Durum böyle olunca da covid paradigması, toplumsal değişimi hızlandırdı. En başta da ekonomik durgunluk, makro ekonomik göstergeleri dibe çekti. Dünyada salgın hastalığın sebep olduğu kayıp, durgunluğun ötesine evrilmeye başlayarak, belki de “kaos”a doğru sürüklenecektir. Dünya genelinde ülkelerin, pandemiye bağlı katı kuralları tekrar hayata geçirmesi, üretim ve tüketim (arz-talep) dengesini bozacak nitelikte olacaktır. Hastalığın bulaşma riski giderek artarken, ölüm sayıları milyonu geçerken, pandemi 2021 için de tehlike çanlarının çalmasına sebep olmaktadır.

Ülkelerin kamu mali yükü giderek artıyor. Hal böyle olunca, yoksulluk artacaktır. Dünya Bankası durumun bu şekilde sürmesi ve kamu maliyetlerinin artması halinde, dünya genelinde 60 milyondan fazla ailenin daha fakirleşeceğini söylemektedir.

Her ne kadar ülkeler, farklı tedbirler alsalar da rahatlama geçici düzeyde kalacaktır. Şayet aşı bulunmaz ve kalıcı önlemler alınmaz ise 2021’in Ocak-Mayıs dönemi de kaybedilmiş olacaktır. Dünya Sağlık Örgütü daha şimdiden, Covid 19’un Ekim-Kasım aylarında artacağını ve riskin varlığını açıkladı. İnsanlar alınan önlemlerden ve ücretlerin düşmesinden dolayı, toplumsal isyan halindeler. Sosyal varlık olan insan, eve kapandığı için de psikolojik açıdan karamsarlık içinde ruhsal bozuklar yaşamaktadır. Fransa, ABD, İngiltere, Almanya, İtalya yaşanan gösteriler, bunun en bariz örnekleridir. Bu gösteriler, başka ülkelere de sıçrayacaktır.

Covid 19 mutasyona uğrayarak, insanlığı tehdit etmeye devam edecek. Önümüzdeki 10 yılın genel seyrinin bu şekilde süreceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Salgın hastalık ve virüs yayılımı, belirli yıllarda ve belli aralıklarla artış gösterecektir. Bazen komplo teorisi, deli saçması diye, gülüp geçtiğimiz kavramların, zamanla nasıl farklı versiyonlarda karşımıza çıktığını unutmamalıyız.

Covid 19 ve Türkiye’nin Ekonomik Durumu

Yapısal sorunların devam ettiği, dövizin aşırı kaygan zemindeki hareketliliği, üretimin azalması, işsizlik ödenekleri, sağlık maliyetlerinin ağırlığı ve koronadan dolayı alınacak yeni tedbirlerin yarattığı kaygılarla, ekonomik açıdan 2020’yi kaybettik. Faizlerin beklenmedik bir şekilde yükseltilmesi bile, dövizdeki hareketliliği kontrol altına almaktan uzak kaldı. Turizm, havacılık ve daha pek çok sektör ağır darbeler aldı. Ekonomik daralma küresel ölçekte olunca, yatırımlar durdu. Yatırım yapılmaması, dünya genelinde likitide bolluğuna yol açtı. Ancak bu kaynakların Türkiye’ye gelmesi zorlaştırılmaktadır.  

TÜİK verilerine göre, sanayi üretimi, yılın ikinci çeyreğinde, (Nisan-Haziran) % 16,5 daraldı. Bu daralma, diğer sektörlerde de kendini gösterdi. En fazla artış ise şüphesiz hizmet sektörü oldu. Bu alandaki daralma, % 25 olarak gerçekleşti. Makro düzeyde ise daralma % 10,9 civarındadır. Döviz rezervlerinin azalması da ekonomik görünümü olumsuz etkileyen faktörlerdendir. Dışarıdan gelen sıcak para akışının kesilmesi, bazı yabancıların sermayelerini yurtdışına çıkarması, döviz rezervlerinin azalmasında başlıca etkenlerdir. Tabi pandemi döneminde ihracatın azalması, arz-talep dengesinin düşmesi, katma değeri yüksek ürünler yerine, klasik sanayi üretimi ve hizmetler yelpazesi de ekonomik verilerin rakamlarının düşmesinde başlıca sebeptir.

Temmuz-Eylül döneminde, salgın hastalık etkisini yavaşlatmıştır. Bu dönemde ekonomi toparlanma sinyali vermiştir. Turizm hareketliliği ve döviz girdisinin etkisi, toparlanmayı tetiklese de Ekim-Aralık dönemi için aynı iyimserlikten uzaktır. Ayrıca Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin ABD ve Avrupa Birliği’nde yarattığı rahatsızlık, Libya, Suriye ve Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’nın Batı’daki etkileri, Batı’nın blok halinde, Türkiye’ye karşı hareket etmesine neden olmaktadır. Türkiye’ye karşı sürekli olarak, “yaptırım” kartının açılması, Türk ekonomisinin kırılganlığına olumsuz etki etmektedir.

2021’in de salgın hastalıktan ve küresel süreçlerden etkileneceği kesindir. Bazı aşı çalışmaları yapılıyor olsa da klinik çalışmalar henüz beklenen sonucu vermekten uzaktır. Bu nedenle de beklemek ve görmek zorundayız. Ancak bu arada, Hazine ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı’nın değişmesi, yeni yapısal reform sözü verilmesi, 2021 için iyiye işaretlerdir.

