Çağımızın vebası terörizmdir. Terörizm artık ulus kavramını aşarak, uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Bununla birlikte ne acıdır ki terörizm bugün Ortadoğu bataklığından beslenmektedir ve terörizm, göç, savaş ve yoksullukla birlikte dünya gündemin en başına oturmuştur.
Terörizm politik bir kavram olmaktan çıkıp, bugün demokrasiyi tehdit eden, aynı zamanda da içinde sosyal ve dini unsurları da barındıran bir kavram haline dönüşmüştür.
Özellikle terör İslam dini ile adeta özdeşletirilerek, İslamofobiye neden olmuştur. Aynı şekilde toplumsal travma ve korkuya neden olarak, sosyal yaşamı, günlük hayatı etkileyen ana unsurlardan birisi haline gelmiştir. Bu şekli ile terör sınır tanımadan uluslararası bir boyut kazanmıştır.
Şu bir gerçek ki terör tanım ve konum olarak değişime uğramıştır. Zira günümüzde terör; dil, din, ırk, mezhep, inanç, çocuk, kadın ayrımı yapmaksızın sivil halkı hedef almaktadır. Bu yönüyle terör siyasi bir mesaj vermekten öteye giderek, intikam almaya dönüşmüştür.
Terörün uluslararası boyutunda devletlerin ortak hareket etmesi şarttır. Koşulsuz işbirliği gerektiren terör anlayışında senin terörün, benim terörüm olmamalıdır.
Terörün güçlenmesinde yasadışı yollardan silah satışı, kara para aklama ve teknolojinin kullanılması da önemli bir etken olmuştur. Şayet önlem alınmaz ise önümüzdeki birkaç yıl içinde terör örgütleri kimyasal ve biyolojik silahlar da kullanmaya başlayabilir.
Gelir adaletsizliği, kıt enerji kaynaklarına sahip olma isteği gibi etkenlerde terörü tetikleyen ana unsurlardır. Özellikle batı ile Müslüman dünyası arasında kopan ipler, Batı’nın emperyal imparatorluk dürtüsü içinde hareket etmesi, Ortadoğu kaynaklı terörün artmasında ciddi etkendir.
Terör Belçika veya Fransa’da neyse, Türkiye, Afganistan veya Pakistan’da odur. Ayrım yapmak asla mümkün olmamalıdır. Terör dünyanın ortak paydası olmalıdır. Bir ülkede terör eylemi olurken, bunun başka bir ülke tarafından özgürlük savaşı diye tanımlanması, sorunu içinden çıkılmaz bir hale sokar.
Birleşmiş Milletler terör konusunda tüm BM üyesi devletleri, terörle mücadele de asgari müştereklerde bir araya getirecek bir misyon üstlenmelidir.
Askeri önlemlerin yanı sıra, siyasi, sosyal olmak üzere bütüncül önlemlerde alınması zaruridir. Terörü sadece lanetlemek yeterli olamaz. Uluslararası toplum terör konusunda ortak eylem planı uygulamaz ise korkarım bu bölünmüşlük, terör örgütlerinin işine yarayacaktır. Unutmamak gerekir ki özgürlük ve demokrasinin yolu “dayanışmadan” geçer.
Göç ve göçün neden olduğu mülteci sorunu, yaşlı dünyamızın yaşadığı en büyük sorunlardan bir diğeridir. Savaşlar, iç karışıklıklar, yoksulluk, gelir dağılımındaki adaletsizlik, dini, etnik ve mezhepsel ayrışmalar, baskıcı rejimler ve iklim değişiklikleri göçün ana nedenleridir.
Göçün en büyük nedeni şüphesiz savaştır. Savaşların yol açtığı yıkımların sonuçlarını halen Suriye’de yaşanan felaketlerden yola çıkarak görebiliriz. 5 milyon Suriyeli mülteci konumuna düştü ve bunun 2.5 milyonu bizim ülkemizde misafir olarak bulunmaktadır.
Ekonominin güçlü olmadığı yerde savaş, kargaşa ve göç kaçınılmazdır. Dini, etnik, mezhepsel ayrışmalar ve baskıcı rejimler de göçe neden olan ana etmenlerdir.
Ruanda’da 1994’de 800 bin Tutsi’nin etnik kimlikten dolayı öldürülmesi sanıyorum buna en acı örnektir. Bugün ise Ortadoğu’da faaliyet gösteren terör örgütleri dini, etnik ve mezhepsel amaçlı kitlesel temizlik yapmaktadır.
 
