Enver Abi’yi Türkiye Gazetesi’nde göreve başladığım 1987 yılı Ocak ayında tanıdım. O’nu tanımak ve O’nunla birlikte çalışmak bir onurdu.Türkiye Gazetesi ve İhlas Grubu’nda tam 10 yılım geçti. 1987’de gazeteye girdikten kısa bir süre sonra Türkiye Gazetesi’nin Avrupa Baskıları’nın yapılanmasında görevlendirildim. Sonra da gazetenin 3 yıl boyunca Avrupa Baskıları Yazı İşleri Müdürlüğü görevi bana tevdi edildi. Frankfurt’un Neuisenburg kentinde 15 katlı bir binanın 12’nci katındaki ofiste işe başladık. Gazete Hürriyet’in Zeppelinheim’daki tesislerinde basılıyordu. Avrupa Baskıları Genel Müdürü Mehmet Oğuz ile birlikte samimi, ihlaslı, gayretli bir çalışma içindeydik. Gazetenin ofisinde yatıp kalkıyorduk. Orası bizim hem işyerimiz, hem evimizdi. Almanya’nın kışı çok çetindir. Gazetenin Almanya ofisinde uyku tulumu ile gecelediğimiz günleri hiç unutamam.

Enver abi

Hafta sonları çevredeki Türk derneklerini, camileri geziyor gazeteyi tanıtıyor, takvim, kitap, akapunktur, kaset v.s. satarak da aylığımızı kazanıyorduk. Enver Abi, beni gördüğünde kulağımın memesini sıkar, sonra da “Erihni ya Bilal” derdi. Kulağımı neden sıktığına, neden bana “Erihni ya Bilal” dediğine bir  anlam veremiyordum. Sonra bana dediler ki; “Enver Abi sevdiği insanın kulak memesini sıkar” o zaman sevildiğimi anladım. Peki “Erihni ya Bilal” ne demekti? Bunu da sonradan öğrendim… Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir şeye üzüldüklerinde, Hz. Bilal-i Habeş-i çağırıp “Erihni ya Bilal” diye buyururlarmış. Yani “Ferahlat beni ya Bilal” derlermiş. Hz. Bilal-i Habeş-i (RA) de o güzel sesiyle ezan okurmuş. Enver Abi demek ki; bir konuda üzüntülü, sıkıntılı olduğu zaman bunu bana söylüyordu. Ne bilirdim, ne derdi vardı da, bana öyle seslenirdi. Birlikte cemaat olduk, namaz da kıldık, ama bana o sözü söylediklerinde o an anlam veremediğim için; “Ne demek istiyor, neden kulağımı sıkıyor” diye söylenirdim hep içimden. Sonradan işin özünü öğrendiğimizde, boynumuzu büküp, sevgiyle teslim olduk. Belki saçma gelecek ama, ben Enver Abi’yi gördüğümde gözyaşlarıma hakim olamıyordum. O sohbet ederken, gözyaşlarımı görmesin diye başımı öne eğer, bir köşeye gizlenmeye çalışırdım.

Enver Abi’nin yüzü hep gülerdi. İçi kan ağlasa da yüzü hep gülerdi. 7-8 yıldır O’nu hiç görmedim. Aklımda kalan son fotoğraf, temiz, berrak, nurlu yüzüydü… Enver Abi, üzüntülü de olsa, karşısındakine bunu hissettirmemeye gayret ederdi. Çok nadir kızdığına şahit oldum. Yaratılanı Yaratandan ötürü sevdiği için merhamet sahibiydi. Çocuksu bir kalbi vardı. Enver Abi, çocuk gibi bir insandı ama, iyi bir öğretmen, iyi bir ustaydı, aynı zamanda müthiş bir girişimciydi. Bir girişimci, işadamı olarak, Enver Abi’nin örnek alınması gereken yönü, her şeye güzel bakabilmesiydi. Medya patronu olmasına rağmen, bu güçlü silahı hiçbir zaman düşmanının aleyhine bile kullanmadı. Sahibi olduğu gazeteyi, televizyonu, santajlara alet etmedi. Öyle medya patronları vardı ki; öyle gazeteciler vardı ki; elindeki silahı sonuna kadar kendi çıkarları için kullandılar. Enver Ören, bir medya patronu, bir gazeteci olarak diğerlerinden çok farklıydı.

1993 yılında ben de TGRT’nin ilk kuruluşunda yer almıştım. Kamuran Abacıoğlu’nun yönetmenliğinde Ekonomi Vitrini adı altında bir program yapıyorduk. Bir gün Kamuran Bey, Enver Abi’ye dedi ki; “Müsaade edin, gümbür gümbür ses getiren, yolsuzlukları, hırsızlıkları, kirli çamaşırları ortaya döken bir program yapalım.” Hatta unutmuyorum, Uğur Dündar’ın yaptığı programları da örnek gösterdi. Enver Abi, “Aman Kamuran Abi!..” dedi ve konuşmasını şöyle sürdürdü: “Siz ülkemizin gelişmesini, işadamlarımızın yatırımlarını anlatan, insanlarımıza moral  veren programlar yapın.” TGRT’nin kuruluşunda yayınlanmaya başlayan “Ekonomi Vitrini” programı Enver Abi’nin bu sözünü yerine getirdi, moral değerleri yüksek tutan, insanımıza saygılı, ülkemizin gelişmesine katkı sağlayan bir yayın politikası izledi. 1996 yılında ayrıldığımız TGRT’den sonra bir çok ulusal kanala program yaptık, halen ATV Avrupa ve TRT Avaz kanalları için haftalık programlar hazırlıyoruz. Ekovitrin Medya Grubu’nun yaklaşık 20 yıldan bu yana sürdürdüğü yayın politikası, Enver Abi’nin bize öğrettiği çizginin dışına asla çıkmadı. Enver Ören’in talebesi olabilmek bir nasip işi…

Enver Ören Abi’yi, ebedi aleme dualarla uğurladık. Başta oğlu Ahmet Mücahit Ören, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, bakanlar, işadamları, bürokratlar, gazeteciler, dostları, yol arkadaşları, İhlas Holding’in çalışanları, Türkiye’nin dört bir yanından gelen İhlas Cemaati’ne mensup insanlar, Enver Abi’yi sevenler, hepimiz oradaydık. Eyüp Camii’ndeki cenaze namazını kılmak bana da nasip olduk ancak, helallik almadan, “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna cemaatin cevap vermesine fırsat vermeden, ne oldu bilmiyorum, Enver Abi’nin cenazesini adeta kaçırırcasına musalla taşından alıp götürdüler.

Enver Abi, eğer bir hakkım geçtiyse helal olsun… Umarım sen de bizlere hakkını helal etmişsindir. Kabrin pür nur, makamın cennet olur inşallah…