Eski zamanlarda Arap diyarında bir kabile şeyhinin çok değerli bir kısrağı varmış. Öyle güzel öyle hızlı bir kısrakmış ki bu, o diyarın en namlı atı olarak anılmaya başlanmış. Atın namını duyan sonra da onu gören bedevi de bu kısrağa göz koymuş. Bir gün on kese altınla atın sahibi şeyhin yanına varmış.
“Ya şeyh” demiş. “Bana bu atı sat! Al sana on kese altın...”
Şeyh, “Olmaz!” demiş.
“Atıma verdiğin bu değere teşekkür ederim. Ama benim satılık atım yok.”
Bedevi gitmiş.


Ertesi gün yine gelmiş:
“Ya şeyh! İşte bir sandık mücevher. Ver şu kısrağı bana...”
“Sağ olasın, atıma verdiğin değere teşekkür ederim, ama benim satılık kısrağım yok!”
Bedevi iki gün sonra çölün en değerli hecin devesini alıp gelmiş:
“Ya şeyh, işte bu deve de, senin olsun, şu kısrağı bana sat!”
“Sağ olasın, ama benim satılık atım yok. Deven de senin olsun, Ama benim kısrağımı bana bırak.”

Bedevi pes etmiş ve bir daha atı satın almak için ısrar etmeye gelmemiş.



Kısa bir zaman sonra bir gün şeyh o değerli kısrağıyla çölden geçerken yerde, kumlar içinde, kıvrılıp yatan bir adam görmüş.

Saçı sakalına karışmış olan adam açlıktan, susuzluktan, yorgunluktan ölmek üzereymiş. Şeyh hemen aşağı atlayıp adama su içirmiş sonra da şehre götürüp iyileşmesini sağlamak için binbir güçlükle adamı sırtlayıp atının terkisine bindirmiş. Tam kendisi de ata binmek üzereyken yolda kalan hasta adam bir anda canlanıp şeyhi itivermiş. Yere düşen şeyhe “Ya şeyh, sana ne verdiysem bu kısrağı bana satmadın! İşte şimdi elime düştün. Bak şimdi o kıymetli kısrağın benim!” diyerek atı mahmuzlayıp uzaklaşmaya başlamış.

Şeyh neye uğradığını şaşırmış. İyilik yaptığı adamdan kötülük görmenin şaşkınlığı içinde donup kalmış. Sonra telaşla hırsızın peşinden bağırmaya başlamış: "Dur bekle dur! Sana bir diyeceğim var!"

Hırsız atı alıp epey uzaklaşmış ve aralarındaki mesafe bir hayli açılmışken durup dinlemekte bir beis görmemiş. Nasıl olsa ona yetişmesi mümkün olmadığı için durup cevap vermiş; 

"Ne oldu merhamet mi istiyorsun yoksa? Hiç kusura bakma bana bu atı satmamak için az inat etmedin, şimdi hem atından olmanın acısı hem yolda kalmanın çilesiyle biraz da sen uğraş..."
Şeyh acı acı gülmüş:
“Merhamet istediğim yok, tamam kazandın, ama senden isteğim; bu yaptıklarını kimseye anlatma!”
“Niye anlatmayayım? Enayiliğin duyulur da şanın şerefin beş paralık olur diye mi korkuyorsun?”
“Yok yok, onlardan yana bir korkum yok! Beni Allah biliyor, o bana yeter. 
Benim tasam şundan yana: Senin bu hilen duyulursa bir daha bu çölde yolda kalmış baygın, ölmek üzere bir bedevi görenler, onun yardımına koşmazlar, insanların iyilik etmesine engel olur bu hikaye... Bundan korkarım...”