Osman Nuri Kabaktepe'nin yazısı şöyle:

Ömrünün geldiği anında kendisi dahil hiçbir varlığa kızmadan, gönül kırıklığı taşımadan, incinmeden, aşikar veya gizli kırgınlıklar… Yaşamadan gelmiş olabilenin mümkünlüğü neredeyse muhaldir. 

İnsan içindir gönlün kırılması, kalbin darılması. Kendimizde, içimizde bir yerlerde olup bitene, mevcudata dair hisler, duygular, kanaatler, fikirler, zanlar… oluşturur ve barındırırız. Bazen kalpte, bazen zihinde, bazen akılda, bazen gönülde, bazen bilemediğimiz yerde… tesirini gördüğümüz, gösterdiğimiz şeylere sahip yaşarız.

Tüm bu sahip olduklarımız hayatımızın nitel ve nicel belirlenimlerinde etkin olurlar.

Bakış açısı sadece gözün sahip olduğu kabiliyetle, yetenekle belirlenmez. Aynı zamanda gözün baktığını görme, gördüğünü anlamlandırma süreçlerinde insanın başka keyfiyetlerinin de devreye girmesi söz konusudur.

Göz kilometrelerce uzaklığı her boyutuyla görebilme ameliyesini gerçekleştirebilirken, önüne gelen bir çöp onun kilometrelerce uzağa erişebilen kabiliyetini kullanılamaz, işlevsiz hale getirebilir. 

Yeteneği binlerce metreyi görebilme olan göz, önüne gelen santimetrelik çalıyla baktığını göremez hale gelebilir, kilometrelerce değil önünü dahi göremez olabilir. Yada bir takım yardımcı aletlerle kendi kabiliyetini geliştirebilir yeteneğini arttırabilir.

Bakamaz, göremez hale gelişi hem gözün ferini kaybetmesinden, hem yukarıda zikrettiğimiz önüne gelen sütrelerden, hem de kabiliyeti için muhtaç olduğu ışığın bulunmamasında kaynaklanır. 

Var olmanın yeterli değil, o varlığın var kılınış nedenini gereğince yerine getirebilme imkanına/ın da kavuşması, mevcuda verilmesi gerekir hakikati ortadadır.

Yine göz hiçbir mani olmasa da kendinden uzaklaştıkça görebilmedeki kabiliyeti zayıflar. Mevcudu, biçimleri, suretleri, maddeleri, varlıkları… gerçekliklerine mutabık olarak göremez hale gelir. Mesafe gözün kabiliyetini sınırlar.

Göz için söylediklerimiz alemi/mevcudatı bilmemiz, görmemiz, anlamamız, hissetmemiz, işitmemiz, fark etmemiz, akıl etmemiz… süreçlerinde kullandığımız maddi manevi tüm organlarımız meleklerimiz için de azıyla değil fazlasıyla zikredilebilir hakikatlerdir.  Göz diğer duyularımızı, onların yerine gönlü, gönül yerine aklı, akıl yerine kalbi, kalp yerine zekayı koyarak da zikredilenleri okumak kendimizi tanıma yolunda yardımcı olabilir.

Kararlarımız, yargılarımız, davranışlarımız, söylemlerimiz… kabiliyetlerimizin, melekelerimizin bize kattıkları, kazandırdıkları, getirdikleri… neticesinde şekillenir. Yargıdaki eksikliği, karardaki yanlışlığı, söylemdeki eşitsizliği, kelamdaki adaletsizliği, fikirdeki faydasızlığı, eylemdeki zaralılığı… ortay çıkaran; gönüldeki çalı, kalpteki çöp, akıldaki sütre, zekadaki bulanıklık, nefisteki heva… dır.

Bakıp da göremiyorsak, görüp de anlayamıyorsak; sadece gözümüzün değil bakan göze gördürmeyen gönlünde, gören gözden anlamı oluşturamayan zihninde, anlamlandırdığını yoğurup hissedemeyen kalbinde, gördüklerini yorumlamayan aklında, hepsini yapsanda davranışa dönüştüremeyen nefsin de bu görmemede/anlamamada… en az göz kadar belki daha fazla katkısı vardır.

Nasıl ki gözün önündeki çalı görme kapasitesini santimetreye ve dahi hiç metreye indiriyorsa; gönle, akla, kalbe, zihne gelen saman sapları da bakmayı, anlamayı, kararı hakikatinden koparabilmektedir.

İşinizde, derneğinizde, vakfınızda, sosyal grubunuzda, arkadaş toplantınızda, aile sohbetinizde, dost meclisinizde… konuşurken/fikir beyan ederken… diğer katılımcının teklifi aleyhine görüşünüzü ortaya koyduğunuz, bu düşüncenizle sadece yeni bir seçenek ortaya çıkarmakla kalmadığınız, aynı zamanda nerdeyse kabulü almış diğer katılımcının teklifinin reddine yol açtığınız olmuştur. Zamanın geçmesi ve mekanın değişmesiyle devam eden hayatınızda bir araya gelişlerinizde aynı veya farklı kişilerle benzer hali ve tersi durumu yaşadığınız olmuştur.