Dünya ekonomik sisteminin adaletsizliği herkesin malumudur. Dünyada yılda ortalama 1.7 Trilyon Dolar silahlanmaya para harcanmaktadır. Oysa başta Afrika olmak üzere, az gelişmiş ülkelere bu paranın % 20’si harcansa, emin olun dünyanın çehresi değişecektir.
 
Çevre felaketlerinin önlenmesi, yoksulluğun giderilmesi, insanların bulunduğu yerde geleceğini garanti altında görmesi, hoşgörü ortamı, manevi değerlerin yeniden inşaa edilmesi, çok kültürlülüğün desteklenmesi, kültür ve medeniyetlerin birbirine pozitif yaklaşması, insanlığın bilim, teknoloji, uygarlık ve medeniyetten eşit miktarda yararlanması, göçün önlenmesinde itici güç (drıver maın) olacaktır.
Göçün karşısındaki en büyük sorun, göç alan ülkelerin karşılaştığı ekonomik, sosyal ve güvenlik sorunlarıdır. Göçle birlikte gelen kişilerin terör amaçlı gelmeleri riski sadece o ülkenin değil, tüm dünyanın sorunudur.
İnsani duygular ve vicdani ahlak elbette kapıları kapatmamıza engeldir. Türk halkının mülteci merhameti hem dinimizden, hem de insanlığımızdan kaynaklanmaktadır. 1492’de ispanya’dan kaçan Yahudilere Osmanlı İmparatorluğu kucak açmıştı. Tarihte mülteci merhametinin örneklerini çoklukla görebiliriz. Aynı şekilde Irak, Afganistan ve en son Suriyeli göçmenlere Türkiye kucak açmıştır. 
Mülteci akınında ülkelerin yalnız bırakılması doğru değildir. Türkiye, Lübnan, Yunanistan gibi ülkelerin tek başına kalması, uygar dünya için utanç olmamalıdır.
Burada en büyük görev Birleşmiş Milletlere düşmektedir. BN barış gücünü devreye sokmalı ve tampon bölgeler oluşturarak, mültecilerin beslenme, barınma, güvenlik ve sosyal hayatlarını sürdürmeleri sağlanmalıdır.
 
Mülteci akınında en büyük sorunlardan biri de terör örgütü üyelerinin mültecilerin arasına sızmak suretiyle, terör eylemleri için kolayca ülke sınırlarından içeri girmeleridir. Bu şekilde yapılanma içine girip, kitlesel eylem planları yapmaları mümkün olacaktır.
Unutulmamalıdır ki savaş terörü, terör de savaşı körüklemektedir. Bu kısır döngüde en büyük acıyı sivil halk ödemektedir. Uluslararası ortam göçmen kaçakçılarının hain planlarına da engel olmalıdır. İnsanlar etnik, dini, kültürel ve cinsel kimliklerine göre ayrımcılığa tabi tutulmamalıdırlar. Burada uluslararası sivil toplum kuruluşlarına da büyük görev düşmektedir.
Mülteci durumunda olan insanların kaybedecekleri bir şeyleri olmadığı için radikalleşirler ve teröre bulaşırlar. Öfke ve nefret içindeki bu insanlar, intikam alma hisleriyle terör eylemleri yapabilirler. Bu insanların tekrar kazanılması ve topluma entegre edilmesi gerekir.
Ayrıca dünyada etkin medya kuruluşları ve sosyal ağlar üzerinden pozitif yönde algı oluşturulmalı, toplumlar, kültürler ve inançlar birbirine yaklaştırılmalıdır.
Gidecek başka dünyamız yok. O yüzden bizim dünyamızın yeni bir oluşuma ihtiyacı var. Savaşların azaltılması, adalet ve demokrasinin genele yayılması, fakirlikle mücadele, ekolojinin korunması sürdürülebilir bir yaşam için gereklidir.
Biz Allah’ın yarattığıyız ve dünyamıza sahip çıkmalıyız. Hepimiz tek bir Allah’a ve onun yarattıklarına karşı sorumluyuz.
Yazımı Atatürk’ün veciz bir sözü ile tamamlamak istiyorum. “yurtta barış, dünyada barış.”