Her bilim dalı ayrı bir önem taşımaktadır. Fakat bilimler arasında “tarih” ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü, tarih yaşanan olayları kaydeder, yorumlar ve analiz eder.  Gün gelir bu bilgiler herkese, her devlete, her millete yani tüm dünyaya yol gösterir. Aslına bakarsanız tarih sadece geçmiş bilgileri bünyesinde barındırmaz, aynı zamanda geleceğe de ışık tutar. Başka bir ifade ile gelecek geçmişte gizlidir; okuyabilen, anlayabilen, araştırabilen, yorumlayabilen, ders alabilenler için…
Gelelim bizim tarihimize. Altı yüz yıl dünyaya hükmeden bir imparatorluğun mirasçıları olarak geldiğimiz noktada batılıların bizim için “hasta adam” diye ifade ettikleri dönemler yaşandı. Eşi benzeri görülmemiş bir şekilde neredeyse tüm dünya devletleri tek bir ortak amaç üzerinde anlaşmışlar ve yüzyılların hükümdarı olan dev çınarı parsel parsel kendi aralarında paylaşmışlardır.  Artık tek bir yol vardı, savaşmak. Bunun neticesinde dünyada tarih boyunca görülmeyen ve asla görülemeyecek savaşlar verildi. İşte bu savaşlar “olmak ya da olmamak” için verilen bir mücadeleydi. 
Herkesin bildiği gibi yarışmalarda kazanan kaybeden olur. Kaybedenler başka sefere kazanmak için tekrar çalışırlar. Fakat bu öyle bir yarışma değildi. Çünkü bu oyunun tekrarı yoktu. Dedim ya “olmak ya da olmamak”, işte bütün mesele bu. Kaybettiğiniz an dünya sahnesinden kalıcı olarak silinebileceğiniz bir mücadeleydi bu. 
Bu mücadelenin adı “ÇANAKKALE DESTANI” ydı. Atalarımız toprağına tekrar ayak basamayacakları bu vatanı bizlere miras bırakmak için, dev çınarın yeniden filizlenip doğması için üç dakika sonra şehadet şerbetini içeceğini bile bile, sekiz metre ötesindeki mevziye gözlerini bir an olsun hiç kırpmadan atladılar. İsimsiz kahramanlar öylesine bir ruha sahipti ki, onlar için ne üç dakikanın ne de sekiz metrenin önemi vardı. Onlar yarınları yaşıyordu, yarınları yaşatıyorlardı. Kendi bedenlerinin yaşamayacağı yarınlar için can verirken torunları için bir vatan miras bırakıyorlardı. 
Çanakkale bir ülkenin, bir milletin yeniden varoluşunun destanıdır. Çanakkale gelecek nesillere en büyük mirastır. Böylesine büyük bir mücadelenin altında yatan milli ruhun taşıdığı değerler neydi acaba? Bunları sorgulayarak, öğrenerek günümüzle bir karşılaştırma yapmaya çalışalım.
Büyük küçük, yaşlı genç, kadın erkek, dil, ırk, köken demeden bütün milletin topyekün cepheye koştuğu, koşamayanların koşanlara yardım ettiği, elinde avucunda ne varsa hiç tereddüt etmeden gelecek nesiller için varını yoğunu veren bir millet vardı o zamanlar. Veren elin alan elden üstün olduğunu bilen, insanların adeta verme konusunda yarıştığı bir zihniyet… Geldiğimiz bugünde ise herkes birbirinin elindekini nasıl alabilirimin derdine düşmüş. Öncesinde düşman uzakta iken günümüzde asıl düşman içimizde gizlenmiş. 
Bir elin nesi var iki elin sesi var diyerek işbirliği yapmasını bilen, Mehmet Akif’ in dediği gibi “Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!” şeklinde düşünceler hakimdi. Şimdilerde ise “birlikten kuvvet doğar” sözünün tozlu raflarda kaldığı günler yaşanır hale geldi. Aynı siperde yan yana can veren dedelerimizin kardeşliği bile gözünün üstünde kaşın var derken beraber başlayan ayrımcılık politikalarına maalesef yenik düşmüştür. Çanakkale’deki sarsılmaz milli birlik ve beraberlik şuuru, bugünlerde 100.yılını kutladığımız anma yıldönümlerinde bahsi geçen bir konudan öte geçememiştir. 
