2014'te yazdık, 2015'te yazdık. Bu meseleye dair çok uzun zaman çalışınca artık biraz da soğudum. En son 2016'da öğretmenlerin, idarecilerin, oradaki herkesin bizim gibi olduğunu, aslında çok eskiden kurulan sistemin kurbanları olduğunu anladım. Bir de baskı altındaki insanların yalan söylemesinin bir direniş biçimi olduğunu fark ettim. Eşilme oturduk ve senaryoyu  6 günde yazdık. 7'nci günde de bitirdik. Kısacası senaryonun bitimi 7 yıl, 7 gün gibi bir zaman aldı.

'Okul Tıraşı'nın bundan sonraki yolculuğu ne olacak?
Gösterime girmeden önce Oscar'a başvurduk. Bizce şansı yüksek bir film. Çünkü dışarıda da içeride de çok seviliyor. Antalya'da gösterdiğimizde herkesin hemfikir olduğu film, bizim filmdi. Oscar'a başvuran başka iyi filmler de var. Arkadaşlarımızın, çok iyi yönetmenlerimizin filmleri. Bizim filmimiz izlenebilir bir film. İlk olarak anneme, kız kardeşlerime, okuma yazma bilmeyen ve üniversite mezunlarından oluşan 15 kişilik pilot bir gruba göstermiştim ve hepsi çok sevmişti. Çünkü katman katman herkesin beğeneceği tansiyonu yüksek bir film. Şu an Chicago Film Festivali ve Ajyal Film Festivali'nde yer alıyor. Kasımda 15 tane film festivali var, oralara da gidecek. Bu arada dünya satışlarını da yapıyoruz, bütün Avrupa'ya, bütün Orta Doğu coğrafyasına sattık. Şimdi biraz da Oscar'ı bekliyoruz. Eğer Türkiye'den Oscar'a aday olursa ABD haklarını da satıp orada da ciddi bir gösterim çalışması yapacağız. Türkiye'de de dağıtımcımız çok iyi ve ciddi sayıda sinemaya girmeyi düşünüyoruz.

'Okul Tıraşı'nın Türk sinemasının Oscar adayı olması halinde ilk 5'e kalması için nasıl bir çalışma programı hazırlamayı düşünüyorsunuz?
Türk sinemasının Oscar adaylığına birçok film için başvuru yapıldı. Jürinin kimi seçeceğini bilmiyoruz. Eğer 'Okul Tıraşı'nı seçerlerse bizim planımız hazır. ABD'de çok iyi bir dağıtımcımız olacak. Daha önce Oscar almış bir arkadaşım var, onun dağıtım şirketi. Çok iyi bir reklam kampanyası yürüteceğiz. Muhtemelen ben 2 - 3 aylığına ABD'ye yerleşeceğim ve neredeyse şehir şehir, kasaba kasaba gezeceğiz. Zaten şu an film ABD'nin önemli film festivallerine gitmiş durumda. Mesele önemli olduğu ve film dünyada bütün coğrafyalardan ödül aldığı, sevildiği için 'Okul Tıraşı'nın şansının çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Ustalarımız da başvuruda bulundu, onların filmleri de iyi ama Oscar dinamiği çok farklı. Filmlerin çok uzun olmaması, tansiyonunun yüksek, izlenebilir olması ve tanıtımının iyi yapılması lazım. Tanıtım için de tabii ki para harcaması... Biz bunların hepsini becerebiliriz. Zaten elimizde öyle bir film de var. 'Okul Tıraşı' çok izlenebilir, ABD'lilerin sevebileceği bir film. Geçmişte gördük, bu tür filmleri hemen seçiyorlar ve ilk 5'e alıyorlar. Bu arada senenin daha ortasında yapılan neredeyse bütün anketlerde biz ilk 10'daydık. Dünyada yapılan anketlerde 'Okul Tıraşı' çok bariz bir şekilde öne çıktı.

Anket ne üzerineydi?
Dünyada öne çıkan filmler üzerine bir başarı sırasının ne olduğunu göstereni anketlerdi. Bizim film bir ankette ilk 3'teydi. Diğerlerinde ise 7 ve 9'uncu sıradaydı.

'Festival filmleri sıkıcıdır, çok fazla izlenmez' şeklinde bir algı vardır. Siz de Türkiye ve yurt dışından birçok ödül kazandınız. Filmin bu algıya kurban gidebileceği yönünde bir endişeniz var mı?
Gerçekten hiç endişem yok. Çünkü ben de festival filmi dedikleri; yavaş, akmayan, özür dileyerek söyleyeyim kabız filmleri sevmiyorum. Benim tarzım o değil. Ben çok daha dinamik, çok daha tansiyonu düşmeyen, hareketli filmleri seviyorum. 'Okul Tıraşı', hareketli ve dinamik bir film. Bir saniye bile gözünüzü ayıramıyorsunuz. Senaryosunu öyle yazdık, filmi öyle çektik, öyle kurguladık. Çocuk meselesi önemli bir mesele. Büyükler de var. Çok fazla izlenebileceğini düşünüyorum. Çünkü yurt dışında çok izleniyor, biletleri hemen tükeniyor ve herkes çok beğeniyor. O yüzden şansımın olduğunu düşünüyorum. Vizyon filmi kadar başarı sağlayacağını düşünüyorum.