İşte süre gelen hayat ameliyesinde bu yaşadıklarınızın/yaşattıklarınızın, hissettiklerinizin/hissettirdiklerinizin, zannettiklerinizin/zannettirdiklerinizin, duyduklarınızın/duyurduklarınızın… kendi gönlünüzde çalı bitirip bitirmediğini, diğerinin kalbinde saman çöpü üretip üretmediğini görmek için çabaya da zamana da ihtiyaç duymadan tecrübe etmişsinizdir/ettirmişsinizdir.

Sizin görüşünüze karşı teklif sunan ve dahi sizin önerinizin gereksizliğini ortaya koyarken sadece teklif üzerinde konuşsa da onu üreten siz olduğunuz için bu kadar kötü fikri bu adam mı? ortaya attı dedirttiğini zannettiğiniz söylemlerde bulunan, size göre saygınlığınızı zedeleyecek ifadeler kullanan kişinin kariyeriyle ilgili karar toplantısın bir üyesi olarak bulunduğunuz mecliste; liyakat, ehliyet, adalet açısından nakisası bulunmayan diğeri için gözünüzün baktığını hakiki haliyle görebilecek misiniz? Önceki yaşadıklarınızın gönlünüze bitirdiği çalıları kesip adamın gerçekliğini fark edebilecek misiniz? Yoksa çalıların kapattığı bakışla bu işi yapacak kapasitenin yoksunluğundan, geçmişte söyle yapmıştı diyerek önyargılarınızın yön vermesiyle mi konuşacaksınız?

Anlam veremediğiniz karşıtlıklara, tersliklere ilişkilerinizde muhatap olursunuz. Size verilen araştırma görevini yapıp, efradıyla ağyarıyla gerçekleştirdiğiniz çalışma sonucunda yapılması gerekeni herkesin kabulüyle ortaya koyduğunuzda; bir kişi hariç herkesin teşekkürle kabul ettiği ancak birisinin çok şiddetle karşı çıktığı anlar yaşamışsınızdır/yaşatmışsınızdır. Sormak lazım karşı duruş işin doğasından mı? Yoksa itirazın nedeni diğerinin bakışını engelleyen saman çöplerinden mi?

Hiç sevemediğimiz, çoğunlukla zıtlık oluşturduğumuz olaylara, kişilere gösterdiğimiz bu davranış kalıplarının nedeni yapıp ettiklerinin değerinin mahiyetinden mi kaynaklanıyor? 

Yoksa fiilden değil failden karşı olmaya neden olan gönlün bakışını engelleyen çalıldan, kalbin görüşünü kısıtlayan saman çöpünden mi neşet ediyor? İnsanın kendisini ara sıra muhasebe ederken sorması gereken soru.

Gönlünüzün/gönlünün arzulamadığı şeyler söylendiğinde/söylediğinizde, kalbinizin istemediği şeyler işittiğinizde/işittirdiğinizde, nefsinizin hoşuna gitmeyen şeyler hissettiğinizde/hissettirdiğinizde bunları not edip çalı olarak büyütüp gönlün engin bakışını yok eden sütreye, kalbin alemi içine alan görüş genişliğini daraltan çöpe, nefsin hırsla hareket etmesini sağlayan kinlendirici eski deftere çevirip çevirmemek arasında kaldığınızda/kaldığında gösterdiğiniz/gösterdiği  davranış biçim sadece yönetim ilişki süreçlerini değil insanın kalitesini de belirleyen en önemli faktörlerdendir.

Mevlana’nın benzetmesindeki sineğe dönmemek lazım. İçine düştüğü eşek sidiğini alemin tamamı, üzerinde durduğu saman çöpünü arzın bütünü zannederek hayatı sürmemek insanın kolayca erebileceği hallerdendir. Kızacak ama kırgınlığı çöpe çevirmeyecek, darılacak ama dargınlığı içinde yüzüp çıkamadığı suya döndürmeyecek.

Hayatta bulunduğunuz her neresi ise orada, kurumda vb. yerlerde birlikte yaşamak, yapmak zorunda olduğunuz kişilerin anlamlandırmadığınız davranışlarına rastlarsınız. 

Dersiniz ki; Neden böyle davranıyor? Ne anlamı var ki? Ben ona ne yaptım ki? Niçin apaçık doğru olduğu halde ifademe yanlış diyor? Nasıl oluyorda sürekli her toplantıda alakasız da olsa meseleyi benim aleyhime olacak şekilde değerlendirebiliyor? Benim sorumluluk alanıma girmeyen yetkimin hiç olmadığı ve dahi hiç müdahil olmadığın ağızımdan tek lafın bile çıkmadığı konunun faturasında az da olsa bana nasıl hesap çıkarabiliyor?… ‘la devam eden soruları sorduğunuz veya sordurduğunuz  zamanlarda cevabı genellikle kendinizin, iş  arkadaşınızın, amirinizin, yol arkadaşınızın…. Size/ona dair kararınızı/kararını verirken, kelamını ederken… gönlüne biten çalının tınısında, kalbine düşen samanın rüzgarının esintisinde arayabilirsiniz.

Bildiği halde yapamama, baktığı halde görmeme, fark ettiği halde anlayamama, anladığı halde inanamama, inandığı halde söyleyememe, söylediği halde yapamama, yaptığı halde inanamama… halinde; birçok etmenin yanında gönüldeki bakış enginliğinin kaybolmasının, kalpteki genişliğin daralmasının da tesiri azımsanmayacak derecede vardır.