İzmir Ticaret Odası (İZTO) Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener, para politikasında somut adımlar atılması gerektiğini söyledi.

İZTO Ekim ayı olağan meclis toplantısını gerçekleştirdi. İZTO Meclis Toplantı Salonu’nda gerçekleştirilen programda açılış konuşmasını İZTO Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener açılış konuşmasını gerçekleştirdi. Özgener, salgın dönemiyle birlikte küresel anlamda enflasyonun arttığını, hammadde ve enerji maliyetlerindeki artışın baş döndürücü hale geldiğini söyledi. Yurtdışında yaşanan enflasyon artışının ve diğer ekonomik sorunların Türkiye’de olduğu kadar yol açmadığını ifade eden Mahmut Özgener, “Bunun sebebini de para politikasında belirli bir öngörülebilirlik üzerinden ilerlemelerine bağlıyoruz. Sözel uyarılarla bile olsa, artan risklere karşı daha fazla dikkat çekilmesi ekonomi politika yapıcılarına güven ve kredi sağlıyor. Dün yaşanan gelişmeler, para politikasında istikrar ve güven sağlamanın ne kadar önemli bir hale geldiğini bizlerle bir kez daha gösterdi. Türk lirasında bir günde yaşanan yüzde 17’lik değer kaybıyla, dalgalı kur rejimlerinde alışılagelmiş hareketlerin dışına çıkılmış oldu. Bugün ise Türk lirası yine yüksek bir oynaklık içinde yüzde 8,5 değer kazandı. Yatırım yapan, üreten, çalışan, projeler oluşturan geniş kitleler olumsuz etkilendi. Reel sektörün Türk lirasının geldiği seviyeyi bile hazmetmesi zaman alacakken, günlük olarak oynaklığın meydana getirdiği zarar, bütün dengeleri tehdit ediyor” dedi.

“Para politikasında somut adımlar atılmalı”

Merkez Bankası’nın yaptığı gibi sözel uyarıların aşırı oynak piyasalarda oluşacak zararlara karşı yeterli olmayacağını aktaran Özgener, “Para politikasında güvenin ve öngörülebilirliğin artmasına yönelik somut adımlar atılması gerektiği kanaatindeyiz. Öncelikli hedef; para politikasında belirsizliğe yol açabilecek her konunun bilgiyle ve iletişimle aşılması olmalıdır. Merkez Bankası; atacağı somut adımlarla tepkisinin net ve şeffaf olmasını sağlarken, ileriye dönük öngörülebilirliğin arttırılmasını ve piyasalarda dolaşan yanlış haberlerin olumsuz etkisinin azaltılmasını hedeflemelidir. Kısacası, güven sağlamalıdır, bugün burada bulunan iş insanlarının soğukkanlı, devletini ve halkını koruyan tutumlarına dayanışmayla yanıt vermelidir. Para piyasalarındaki dalgalanmaların gölgesinde çalışmalarımızı, işlerimizi sürdürüyoruz” diye konuştu.

“Büyüme oranlarının bizi uzun vadeli olarak kalkındıracak sonuçları doğurmadığını gözlemliyoruz”

Özgener, Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın 2021 yılında yüzde 9’un üzerinden büyüme gerçekleşmesini bekledikleri ve enflasyonun istenilen seviyede olmadığını söylediğini hatırlatarak, “Türkiye rekor ölçüde büyüyor. Ancak yüksek büyüme oranlarının bizi uzun vadeli olarak kalkındıracak sonuçları doğurmadığını gözlemliyoruz; çünkü para politikasına bağlı olarak Türk lirası cinsi varlıklar hiç kimsenin arzu etmediği kadar düşük seviyelere geriledi. Döviz cinsi borçluluğu yüksek olan bir özel sektörümüz var. Türk lirası cinsi varlıklardaki düşüşten reel sektör bilançosunun etkilenmemesi mümkün değil. Kredi büyümesi bu sorunu sadece ertelerken, Türk lirasının değer kaybı nihai olarak yüzleşmemiz gereken faturayı yükseltiyor. Büyüme oranları yükselirken, stoksuz çalışan ve enflasyondan etkilenen KOBİ’ler bu durumda daha fazla risk üstleniyor. Özellikle hammadde ithal eden firmalarımızın döviz kuru artışı ve iç piyasaya çalışan firmalarımızın ise enflasyon nedeniyle sıkıntı yaşadıklarını gözlemliyoruz. Bu nedenle KOBİ’lerde karlılık aynı oranda artmıyor” ifadelerini kullandı.

“Çalışanların daha iyi maddi koşullar altında çalışması, işverenlerimizi de memnun edecektir”

En önemli konunun Türk lirasının değer kaybının doğrudan ve dolaylı fiyatlar üzerindeki etkisi ile enflasyona etkisi olduğunu ve Türkiye’de yaklaşık 10 milyon işçinin asgari ücret seviyelerinde çalıştığını söyleyen Özgener, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Gıda, konut, ulaştırma gibi temel ihtiyaç alanlarında yüzde 30’a yaklaşan yıllık enflasyon ile Türkiye’nin yüzde 9’luk büyümesi her kesim tarafından aynı oranda hissedilmiyor. Bu kadar yüksek oranda çalışanın asgari ücret aldığı bir istihdam piyasasında, verilecek kararın çok önemli etkiler oluşturacak. Temel ihtiyaç ürün fiyatlarındaki artış oranları ve açlık sınırının yükseldiği seviyeler, TÜFE oranlarının üzerinde bir artışın gerektiğini gösteriyor. Bu artışın brüt ücretlere olduğu gibi yansıtılması durumunda, enflasyonist bir baskı muhakkak. Gelir eşitsizliğinin arttığını ve sabit gelirlilerin payının azaldığını görüyoruz. Orta sınıfın erimesini kabullenmemeliyiz. Çalışanların daha iyi maddi koşullar altında çalışması, alım güçlerinin artması işverenlerimizi de memnun edecektir. Halkımızı hak ettiği yüksek yaşam standartlarına ve kalitesine ulaştırmak hedefimiz olmalıdır. Bu nedenle; ekonomik dengeler gözetilerek asgari ücretin vergiden muaf tutulması önerimizin de kabul edileceği düşüncesindeyiz. Bu noktada uzun zamandır dile getirilen ücretler üzerindeki vergi ve SGK primi yükünün azaltılması konusunda adım atmak için de uygun bir zaman olduğu kanaatindeyiz.”

Özgener, konuşmasının sonunda ise Tıbbi Cihaz Sektörünün sorunlarına acil çözüm bulunması gerektiğini belirterek, sektörde faaliyet gösteren firmaların Türkiye içinde ödemelerini tam ve zamanında almasının yanı sıra, uluslararası alanda rekabetçi yapılarını geliştirimlerini de çok önemsediklerini söyledi.