Sizce 'festival filmleri az izlenir' algısını yıkmak için neler yapmak lazım?
Öz eleştirimi yaparsam eğer; festivaller aslında bir tramplen. Biz festivallere niçin film göndeririz? Mesela filmimiz şu anda Chicago Uluslararası Film Festivali'nde. Oradaki dağıtımcılar görsün, filmi alsın sinemalarda gösterime çıkarsın da insanlara filmi izletebilelim ve para kazanalım. Bu filmdeki bakış açım bu. Keza yapımcı arkadaşımın da öyle. İkimiz bu yönteme başvurduk. Festivali sadece bir tramplen olarak kullandığınızda çok daha fazla insana ulaşabiliyorsunuz ama festivalin bir amaç olmaması lazım yani salt amacımız festivallerde göstermek değil.

Elbette her yönetmen filminin çok fazla izlenmesini ister...
Sonuçta geniş kitleler izlesin diye film yapıyorum ve bundan sonra da böyle yapacağım. Beğenen olur, beğenmeyen olur. Filmimi mümkün olduğunca geniş kitlelere izletebilirsem o zaman işimi yapıyorum gibi bir hissiyata kapılacağım. Geçmişte böyle değildim, festivaller benim için daha çok amaçtı. Bu yüzden filmlerim 10 bin, 20 bin izleniyordu. Bu düşünceyi bıraktıktan sonra 'Okul Tıraşı' ile birlikte muhtemelen bu sayı çok daha yüksek olacak.

Belki de birçok ödül alan bir filmi çok fazla kişiye izleterek sözkonusu algının yıkılması adına bir başlangıç yaparsınız...
Umarım hepimiz için bir başlangıç olur. Sadece benim için değil, benim akranlarım için de seyirciye ulaşmanın bir yolu olur, bir örnek oluşturabiliriz. Çünkü biz arkamıza izleyicileri almadığımız, filmi onlara yapmadığımız zaman belli başlı yerlere mahkum olmak zorundayız. Halbuki, biz sinema gücümüzü halktan alan, halka dokunan, onların acılarına, umutlarına, onlar için önemli olan meseleyi ön plana çıkaran bir iş yapıyoruz. En azından ben böyle görüyorum.

Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde ödülünüzü alırken sahneye eşiniz ve kızınızla çıktınız. O anda mı karar verdiniz yoksa bu konuda bir plan yapmış mıydınız?
'En iyi Kurgu' ödülünü almak için sahneye yalnız çıktım. Çünkü kurgucum Sercan Sezgin Fransa'da yaşıyor. 'En iyi Senaryo' ödülünü alırken ise senaryoyu birlikte yazdığım eşimle çıktık. Kızım daha çok küçük 3,5 yaşında, ödül töreninde oturduğumuz yerin önünde yönetmen ağabeylerim vardı. Bir sıra önde oldukları için her şeyi duyuyorlardı. Kızım, kim ödül alırsa alsın "baba biz ne zaman sahneye çıkacağız, sıra ne zaman bize gelecek?" diye soruyordu. O yönetmen ağabeylerden biri bana dönüp bakınca "ödül alıp alamayacağımı gerçekten bilmiyorum. Kızım uyduruyor" dedim. 'En İyi Film' ödülü açıklandığında yardımcı arkadaş kızımı zaptedememiş o da hemen sahneye koşmuş. Kızım bizden önce sahneye çıktı. Özgüveni biraz yüksek bir çocuk. Benim için şöyle bir şey var; eğer çocuğum olmasaydı, çocukların ön planda olduğu bir film yönetebilir miydim bilmiyorum.

'Okul Tıraşı'nın senaryosunun en son versiyonu kızınızın doğumundan sonra mı oluştu?
Senaryonun değil ama filmin kendisini kızımın doğumundan sonra çektim. Kızım, 2018 doğumlu, ben filmi 2019'da çektim. O bir yaşındaydı, bir de artık modern ailelerde eşiniz hamileyse aslında siz de hamilesinizdir, eşiniz çocuk doğuruyorsa siz de doğuruyorsunuz, siz de bakıyorsunuz, o ne yapıyorsa siz de onu yapıyorsunuz. Benim için bir kırılma noktasıydı, bir de kız çocukları galiba babalarını çok değiştiriyorlar. Kızım da beni çok değiştirdi.