 O yıllarda okul sıralarını cepheye gitmek için terk etmek zorunda kalan, liseden mezun olduktan sonra cepheye koşan ve diploması ailesine verilen talebeler doldurmaktaydı. 15’li çocuklar bugünkü kardeşlerinin rahatça okuması, öğrenmesi için sınıflarını bırakıp düşmana cılız bedenlerini siper ettiler. Geri dönüşü olmayan yolculuğa, analarımız geleceğin savunucusu yavrularının saçlarını kınalayarak gönderirdi ve sonrasında yıllarca mezun veremeyen okullar. Şimdilerde ise keyif için terk edilen sınıflar, açılmayan kitaplar… Boş bakışlarla dolu sınıflar, tarihini bilmeyen nesiller, gelecek kaygısı taşımayan beyinler…
Savaş anında bile 1 mecidiyelik (20 kuruş civarında) borcunu arkadaşına ödemek için çaba sarf eden askerlerin torunları olduğumuzu acaba hatırlatmaya gerek var mı? Borcuna o kadar sadık, askıda ekmek uygulaması ile ekmeksiz kimsenin kalmadığı, kuyumcu dükkanlarının bile cuma namazına giderken kapısına sandalye koyularak gidildiği, sözün senet olduğu bir geçmişimiz var iken; geldiğimiz noktada senetlerin vadesinin çoktan geçtiği, ev ve işyerlerinin çeşitli güvenlik sistemleri ile korunmasına rağmen halen hırsızlık olaylarının aşırı seviyelerde yaşandığı, herkesin birbirinin elindeki ekmeği alma yarışında olduğu, çalıp çırpmanın maharet olduğu bir konumdayız. 
Yaralı düşman askerinin cebindeki fotoğrafı görüp, “O’nun bekleyeni var benim yok” diyerek kendi yarasını değil düşmanının yarasını saran bir asker, acaba Çanakkale’den başka hangi savaşta görülmüştür? Böyle bir insanlık dersini bizden başka kim verebilir? Ecdadımızın tüm dünyaya verdiği dersleri kendimiz öğrenemediğimiz için her gün manşetlerde kardeş cinayeti, çocuğunu veya anne-babasını vuran, bıçaklayan haberleri görmeden günümüz geçmez oldu. Bir milletin var oluşunu simgeleyen savaşta bile kendi yarasından önce düşman askerinin yarasını sarabilen bir milletten, kardeş kardeşin kanını akıttığı bir millet haline geldik, nereden nereye… 
Düşman ateşi altında omzundaki bakraçlarla arkadaşlarına bamya çorbası götüren askere komutanı “vurulacaksın koşarak gel” demesine karşılık, “komutanım koşsaydım çorba dökülürdü, arkadaşlarım aç kalırdı” derken ölüm hiç aklına gelmedi. Cesur bir şekilde görev bilinci ile canı pahasına arkadaşlarını aç bırakmadı. Acaba onlar kadar cesur, onlar kadar görev bilincine sahip olsaydık dünya sıralamasında nerelerde olurduk, düşünmek lazım. Diploma seviyesinin her geçen gün yükselen bir ülkenin eğitim seviyesin her geçen gün düştüğü bir yerde üst sıralarda olmayı beklemek, beklentiden öteye geçememektedir. Herkesin görevini layıkıyla yapması durumunda aşılmazlar aşılacak, aç-susuz hiç kimse kalmayacaktır. Ta ki arkadaşlarını aç bırakmayan asker gibi cesur ve görev bilincine sahip olduğumuz zaman..
Ekmeğin bile bulunamadığı, üzüm hoşafının içine şekerinin konulamadığı aşsız geçen öğünlerin yaşandığı, imanın vatan aşkı ile bütünleşip çelikten daha sağlam bir ruhun ortaya çıktığı Çanakkale’den geriye ne kaldı. Savaş alanlarını bile sadece düşmanına değil tüm insanlığa mertlik, cesaret, sadakat, merhamet gibi konularda ders veren birer okula çeviren atalarımız acaba bugün bir milletin geleceğinin teminatı olan eğitim bakımından geldiğimiz noktayı görselerdi ne düşünürlerdi? Biz onlardan bedava devraldığımız, her noktasında şehit kanı olan toprakların kıymetinin ne kadar farkındayız? 
