Türkiye 2015’i kaybetti, 2016’yı da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Ekonomide meydana gelen şiddetli dalgalanmalar, toplumdaki çözülmeler endişe yaratıyor. Nasıl ki biz ekonomide dünyada ilk ona girmek için çalışıyorsak, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde boş durmuyor. Hem kendimizle, hem de dünya ile yarışmak zorundayız.

7 Haziran seçimleri sonrasında siyaset arenasındaki çalkantı hala devam ediyor. 1 Kasım’da yapılacak tekrar seçim (erken seçim değil) 7 Haziran’dan farklı olmayacak gibi görünüyor. Türkiye zaten 2015’i kaybetti ve 2016’ya kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Zira ekonomide meydana gelen şiddetli dalgalanmalar, toplumdaki çözülmeler ve artan terörle birlikte art arda gelen şehit haberleri hemen herkesi endişeye sürüklemiştir.
Sıcak para ve birkaç belli başlı sektör yatırımlarıyla (büyük devlet yatırımları, inşaat, nispeten savunma sanayi ve turizm) ayakta duran ekonomi, son iki ayda altüst oldu. Dolar/Euro fırladı, borsa değer üstüne değer kaybetti. Merkez Bankası ve Para Politikası Kurulu faizleri yükseltti. Piyasaları belli bir dengede tutmaya çalıştı. Ancak tüm bunlara rağmen ekonomik göstergelerde tablo ibresi aşağı yönde.
Ekonomideki bu çalkalanma halen kontrol altına alınmış değil. Belirsizlik giderek, karamsarlığa dönüşüyor. Hatta yeni bir 2001 krizi kapıda mı sorusunu akıllara getiriyor.
Oysa her şey yolunda gidiyordu. Türkiye ortalama yıllık bazda sürekli büyüyor, sıcak para akışı artarak devam ediyor, ihracat 150 milyar doları yakalıyor, faizler düşüyor, yeni teşvik yasası ile yeni ve güçlü yatırımlar yapılıyor, özelleştirme ile Hazineye milyarlarca dolar para giriyor, Merkez Bankası döviz rezervi 130 milyar dolarları buluyor, Borsa 90 binleri görüyor, yabancı sermaye girişi hızlanıyor, turizm gelirleri artıyor, dış borç yükü yüksek olsa da IMF’e borçlar sıfırlanıyor ve Türkiye, 800 milyar dolarlık GSYH elde ediyordu. Üstelik enerji, ulaşım, uydu sistemleri, uzay ve savunma sanayinde yüksek bütçeli proje ve yatırımlarda devreye giriyordu. 
Türkiye’de neden kaos olmaya başladı?
İşin ilginç yanı, tüm bunların 2008’de ABD’de başlayan ve tüm dünyayı sarsan ekonomik kriz ortamında olmasıydı. Dünya ekonomik krizler, iflaslar yaşarken, Türkiye dünya krizinden en az etkilenen ve büyüme trendini sürekli belli bir çizgide tutan ülke konumundaydı.
Peki, ne oldu da tüm siyasi, ekonomik, hukuki ve sosyal dengeler tepe taklak oldu. Son 10 yılda nispeten iyileşme ve büyüme süreci yaşayan Türkiye’de neden kaos olmaya başladı? Bunun cevabını hem yüzeyde olanlarla, hem de Aysberg’in altında olanlarla verebiliriz. Ancak bunların siyasi, ekonomik, sosyal, hukuki ve toplumsal analizlerini tek tek sıralamak bu yazıda mümkün değil. Ancak sonuca yönelik durum değerlendirmesi yapmak mümkündür.
Konuya öncelikle bir tespitle başlamam lazım: IMF'nin 2003-2007 yılları arasında Başekonomistliğini yapmış Raghuram Rajan, 2005 yılında bir rapor yazıyor. "Has Financial Development Made the World Riskier." Bu Raporda balon ekonomisinden bahsediyor ve diyor ki: "Catastrophic Meltdown of the Door-Büyük Çöküş/Afet Kapıda!" Ardından dev 2008 krizi, ABD'de ve tüm dünyayı vuruyor. Raghuram Rajan’ın 2005 yılında ABD ve dünya ekonomisi için yaptığı tespitin bir benzerini Türkiye ekonomisi için söyleyebiliriz.

Hem kendimizle, hem de dünya ile yarışmak zorundayız
Siyasi kaos ve belirsizlik, kırılgan ekonomiyi “sırat köprüsü” üstünde tutuyor. 7 Haziran benzeri bir siyasi tablonun 1 Kasım’da çıkması durumunda, koalisyon hükümetinin kurulup kurulmayacağı kesinlikle belli olmayacaktır. Hükümetin kurulması durumunda ise yürütmede çift başlılık yerine, üç başlılık olacaktır. 2023 hedeflerinde ciddi bir sapma olacağı gibi, Türkiye’nin tüm ekonomi çarkları yavaşlayacaktır. Eylül sonu itibarı ile dövizdeki artış, Türkiye’de yüzde 38’lik bir gizli devalüasyona neden olmuştur. Bir dönem ekonomiyi soğutmak için önlemler düşünülürken, şimdi tekrar ısıtmak zorundayız. Bunun yolu da mutlaka istikrarlı siyaset kurumu ve katma değeri yüksek üretimden geçmektedir.
Ayrıca dövizdeki dalgalanma muhtemelen devam edecektir. Faizlerin artması iyiye işaret değildir. Talebin azalması fiyatı düşürür. Borçlanmayı artırmak ise fayda getirmez. Bedelini hepimiz öderiz. Sonuç olarak, ekonomimiz sırat köprüsünden düşerse cehenneme, düşmez ise cennete gidecektir. Şunu da unutmamak lazım. Nasıl ki biz ekonomide dünyada ilk ona girmek için çalışıyorsak, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde boş durmuyor. Hem kendimizle, hem de dünya ile yarışmak zorundayız.