Biden Dönemi ve Türkiye

ABD’de başkanlık seçimleri yapıldı. Joe Biden, seçimleri kazanarak, Trump’ın ikinci seçimi kazanmasına engel oldu. Biden, seçim öncesi, Türkiye ve Erdoğan karşıtı söylemler içinde olmuştur. Ancak, devletlerarası politika, hiçbir zaman siyasi malzeme yapılamaz. Türkiye bir NATO ülkesidir. Bölgesel güçtür. Üstelik NATO şemsiyesi altında, ikinci en büyük orduya sahiptir. Coğrafi konumu ise eşsizdir. Enerji havzalarının geçiş güzergahındadır ve enerji arzı ile enerji güvenliği bakımından güvenilir bir müttefiktir.

Türkiye, özellikle Ukrayna, Gürcistan ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle sıkı ve iyi ilişkiler içindedir. Çin’in önlenemez yükselişi karşısında, Biden, Orta Asya’da yeni müttefik arayışlarına girmek yerine, 1950’den bu yana yakın müttefiki olan ve Batılı demokrasiye sahip -demokraside zaman zaman gerilemeler olsa da- bir ülke olan Türkiye ile gerilen ilişkileri düzeltmelidir. 

Biden Dönemi 2021 Ocak’ta başlıyor. Siyaset türevi entropik olsa da devletlerarası ilişkilerde bakış açıları daha farklıdır. Öncelikle Biden’ın uluslararası politikalarının ne olacağına bakmak ve derinlemesine analiz etmek gerekir. Çünkü Türkiye, ABD’nin yeni dış politikasına göre, önemli veya az önemli olacaktır.

Bu noktada Biden dönemi için Türkiye çok önemlidir. Zira Trump, ABD’yi kendi içine kapatmıştı. Oysa Biden tekrar küreselci olma peşindedir. Başta serbest ticaret anlaşmaları, Çin, Rusya, Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlar üzerinde ve tabi ki Doğu Akdeniz’de etkin rol oynamak isteyecektir. Biden, özellikle İran ile yakın ilişki içine girmek arzusundadır. Bunu mutlaka görmemiz ve oyunun kuralı belirlememiz gerekir. Genişletilmiş hatta derinleştirilmiş, ABD, İsrail ve AB ilişkileri, Türk dış politikasında yeni açılımlar anlamına gelmektedir.

Türkiye ve AB

AB ile ilişkilerin donduğu ve hareketiz kaldığı böyle bir ortamda, ilişkilere kaldığımız yerden devam etmek zorundayız. Her ne kadar Fransa ile Macron’dan dolayı ilişkilerimiz gerilse de Almanya, AB’nin lokomotif ülkesidir ve AB ile olan ilişkilerin normalleşmesinde, önemli katkılar sağlayabilir.

En son 2016 yılında Türkiye ile AB arasında yapılan vizesiz Avrupa ve Göçmenlerin Türkiye’de kalması konusundaki müzakereler tıkanmış ve o günden bu yana da Türkiye-AB ilişkilerinde bir ilerleme sağlanamamıştır. Türkiye ve AB, coğrafi kader birliğindedir. Bu nedenle de bir küskün, bir barışık süren ilişkiler, yeniden canlandırılmalıdır. AB’nin özellikle siyasi geleceğinin çatırdaması, AB’nin siyasi birlik konusundaki mutabakatın olmamasına karşın, Türkiye’nin katacağı değerin ekonomik ve siyasi yönü kuvvetle anlatılmalıdır. Türkiye’nin bölgesel aktör olduğu gerçeğinden yola çıkarak, diplomasi koridorları yeniden hareketlendirilmelidir.

Belki de Türkiye-AB ilişkilerinde tam üyelik müzakereleri olmaksızın, genişletilmiş değil, derinleştirilmiş bir Türkiye-AB ilişkileri gündeme alınmalıdır. Bu kapsamda Gümrük Birliği ve Vize Serbestisi detaylı bir şekilde siyasi ve diplomatik açıdan yeniden değerlendirilmeli ve taraflar tekrar masa başına oturmalıdır. Aynı şey KKTC için de geçerlidir. Kıbrıs’ta kalıcı barışın sağlanması noktasında nihai bir görüşme zemini hazırlanmalı ve KKTC’nin varlığının yadsınmaz gerçekliği, kabul ettirilmelidir. Doğu Akdeniz’de enerji varlığı ve kullanımı, İsrail ile güçlü bağlarla mümkün olacaktır.

Sonuç ve Değerlendirme

Yeni bir dünya düzeni içindeyiz. Bu öyle bir dünya ki, soğuk savaş, iki kutuplu dünya, küreselleşme (global) kavramları, yerini, dijital siyasete ve dijital diplomasiye bırakmaktadır. Klasik siyaset yerini, yapay zekaların, artırılmış gerçekliklerin, diplomasiyle harmanlandığı bir döneme doğru evrilmektedir.

Türkiye’nin yerelden, bölgesele ve oradan da küresel güce dönüşmesi, bu yeni dijital siyaseti içselleştirmesiyle mümkün olacaktır. Pandemi hayatımızın bir parçası olmaya devam edecek. Ancak siyaset ve diplomasi, ekonomi ile birlikte kendini yenileyerek, yoluna devam edecektir.