‘Okul Tıraşı'nı baba olmadan önce çekseydiniz film daha mı farklı olurdu?
Kesinlikle. Ben çok kesin konuşmayı sevmem ama kızım doğmadan önce çekseydim muhtemelen bu kadar sevilmeyecekti. Günün sonunda bütün karakterlere karşı bir merhamet, bir şefkat var. Neredeyse bütün karakterlerden nefret ediyorsunuz ama onları bir şekilde çok da seviyorsunuz. İyinin ve kötünün ötesinde, ete kemiğe bürünmüş insanlar görüyorsunuz, benim gibi senin gibi kızım gibi insanlar görüyorsunuz.

Yatılı okurken bazı kişilere ya da bazı durumlara belli ki kızgınlığınız vardı. Onları ne zaman affettiniz?
Affettim mi bilmiyorum ama benim için bir terapi oldu. Yatılı okul, bir ömür boyu sürer. Gerçekten de öyledir. Bu sabahı örnek vereyim; banyoda, eşim yüzünü yıkayana kadar ben banyo yapıp, giyinip, çantamı hazırladım. Çünkü yatılı okulda sürekli birilerinin 'banyoyu boşalt' diye bağırmasını beklediğim için alelacele sanki bir baskın varmış gibi yaşama alışkanlığı oluştu. Yemeği de öyle yiyorum, banyomu da öyle yapıyorum, çalışırken de öyleyim. Böyle büyük bir baskı artık iliklerinize kadar işlemiş oluyor.

Bu durum günlük yaşantınızda travmatik bir durum yaratıyor mu?
'Yatılı okul tümden kötüdür' anlayışı benim anlayışıma uymuyor. Benim babam çobandı, ben çok fakir bir ailenin çocuğuydum. Bizim gibi insanları örümcek ağına takılmış sineğe benzetiyorum; sinek eğer çırpınırsa kanatlarından birkaç tanesini kaybedecek ve uçamayacak ama eğer hiçbir şey yapmazsa da örümceğe yem olacak. Yatılı okul böyle bir hissiyat. Eğer siz yatılı okulda kalırsanız bir şekilde kaybettiğiniz şeyler oluyor. Bizim zamanımızda çok daha sertti, daha askeri bir düzen vardı. Bir şekilde kendi benliğinizden, kimliğinizden sıyrılıp artık oranın alışkanlıklarını edinmiş oluyorsunuz. Eğer okumazsanız baba mesleği olan çobanlığı yapacaksınız. Yatılı okul her şeye rağmen bir tık daha iyi ama böyle bir çelişkisi de mevcut.

Antalya Altın Portakal Film Festivalinde, ödül töreninde Nihal Yalçın ve Tamer Karadağlı arasında bir tatsızlık yaşandı. Olay, fazlasıyla gündeme gelerek festivalde ödül kazananlar Yalçın ve Karadağlı'nın tartışmasının gölgesinde kaldı. Kızdınız mı?
Sinemanın konuşulmaması beni biraz kızdırdı. Tamer Bey'in yaptığına kimse onay vermiyor, hanımefendi zaten tepkisini gösterdi. Orada bitmesi gereken bir mevzu ama uzayınca artık iki arkadaş için de bir performansa dönüştü. Ben gerçekten kadın arkadaşın neden bunu yaptığını anlayamadım. Zaten başarılısın, zaten ödül almışsın. Kendi yaptığın işle ön plana çıkmak uzun vadede daha çok işine yarayabilir. Üzüldüğümü söyleyebilirim. Bana bu tür durumlar çocukça geliyor, onların yaptıklarını kastetmiyorum ama gündemde tutmak, kavga etmek, bu meseleden kaynaklı, kutuplara ayrılmaktan bahsediyorum. Sinemamız özellikle pandemi sonrasında çok zor durumda, bunu konuşmak, alınan ödülleri  şenlendirmek, kutlamak yerine kavganın daha da kangren bir hale bürünmesi beni üzdü. O arkadaşlar adına da üzüldüm. Tabii ki olumsuz bir durum, bence o arkadaşlar için de olumsuz. Bunun etkisini uzun vadede görecekler. Hepimiz aslında sinemanın çarkı içerisindeyiz. Sinemanın konuşulmadığı, iyi filmlerin, iyi performansların - ki arkadaş 'En İyi Kadın Oyuncu' ödülünü aldı - konuşulmadığı zamanda bu tür uzatılmış gündemler bence sinemaya dolayısıyla hepimize zarar veriyor.

Mutlaka üzerinde çalıştığınız yeni bir projeniz vardır, ondan söz edebilir misiniz?
Söz edebiliriz. 7 yıl, 7 gün meselesinden de anlaşılacağı gibi bizim senaryolar çok uzun sürüyor. 1900'lerin başında geçen ailemin hikâyesinden yola çıkarak 'Siyah Atların Ölümü' adlı bir film çektim. Ben daha çok kendi gerçekliğime bakıp film üretiyorum ama önümdeki projede biraz da kız kardeşimin hikâyesi var. Onun senaryosunu yazdım, muhtemelen önümüzdeki yıl çekeriz.