Hepimizin çok iyi bildiği gibi atasözlerimizden biri “meyveli ağaç taşlanır” sözüdür. Bunun ülkemiz açısından taşıdığı anlam ise yüzyıllardan beri tüm dünyanın odak noktasına oturup hedef olmuş bir konumda olan güzide ülkemizin başından kangrenlerin hiç eksik olmamasıdır. Farklı zaman dilimlerinde farklı senaryolar icra edenlerin tiyatro sahnesi hep aynı kalmakla birlikte farklı oyunlar sergileyerek seyirci bırakıldığımız, günbegün kanserli hastanın eriyip gittiği gibi, her geçen gün değil her an kan kaybetmeye, milletimizin bekasını sağlayan mayamız olan temel değerlerimizi kaybetmeye devam etmişiz. Yıllarca aynı oyunlardan millet olarak farklı insan olmanın doğası gereği farklı anlamlar çıkardık, sadece çıkarmakla kalmadık millet olarak birbirimize karşı neredeyse bazen açık bazen de gizli düşman olduk. Kardeş kardeşe, komşu komşuya kurşun atan, üzerine basıp geçen bir hale geldik. Dünyaya daha büyük bir pencereden bakıp “Acaba bu oyunu yazanlar kim? Bizi tahrik edip kardeşi kardeşe kırdıranlar kim?” diye sorgulamadık. Çünkü bizim penceremiz bugüne kadar belki sadece evimizin belki de mahallemizin penceresiydi, dünya penceresini maalesef yeterince yakalayamadık belki öyle bir pencerenin varlığın bihaberdik yıllarca.

Sığ düşünceler geliştirilerek, girdaplar içinde kalan bu millet yıllarca bir adım sonrasını hiç düşünemedi. Kabuğumuzu kırıp dünyaya açılmayı bırakın, kabuğumuzu kırmamız gerektiğini bile anımsayamadık. Bir zamanlar tüm dünyayı dize getiren bir geçmişe sahip olan bir millet olarak atmamız gereken adımları atarak, “tarih tekerrürden ibarettir” sözünü yeniden icra edecek, milletimizde fazlasıyla mevcut olan bu gücün, bu ruhun gerektiği şekilde tüketilmesi kısır döngüden kurtulmamızı sağlayacaktır. Bu bakir ülkede kısır düşünceler sebebiyle havanda su dövmenin tarihini yazarken kaybedip gittiğimiz geleceğimizin maalesef farkına varamadık. Evet bakir ülkemiz, el değmemiş yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi saymakla bitmez ve gerektiği gibi kullandığımızda ise hiçbir zaman bitmeyecek. İşte bazı kesimlerin nifak tohumları atıp, ayrımcılık yetiştirdikleri bu engin topraklarda böl-parçala-yut taktiği ile bizi birbirimize düşürmeye çalışmalarının en temel sebebi de budur.

Kaleyi içten fethederseniz size sadece kapıları açıp içeri girmek kalacaktır.

BUGÜN NEYİN KAVGASINI VERİYORUZ 
80’li yıllarda yaşayanlar çok iyi bilir, yaşamayanlarda yaşayanlara kulak verip ders çıkarırsa, bugün neyin kavgasını veriyoruz diye durup biraz düşünmemiz gerekir. Geçmişte büyüklerimiz onlara verilen rolü oynayıp sadece düşüncesinden dolayı birbirini öldüren, bırakın izlemeyi duymaya bile katlanılamayacak işkencelere maruz bırakılarak binlerce insanımız hayatını kaybetti. Toplumun her bir tarafında oluşan “karşıt görüşlüler bizim tarafımızdakileri öldürdüler, işkence ettiler” şeklinde genel bir kanaat hakimdi. Aslına bakarsanız bütün taraflar aynı şeyi düşünüp aynı düşünceyle, aynı hırçınlıkla birbirine saldırarak, birbirini kırıp geçiren bir millet haline getirildik. Önderlik yapan bazı gençlerimiz bilinçli olarak ebedi aleme göç ettirilerek arkada kalanlara örnek bir kişi gibi yansıtılmaya, kolayca onun yolundan gitmelerini sağlamak uğruna her biri şah, vezir olanın bu vatanın evlatlarından, belki onlarca belki de yüzlerce gencimiz piyon olmaktan öte geçemedi. Karşılıklı derin bir çatışma ortamı oluşturularak, ülke çıkarları yerine grup çıkarları inşa edildi. Sizce bu da bir parçalanma değil midir?
Bir ülke muasır medeniyet seviyelerine ulaşmak istiyorsa kişisel çıkarlar hiçbir zaman ülke çıkarının önüne geçmemelidir. Belli bir grup ya da kesimin menfaati uğruna ülke geleceği tehlikeye atılamaz. Ülkenin daha iyi gelişmesi ve ilerleyebilmesi için de ülke içindeki her anlamdaki tüm farklılıkların zenginliğinden yararlanarak gelecek hep birlikte inşa edilmelidir. Yıllarca yaşadığımız ve hala yaşamakta olduğumuz tecrübeler neticesinde, unutmayalım ki “topyekûn ulusal alanda rekabet, uluslararası arenada işbirliği” sayesinde bu millet dünyaya söz söyleyebilen bir millet olacaktır. 

