ABD’ye ilk defa 1991 yılında gittim. Aradan geçen 24 yılda, ikisi mesleki gezi, dördü kızlarımın mezuniyet törenleri olmak üzere 6 kez daha ABD’nin yolunu tuttum. Ve bu ülkeyi daha fazla tanıma ve gözlemleme imkanı buldum. Silikon Vadis’ini, Harvard, Stanford, Cornell gibi dünya çapında üniversitelerini gezdim, inceleme şansını yakaladım. Dünyanın her köşesinden gelen göçmenlere fırsatlar sunan liberal anlayışı, ekonomik ve bilimsel gelişmenin itici gücü olan üniversiteleri, 200 yıldır siyasi istikrarı sağlayan başkanlık sistemi ve tabii ki güçlü ordusu, kanaatimce ABD’yi süper güç yapan unsurların başında geliyor.
Amerika tıpkı bir zamanların güçlü imparatorluğu Osmanlı gibi federal eyalet sistemi ve süresi 8 yılla kısıtlı çağdaş imparator diyebileceğimiz bir başkan tarafından yönetiliyor. ABD’de eyalet valileri de seçimle işbaşına geliyorlar. Kongreyi oluşturan temsilciler meclisi ve senato üyeleri, demokrat ve cumhuriyetçiler arasından, güçlü siyasi geleneğe sahip aileler veya parlayan genç isimler arasından seçiliyor. Temsilciler Meclisi ve senato üyelerinin seçiminde, başkanın belirleyici bir rolü bulunmuyor. Böylece başkan, kongre ve yargı arasında kuvvetler ayrılığı ilkesi, tam ve kesin bir şekilde uygulanıyor. Başkan, başkomutan sıfatıyla ordu komutanlarını ve anayasadan aldığı yetkiyle yüksek mahkeme üyelerini seçebiliyor. Başkan, hükümet üyelerini de meclis dışından seçiyor. Ve de isterse azledebiliyor.
80 milyona yaklaşan nüfusuyla dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında yer alan Türkiye’mizin parlak dönemleri; Atatürk (15 yıl), Bayar-Menderes (10 yıl), Demirel (6 yıl), Özal (8 yıl) ve Erdoğan-Gül (12 yıl) olmak üzere 92 yıllık Cumhuriyetin 51 yılı tek başına iktidar ve istikrarın getirdiği ekonomik büyüme ve refah dönemleri olarak tarihe geçti. Geriye kalan 41 yıl ise 2. Dünya Savaşı, askeri darbeler ve sonrasında gelen etkisiz koalisyon hükümetleri dönemleri olarak adeta kaybolan yılları simgeliyor. Bazı eksiklikleri olsa da Türkiye’miz, demokratik ülkeler arasında yer alıyor. Geçmişten farklı olarak bugün yerli ve yabancı girişimciye fırsatlar sunabilen liberal bir ekonomimiz var. Ordumuz dünyanın güçlü ve saygın orduları arasında yer alıyor. 21. yüzyılın büyük Türkiye’sine ulaşmak için tek eksiğimiz var, o da başkanlık sistemi. Çünkü bu güzel ülkemiz, iktidarın parlamentoya hâkim olduğu, milletvekillerini liderlerin belirlediği çarpık parlamenter sistem sebebiyle sık sık krizlere yakalanıyor. Ayrıca, bu millet, her haftanın salı günü söz düellosundan öteye gitmeyen grup toplantılarını izlemekten usanmadı mı? Türkiye’mizin yeni bir rüzgâra ihtiyacı var. Bu rüzgâr başkanlık sistemidir. Geçmiş yıllarda Demirel ve Özal gibi güçlü liderler de başkanlık sistemini savundular. Şimdi de Erdoğan başkanlık sistemini istiyor. Erdoğan, Atatürk, Menderes ve Özal’la birlikte Cumhuriyet döneminin en karizmatik ve güçlü liderlerinden biridir. Girdiği her seçimi kazanın tek lider olarak tarihe geçti. Artık seçime 3 ay kaldı. Türkiye’nin parlak yüzyılının kavşak noktasındayız. Türkiye’miz, yeni anayasa ile başkanlık sistemine geçerse bölünme riski de tamamen ortadan kalkacaktır. Sırf Erdoğan istiyor, diye başkanlık sistemine karşı çıkanlara hatırlatmak isterim; Erdoğan da bir fanidir: Hatasıyla, sevabıyla bir gün görevini tamamlayıp köşesine çekilecek, torunlarını sevecek. Erdoğan istediği için değil, büyük Türkiye için başkanlık sistemine geçmeliyiz. Zira akıl için yol birdir. Büyük Türkiye’nin yolu başkanlık sisteminden geçiyor.