Dünyanın varoluşundan bugüne kadar güce sahip olma düşüncesi hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. İster birey, ister işletme, ister devletler olsun hep daha güçlü olma arzusu içindedir. Bu bitmek tükenmek bilmeyen güç arzusu zaman zaman yerini ortalığı kasıp kavuran hırsa bırakmasından dolayı dünyanın temel değerlerini tahribata uğratmıştır. Bu öyle bir tahribattır ki savaşlardan beslenen ülkeler ortaya çıkmış ve savaş ekonomilerine dayalı yeni güçler oluşturmuştur. Güçlü olmak önemlidir fakat gücün nerede, nasıl ve ne için kullanıldığı daha da önemlidir. Bir şeyleri sonlandırmak için mi yoksa yeni başlangıçlar yapmak için mi, öldürmek için mi yoksa yaşatmak için mi kullanılıyor? Bunun etraflıca sorgulanması gerekir. Öyle bir güç olmalı ki, tıpkı mum misali kendi yanarken başkasını aydınlatmalıdır. İşte gerçek başarı budur. Tarihimizin tozlu rafları bunun birçok örnekleri ile doludur. Lakin o rafların tozlardan arındırılıp, günümüze uyarlanması gerekmektedir. En güzel örneklerinden biri ise daha küçük yaşlardan itibaren farklı disiplinlerde alınan teorik ve uygulamalı eğitimlerle bireyin geleceğe hazırlanmasıdır. Günümüzde ise taklit edilmesi zor unsurlardan biri haline gelen bilgiyi kullanan, bilgi üreten bireyler en büyük rekabet avantajı sağlamaktadır. Güçlü devletin yolu güçlü ekonomiden, güçlü ekonominin yolu ise nitelikli eğitimden geçmektedir. Birçok ülke nüfusundan daha fazla olan genç nüfusumuzun sadece diplomalı değil nitelikli eğitimle buluşması sayesinde güçlü ekonominin temelleri atılmış olacaktır. Bir yerlerden iş bekleyen değil iş kurabilen bireylerle yarınlar güvence altına alınacaktır. Sürekli öğrenme, sürekli gelişme girişim ruhunun nefesidir. Girişimcilik var ise istihdam var demektir. Aksi halde havanda su dövmekten farksız bir durumla yıllarca avunur dururuz. En iyi mühendisler, en iyi bilim adamları, en iyi mucitler vb ancak ve ancak öğrenmeye aç insanlar var oldukça ortaya çıkacaktır. Değişen dünya şartlarında sürekli kendini yenilemeyen bireylerin ayakta kalması mümkün değildir. Bu gibi bireylerden oluşan toplumların güçlü ekonomiye sahip olma arzusu ise bir hayalden öteye gitmeyecektir. Atıl insan kaynaklarımızın verimli bir şekilde kullanımını sağlamanın temel kaynağı yaşam boyu öğrenme düşüncesinin uygulanması ile mümkün olacaktır. Klasik bir ifade ile balık vermek yerine balık tutmayı öğretmek gerekir. Fakat artık öyle bir çağdayız ki balık tutmayı öğretmek de yetmiyor, bize balık endüstrisi kurabilecek bireyler reçete olacaktır.

Gelişmiş ülkelerin en büyük ortak özellikleri ise eğitimdeki kalite standartlarıdır. Başka ortak özelliklerinden biri ise ihracat oranlarının yüksek olmasıdır. Bu da bize eğitim ile dünya pazarı arasında bir ilişkinin olduğunu göstermektedir. Başka bir ifade ile market reyonlarındaki ürünlerin, kullanılan otomobillerin, tedavi edici ilaçlar gibi ürünlerin menşeileri incelendiği zaman demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. O halde bir özeleştiri olarak bahsi geçen ürünlerin ve daha fazlasının ana üretim yerinin eğer ülkemizin olmasını istiyor isek yerli üretimde ısrarcı olmalıyız. İlk yıllar zararına bile olsa yerli üretim mutlaka yapılmalı ve özendirilmelidir. Çünkü bu üretim tesisleri için kurulacak olan fabrikalar, işletmeler işsizliğe en büyük çare olacaktır. Ancak sadece işçi mantığı ile düşünen bireylerle bu süreç yürütülemez. Tamamen girişimcilik ruhu ile beslenen, her an kendini yenileyen, öğrenen ve öğreten bireylerle bu amaçlara ulaşılabilecektir. İşte bu noktada ise öğrenmenin bir yaşam tarzı haline getirilmesini sağlayan yaşam boyu öğrenme adeta bir reçete gibi devreye girmektedir. Yapılan araştırmaların öğrenmeye açık insanların çözüm odaklı, sorumluluk duyguları daha gelişmiş ve yenilikçi özelliklerinin baskın olduğunu göstermektedir. Avrupa Birliği’nin de büyük önem verdiği yaşam boyu öğrenme ülkemizde de son yıllarda yaygınlaşmakta ve bireyler daha da bilinçli hale gelmektedirler. Fakat dünya kriterlerine göre kıyaslama yaptığımızda bu konuda daha hızlı yol almamız gerekmektedir. Bu sorumluluk bütün bireylerin sorumluluğudur.

O yüzden öğrenmeyi ve öğretmeyi meslek edinmeli ve ülkemizin refah seviyesine olumlu yönde katkı sağlamalıyız. Aksi halde sürekli kendini yenilemeyen bireyler seksen milyonluk geminin altına delik açtığının farkında bile olmayacaklardır. Bir toplumun geleceği eğitime verdiği önemde gizlidir. Eğitim ise sadece okul sıralarından ibaret değildir. Artık şunu açıkça kabul etmeliyiz ki diploma iş sahibi yapmaz, sadece iş için kapıyı çalmaya yarar. O kapıyı açacak olan bireysel yeteneklerin gelişmişlik düzeyidir. Bıçak gibi sürekli bilenmeyen yetenekler zamanla körelmeye hatta kaybolmaya mahkumdur. Nice yeteneklerin atalet girdabında kaybolduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir. O yüzden işsizliğin bireysel maliyetinin yanında toplumsal maliyeti de göz önüne alınmalı ve öğrenme her zaman, her yerde teşvik edilmelidir. Ulusal öğrenme ve öğretme seferberliği ile işsizlik tarihe karışacak ve refah seviyesi mevcut durumun en iki-üç katı artacaktır. O halde hadi bakalım öğrenme ve öğretmeye…