Yaşamak için değil yaşatmak için siperden sipere koşanların eserine sahip çıkmak için ataletin, başıboşluğun, sorumsuzluğun vermiş olduğu esaretten kurtulma zamanı gelmedi mi hala? Atalarımız 100 yıl önce var olma mücadelesini hücrelerine kadar işlemiş olan milli birlik, beraberlik ve inançla, imanla dolup taşan bir ruhla kazanma başarısını gösterdiler. Fakat sonrasında var olma kaynaklarımızdan oluşan kaleler birer birer fethedildi, günümüzde de dış güçler tarafından hala maalesef fethedilmeye devam etmektedir.  En acısı ise kalelerimiz bir bir düşer iken, diğer taraftan tüm bunlardan bihaber bir nesil, bir toplum inşa edilmeye devam etmektedir. 
Gün gelecek yeni nesil evlatlarımız Çanakkale’yi bir filmden ibaret sanıp, oynanan oyunlara kanmaya devam edecekler. Gelecek geçmişte gizlidir, geçmişimizi ne kadar iyi bilirsek geleceğimizi de o kadar aydınlatmış oluruz. Toplum olarak yaşadığımız çözülmeyi ve ruhsuzlaşmayı bertaraf edecek çözümler üretmeli, elbirliği ile Çanakkale destanını tekrar yazmalıyız. Aksi takdirde kundaktaki bebeler düşman silahıyla değil kardeş silahıyla ölmeye devam edecek, Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü olan Çanakkale bir destandan öteye gidemeyecektir. Çanakkale öyle bir destandır ki; dili, rengi, etnik kökeni farklı olan bu millet evlatlarının kanla sulanmış topraklarda bir hilal uğruna omuz omuza yattığı bir destandır. 
Yağmur gibi yağan, boran gibi esen mermilerin havada kucaklaştığı bir destandır Çanakkale. Yüz yıl önce mermilerin bile havada çarpışarak kucaklaşmasının günümüze verdiği mesajı doğru okuyabilmek gerekir. Düşman kurşunu bile savaşta kucaklaşmış, belki de kurşunlar bile hepimize sulh aradığını ifade eder iken,  kardeşin kardeşe düşman olduğu günümüze ne diyebiliriz, ne demeliyiz? 
Geçmişte yaşananlara, yaşayanlara ve geldiğimiz bugüne baktığımızda “Çanakkale Geçilmez-di!, Geçildi mi Acaba?” sorusunu kendi kendimize samimiyetle sormalıyız. Silkelenip kendimize gelmeli ve hepimiz bu milletin evlatları olarak tekrar kardeş olmalıyız. Dili, dini, rengi, etnik kökeni ne olursa olsun herkesin kardeş olduğu bir Türkiye için var olmalı ve yaşamak için değil yaşatmak için yaşamalıyız. Ben’leri biz yaparak, bireyden toplum olarak, almadan vererek, kendimize savcı başkasına avukat olarak, hatalarımızdan ders çıkararak yeni bir toplum olabilmek ümidiyle…
ÇANAKKALE’DEN GERİYE NE KALDI!...
Yarınsız yaşayan, canlardan
Yüreği yaralı analardan
Saçları kınalı kuzulardan
Sıraları boşalan sınıflardan 
Geriye ne kaldı…
Dili, rengi, kökeni fark etmez iken
Hep birlikte cepheye yürür iken
Yarım ekmeği, ikiye böler iken
Kara toprakta, omuz omuza yatar iken
Geriye ne kaldı…
Borcuna sadık askerden
Düşman yarası saran merhametten
Çorba için can veren cesaretten
Atalarımızdan aldığımız, bu emanetten
Geriye ne kaldı…
Ata, savaşmayı değil ölmeyi emretmiş iken
Tek yumruk sefere kalkmış iken
Seyit onbaşı 215 okkayı namluya sürmüş iken
Düşman askeri dize gelmiş iken
Geriye ne kaldı…
Gücünü Hak’tan alan milletten
Siperinde Kur’an okuyan neferden
Metrekaresindeki 6.000 mermili cepheden
Düşmana duvar olan bedenden
Geriye ne kaldı…
Üzüm hoşafı tükenmiş iken
Top, tüfek alnımıza dayanmış iken
Yüreğimiz iman ateşi ile yanar iken
Korku nedir bilmez iken
Geriye ne kaldı…
Ekmeksiz geçen öğünlerden
Zamansız kara toprağa gömülenlerden
Cephe yolu gözleyenlerden
Bir hilal bir yıldızdan başka  
Geriye ne kaldı…