Bu vatanın her bir ferdi vatanın geleceğinde söz sahibi olduğu gibi aynı zamanda sorumluluk sahibi de olmasından dolayı ülkemizde yaşanan olumlu olumsuz hiçbir olaya kayıtsız kalmamalıyız. Her başarıyı teşvik edip ödüllendirerek, başarısızlıkların da sebebini sorgulamalı ve çözüm odaklı fikirler üreterek yetkili kişilerle paylaşmalıyız. Gerektiği zaman taşın altına elimizi koyup üzerimize düşen vazife ne ise yerine getirmeliyiz. İçinde bulunduğumuz süreçte her kişiye, her kesime büyük görevler düşmektedir. Herkesin yapması gereken ve bizi de ülke olarak muasır medeniyetler seviyesine götürecek olan tek şey, güzel ülkemizin mimarı Ulu Önder Atatürk’ ün dediği gibi damarlarımızda sahip olduğumuz güç ve kudretle birlikte görevimizi en iyi şekilde yapmaktır. Çünkü ülkesini en çok seven gece gündüz, yaz kış demeden son nefesine kadar görevini en iyi yapandır. 

HER ALANDA BAŞARIDAN BAŞARIYA KOŞMAYA ÇALIŞMALIYIZ 
Toplumu oluşturan bireyler olarak hemen bir özeleştiri yapalım ve diyelim ki “Ben vatandaş olarak görevimi ne kadar iyi yapıyorum?” şeklinde kendimizi kandırmadan sorgulayalım. Yarınlara acaba diken mi ekiyorum, yoksa gül mü? Taş taş üstüne koymaya mı çalışıyorum, yoksa koyanlara engel mi oluyorum? Benden sonrakiler acaba benim icraatlarımla gurur mu duyacaklar yoksa keşke böyle bir kişi hiç yaşamasaydı mı diyecekler? Hangi sınıfta yer alacağımız inanın sadece kendi elimizde. Okuyan, araştıran, öğrenen, soran ve sorgulayan bireyler olduğumuz anda piyon olup akıp giden kanlar duracak, başkalarının elini ateş yakmasın diye maşa yapılan gençlerimiz asli görevleri olan, ailelerinin sıcak yuvasında yıllarca onları büyük bir sabırsızlıkla tozlu raflarda bekleyen kağıt ve mürekkeple kucaklaşacak ve bu ülkenin geleceğine ışık olacaklardır. 

Unutmayalım ki ülkemizin, 76 milyonun her birine her zamankinden daha büyük ihtiyacı var. Hepimiz aynı safta yer alarak nasıl büyük destanlar yazarak bu ülkeyi düşmanlardan arındırmış isek, şimdi yine hep birlikte aynı sahnede yazılmış olan bu farklı oyunun kapanışını sadece seyircisi olmayarak, birebir aktör olarak üzerimize düşen görevlerimizi en iyi şekilde yaparak kangren haline gelmiş sorunlarımızı hep birlikte çözmeye çalışalım. Güzel ülkemizde bizden sonrakilere sevgi, saygı ve hoşgörü dolu bir gelecek bırakalım. Her birimiz çözümün bir parçasıyız. Farz edin ki, ülkemizin geleceğine balta vurmak için atılan 76 milyon kör düğüm var ve bu kördüğümlerin her biri çözülürse gemi hareket edebilecek. O halde zaman kaybetmeden kördüğümleri çözmeye başlayarak ülke olarak ekonomik ve sosyal alanlar başta olmak üzere her alanda başarıdan başarıya koşmaya çalışmalıyız. Aslına bakarsanız bugüne kadar yaşadığımız, ülke olarak atlattığımız ekonomik krizler, 30 yıldır kangren olan sorunlar olsun bunların ekonomik maliyetinin bedelini millet olarak hepimiz ödedik. Bu millet vatanını öylesine sever ki savaşlarda bile kendi azığını, çarığını hiç esirgemeden cepheye gönderir. Günümüzde ise yaşanan ekonomik kayıpları yine milletimiz ödemektedir. Örneğin yakın bir tarihte yaşadığımız suni bir yöntemle ortaya çıkarılan 2001 ekonomik krizinin bir gecede ülkemize maliyeti 230 milyar$, bunun yanında tam net bir rakam olmamakla birlikte 30 yıldır süren kalem yerine silahların konuştuğu süreçte ise milletimizin ödediği bedel ise 300milyar$ civarındadır. O halde üç düşünüp bir uygulamak gerekir; Acaba biz ne yapıyoruz? Bu ülke bu kadar zengin iken, bu vatandaş bu kadar fedakar, cefakar iken dünya arenasında ülkemizin konumu daha üst sıralar olması gerekmez mi? İşte bunun reçetesi hepimizin elinde. Gün herkesin vatandaşlık borcunu ödeme günüdür. Kişi ya da grup menfaatleri uğruna ulusal çıkarlarımıza balta vurmayalım, vurdurmayalım. Her birimiz müreffeh bir geleceğin bir damlası olarak okyanus olup dünyayı saracak bir millet olarak bırakın sadece ülkemizin değil dünyanın geleceğini tesis edelim.

Hep birlikte çözülmeyen kördüğüm kalmaması ümidiyle…