Ebubekir Kânî bu cevaba fena halde içerler. O gece misafiri olan Kadiri büyüklerinden Eflak Dedeye konuyu anlatır. Eflak dede der ki;

-Sultanımız Abdülkâdir Geylânî’yi zamanın hükümdarı bir ramazan iftara davet eder. Yemekler yenilip ibadet edildikten sonra ,sohbet ahir zamanda müslümanlarin durumuna gelir. Abdülkâdir Geylânî bu hususta, Öyle bir zaman gelecek ki, o zamanın imanlı kişileri geçmişin evliyası ile bir tutulacaktır, der.
 

Hükümdar:
– Bize bu hususta bir keramet gösterebilir misiniz, böyle şey nasıl olur der.

Abdülkâdir Geylânî:

-Keramet ilahi izne bağlıdır. Peygamber Efendimiz bile, müşrikler ayı ikiye ayırmasını istedikleri zaman izin istemiştir diye söyleyerek uzaklara doğru bakar.
Bir saat sonra muhafızlardan biri İçeriye girip:

-Efendim kırk anahtarlar çetesi yakalandı reisleri sizlerle görüşmek ister sözleriyle önlerinde eğilir.

Hükümdar heyecanla ayağa kalkar ve:

-Şunların hepsini getirin, aylardır uykumu kaçıran bu adamları merak eder dururdum, diye emir verir.

Bunun üzerine ürperti veren görünüşleri olan 40 kişi elleri arkalarından bağlı olarak içeri alınırlar.

Reisleri derhal yere kapanıp:

– Biz kendimiz gelip teslim olduk. Cezamızı çekmeye razıyız. Şayet affederseniz sadık köleleriniz oluruz,der.

Hükümdar:

Halkın yolunu kesip soymaya utanmaz mısınız? deyince:

–Yanılmamak hakka mahsus, tövbe etmemek şeytana mahsus. Biz kuluz, yanılırız ve bir gün tövbe eder yaptığımız hataları düzeltme yoluna gideriz. Her birimiz bir sefaletin kucağında taşınarak bir araya geldik. İçimizde toydan bir delikanlı var ki, aynı zamanda hafızdır. O bize her şeyi öğretmiş, tövbe yolunu göstermiştir. Hepsinden ayrı üstü başı düzgün bir görünüşte olan hafız delikanlı önüne bakarak:

– İlim sahibi bir kişinin bunların arasında nasıl bulunduğu sizi şaşırtmasın. Beni on yaşında bir medrese talebesi iken kaçırdılar. Usta bir hırsız olarak yetiştirmek için çok uğraştılar.Onlarla uzun yıllar çalıştım. On altı yaşında iken soyduğumuz bir yolcunun torbasında bulduğum Kur’anı Kerim ve diğer kitapları aldım. Boş kaldıkça okudum öğrendim, öğrendikçe açıldım. Nihayet yolu değiştirdim. Hayatımı göz hapsine aldılar ama dört yıl hepsine tövbe ettirip teslim olmaları ve benide azad etmeleri için çalıştım. Nihayet bu gece ikna oldular.

Delikanlının sözleri bitince Abdülkâdir Geylânî gözleri dolu dolu ayağa kalkıp:

-Yarab gönlümüzden geçeni ol deyip olduruveren saltanatının içine alıp bizi sevginle tartıyorsun. Duyduğum ızdırapların en acısı sana karşı şükür da aciz kalışımdır. Sözleri ile başlayarak der ki:

Sözlerime delil ve keramet istiyordunuz. İşte bu kırk anahtarlar çetesi ahir zaman ümmeti ve bu çileli hafız ara yerde benek gibi imanını güçlükle koruyup öğrenen kişiyi temsil eder. Benim dergahımda benim himmetimle hakikate açılmanın kolaylığı yanında onun durumu ne kadar zordur. Firavun’un elinde Asiye olmak ne büyük feragat ister.
Eflak dede hikayesini bitirince:
– İşte evladım insan bütün azdırıcı, kışkırtıcı, yoldan çıkartıcı hadiselere dayanabildiğince güçlüdür.

Küçük insanlar rüzgarın önünde saman çöpleri, büyük insanlar dağlar gibidirler ne eğilir ne savrulurlar.

Ebubekir Kânî :

-Ben de Böyle düşünüyorum sözleri ile onun fikirlerini doğrular ve ertesi gün

Romanyalı kadına beş kelimelik bir mektup yollar, Kırk yıllık Kânî olur mu Yânî?

Bu sözde böylece halk diline karışır gider.