İşte Yücel Koç'un Türkiye Gazetesi'nde kaleme aldığı köşe yazısı:

Tesadüf müdür bilemem…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin temellerini atan kritik Lefkoşa ziyaretinden bir hafta sonra ormanlarımız tutuştu.
Eşlik ettiğim o ziyarette de hava dayanılmaz derecede sıcaktı ama henüz Türkiye’de orman yangını felaketi yoktu.
Ne olduysa, sonrasında oldu.
Diyeceksiniz ki, Yunanistan da yanıyor, illa kasıt mı aramak gerekiyor?
O kadarı Yunan makamlarının derdi, beni Türkiye ilgilendiriyor.
Nitekim ilk kıvılcımın ateşlendiği Manavgat yangınını çıkaran kişi, önceki gün tutuklanıp cezaevine gönderildi.
Peşine Denizli’de bir kundakçı tutuklandı.
Aynı bölgede bir başkası daha yakalandı.
Böyle sürüp gidiyor yangınlar...
          *
Dün Orman Genel Müdürlüğü’nden bir yetkiliyi arayıp, bu şüpheyi sorguladım.
Konuştuğum kişi orman yüksek mühendisi, ömrünü bu işte geçirmiş biri.
Söylediği şuydu;
Yangınların yüzde 90’ı insan kaynaklıdır. Doğa şartlarından kaynaklı aynı zamanda iki yangın bile nadir görülür şeydir, -ki o da aynı noktada çıkmaz zaten- böyle bir tesadüf olamaz.
Bir haftada 170 yangın kesinlikle normal değil. Önemli bir kısmının eş zamanlı ve yerleşim yerlerine yakın noktalarda çıkmış olması da zaten her şeyi gösteriyor.
İklim şartlarının bu yangınlarda hiç mi etkisi yoktur? Elbette bundan kaynaklı çıkan yangınlar da vardır ama bu kadarı matematiğe aykırı. Şu anki yangınların yüzde 99,9'unun kasıtlı çıkarıldığını söylemek mümkün. Nasıl çıkarıldığını, söndürme çalışmalarından sonra yapacağımız teknik çalışmayla ilgili yerlere raporlayacağız.
Bu işi kim ya da kimler yapıyorsa meteorolojiyi de göz önünde bulundurarak hareket ediyor. Nem oranının yüzde 8’e düştüğü yerde bir kıvılcım, dakikalar içinde devasa bir orman yangınına dönüşüyor.
Buna benzer bir saldırıyı geçen sene Hatay Samandağı yangınında görmüştük. Bu defaki çok daha geniş bir alanda gerçekleştiği için müdahaleyi zorlaştırdı. Buna rağmen çok başarılı bir mücadele gerçekleştirdik ve gerçekleştiriyoruz.
Devletin gücü, orman yangınlarına hazırlıklıydı. İddia ediyoruz ki Türkiye’den daha hazırlıklı bir başka ülke yoktur. Ancak bu son bir haftadaki yangınlarda mevsim normallerine göre yapılan hazırlığın on katı ihtiyaç oluştu. Bir anda bütün araçların aynı yola aktığını düşünün mesela, buna imkân mı yeter? İddia ediyoruz ki; bu denli geniş alana yayılan bir mücadelede, dünyada bir başka ülke bizim kadar başarı gösteremezdi.
Yangın belirli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra 100 uçakla da müdahale etseniz sonucu değiştirmez. Burada zararı en aza indirmeye odaklanırız. Havadan müdahale yeni başlayan yangınlarda etkilidir, nitekim çok büyük bir kısmını bu şekilde kontrol altına aldık.
Yoldan bakıp, ormancı görmediğini söyleyenler var. Onlara şunu lütfen iletin; ormancılar bin dereceye ulaşan yangının içinde alevlerle mücadele ediyor, yoldan göremezsiniz.
İletişimin koptuğu birçok arkadaşımızı İnsansız Hava Araçları (İHA) sayesinde kurtardık. Verilen mücadeleyi milletimizin görmesi gerekiyor.
          *
Meseleyi anladıktan sonra, kaldığımız yerden devam edelim.
Bu Kıbrıs meselesi var ya, çok çok önemli.
ABD-İngiliz güdümlü İsmet İnönü tek parti iktidarından sonra olanlara bakın mesela…
Bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti varsa bunun mimarı Başbakan Adnan Menderes'in dış politikayı emanet ettiği Fatin Rüştü Zorlu idi.
Bir gün bu çabasının onu ipe götüreceğini bilmeden, adada yaşayan Türklere ve Türkiye'ye Kıbrıs'ta büyük kazanımlar elde ettirmişti.
Kıbrıs adası üzerinde en az Yunanistan kadar Türkiye'nin de hak sahibi olduğunu belgeleriyle dünyaya kabul ettiren isimdi Fatin Rüştü Zorlu.
Bu yüzdendir ki, Adnan Menderes’le birlikte idam sehpasına çıkarılan iki bakandan biri oldu.
          *
Gezi benzeri bir kışkırtmayla çıkarılan ve Demokrat Parti’ye darbenin zeminini hazırlayan 6-7 Eylül kumpası da yine Londra’da yapılacak Kıbrıs Konferansı esnasında tertiplenmişti.
Hükûmeti istifa etmek zorunda bırakan bu hadise, en büyük zararı Londra'daki Kıbrıs görüşmelerine vurmuş, Fatin Rüştü Zorlu "Kazanımlarımız bir gecede heba olup gitti" diyerek, üzüntüsünü dile getirmişti.
Görevden alma ve istifalarla Demokrat Parti'nin de bölünmesine sebep olan 6-7 Eylül olayları, ordudaki cuntanın ne denli bir tehdit olduğunu gözler önüne sermişti.
Ancak Menderes de, Zorlu da geri adım atmadı.
Üç yıl süren müzakerelerin sonucunda, 1959'da Türkiye istediği neticeyi aldı.
Zorlu, bir yıl sonra kendini darağacında bulacaktı(!)
Hem de türlü işkencelerden sonra.
Yeri gelmişken, Başbakan Adnan Menderes'in, bu anlaşmayı imzalamak için Londra'ya giderken uçağının düştüğünü, Menderes'in; 14 kişinin öldüğü o uçaktan, hesapları altüst edecek şekilde sağ kurtulduğunu ve gidip imzayı attığını da hatırlatayım.
Bu da tesadüf müydü?
          *
Kıbrıs işte böylesine hassas bir mevzudur.
Ülkemizi düşmandan korusun diye maaş verdiğimiz ordu içindeki cunta, Yunanistan'ın ve ardındaki işgalci daha büyük devletlerin intikamını aldı.
Onlar, bugün de işbaşındalar.
Emekli paşaları, medya, sanat ve siyasetteki kollarıyla…
Ülkemiz Ege, Kıbrıs, Doğu Akdeniz gibi önemli badirelerle boğuşurken çıkan şüpheli orman yangınlarına ve bu yangın üzerinden yürütülen tezvirata bir de bu pencereden bakın istedim.
Hele hele ‘yalan üretim merkezi’ gibi çalışan yüzlerin sosyal medyada sergiledikleri Yunan aşkı, Batı hayranlığı kabak gibi ortadayken…
Size daha ne diyeyim?
“Karşılaştığımız her meseleye Doğu Akdeniz’den bakın” diye boşuna mı dil döküyoruz?