Afganistan birçok sarp dağlar, vadiler ve keskin yamaçlarıyla tarih boyunca zor bir coğrafyanın zor ülkesi olmuştur, bu zorluk geçmişte olduğu gibi bugün de öyledir. Afgan milleti de bu zorlu coğrafyadan payını almıştır, geri kalmışlık, yoksulluk, sömürü ve talan düzeninde kendini bulan Afganlar, siyasi yelpazede aşırı soldan, aşırı sağa kadar birçok radikal ideolojinin ve siyasal akımın etkisi altında kalmışlardır. Bugün Afganistan’ın etnik yapısına baktığımızda Arap olarak bilinseler de; Afganistan’ın çoğunluğunu İran kökenli Peştunlar oluşturmaktadır. Ülkede yaşayan etnik unsurlar; Peştunlar, Beluçlar, Hazaralar, Tacikler, Özbekler, Aymaklar, Araplar, Paşailer, Nuristaniler, Pamirler, Türkmenler, Kırgızlardır. Buradaki önemli nokta; Afganistan’ındaki en büyük grup olan Peştunlar’ın, toplumun yüzde 42’sini oluşturması ve de ‘İranlı ulus’ olarak bilinen Peştunlar’ın, Afganistan’da şeriat rejimini kuran Taliban’ın ana unsurunu teşkil etmesidir. “COĞRAFYA KADERDİR” Meşhur siyaset bilimciler, diplomatlar ve politikacıların da tartışmasız kabul ettikleri gibi “Coğrafya Kaderdir” ifadesi sanki Afganistan için söylenmiştir. Bu atasözünün dünya üzerinde en belirgin şekilde görüldüğü ülke Afganistan’dır. Çünkü bu coğrafya öyle bir yerdir ki 19. yüzyılda dünyanın en büyük kara imparatorluğu olan Rus Çarlığı ile dünyanın en büyük deniz imparatorluğu olan ve üzerinde güneş batmayan imparatorluk olarak da adlandırılan İngiliz İmparatorluğunun tam ortasında kalmış; zamanın iki süper gücü tarafından tehdit ve askeri tecavüzlere maruz kalmış ve nihayetinde o zaman dünyanın en büyük süper gücü olan üzerinde güneş batmayan imparatorluk Büyük BritanyaBirleşik Krallık tarafından işgal edilerek, onun en büyük düşmanı Rus Çarlığı’nın Hint Okyanusu üzerinden sıcak denizlere çıkması ve dolayısıyla Birleşik Krallığın (İngiliz İmparatorluğu) deniz aşırı sömürgeleri olan; Bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka, Hong Kong, Singapur, Avustralya ve Yeni Zellanda gibi topraklarını işgal ve ilhak etmesi ve Kızıldeniz üzerinden Süveyş Kanalını tehdidi olasılığı bertaraf edilmiştir. Ancak bütün olumsuzluklara rağmen bu coğrafya henüz hiç değerlendirilememiş zengin yer altı kaynakları vardır. Birçok alanda hala dışarıya bağımlı olan Afganistan topraklarında çok zengin kömür ve demir yataklarının yanı sıra bakır, kurşun, berilyum ve çinko bulunmaktadır. Ülkedeki zengin hidro enerji potansiyeli de gerekli yatırım yapılamadığı için kullanılamamaktadır. Kuşkusuz bu yeraltı kaynakları arasında petrol bulunmaması da ülkenin gayrı safi milli hasılasını yoksulluk düzeyinde tutmaktadır. Yönetim sistemi olarak devlet başkanlığı sistemi yer alan Afganistan’da 250 sandalyeli Halk Meclisi (Vulusi Cirge) ve 102 sandalyeli Senato Meclisi (Mişranu Cirge) olmak üzere iki yasama kanadı bulunmaktadır. Afganistan’da 5 Nisan 2014’te yapılan son devlet başkanlığı seçimde oyların yarısından fazlasını alan Eşref Gani, yolsuzlukla mücadele ve ekonomiyi büyütme vaadiyle iktidara gelmiştir.

ASYA VE AFRİKA’DA İLK BAĞIMSIZLIĞINI KAZANAN ÜLKE OLDU

20. yüzyılın başında Türk Kurtuluş Savaşı’nın dünyada ilk kez bir ulusun emperyalist sömürgeci batılı devletlere karşı zafer elde edip, istiklalini ve egemenliğini kazanması örnek teşkil etmiş ve sömürülen devletlerin cesaretlerini kazanarak bilinçlenmesine yol açmış ve sömürgeci devletlere karşı başkaldırmaya başlamışlardır. İşte Türkiye’yi ilk örnek alan ülkelerden biri olarak Afganistan, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Asya ve Afrika’da ilk bağımsızlığını kazanan ülke olmuştur. Afganistan Kralı Amenullah Han Büyük Atatürk’ü örnek alarak ülkesini hızla kalkındırmaya ve modernleştirmeye başlamış, Atatürk’ü ziyaret etmiş, onun devrimlerini yerinde görmüş ve benzerlerini Afganistan’da da uygulamaya başlamıştır. Amenullah Han’dan sonra tahta geçen Nadir Şah da aslında modernlik yanlısıdır, ancak reformları kendi koltuğunu sağlamlaştırdıktan sonra uygulamayı tercih etmiştir. Şartlara göre, planlı bir şekilde, aceleci olmadan yavaş hareket etme yöntemi benimsenmiştir. Ülkenin sosyo-ekonomik şartları dikkatle takip edilip, içeride karışıklıklara yol açmayacak oranda reform yapılmaya çalışılmıştır. Bu arada Afgan halkının görüşü ve muhafazakâr düşünceler de bir şekilde yatıştırılmıştır. Eğitimde ise, ortaokulların yeniden açılması ve yükseköğrenim için yurtdışına öğrenci gönderme programının yeniden uygulamaya konulması, tarihi önem taşıyan adımlar olmuştur. Afganistan’daki olaylar ve iktidar değişimi sırasında Atatürk yakın dostu Amanullah Han’ın Afgan tahtından uzaklaştırılmasını önceleri hoş karşılamamış, fakat sonraları durum düzelmiştir. Bu girişim önce Nadir Şah’tan gelmiştir. Türkiye’nin Kabil Büyükelçisi Yusuf Hikmet Bayur’un 1 Ağustos 1931’de Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne yeniden atanması nedeni ile Nadir Şah, gönderdiği mektupta “Büyük Birader“ olarak hitap ettiği Atatürk’e uzun ömürler dilemiştir. Atatürk bu mektuba 30 Nisan 1932’de verdiği cevapta “Aziz Dostum ve Biraderim“ şeklinde hitap ederek dostluğun vardığı boyuta işaret etmiştir. Yine, 1933’de Afganistan’ın Berlin Büyükelçisi ve Nadir Şah’ın kardeşi Serdar Aziz Han vurularak öldürülmesi üzerine Atatürk bir taziye mesajı yazmış ve Nadir Şah da bu mesaja teşekkürle karşılık vermiştir. Nadir Şah son olarak 29 Ekim 1933’de Türkiye’nin onuncu yıldönümünü kutlamıştır. Atatürk, bu telgrafa 4 Kasım 1933’de karşılık vererek teşekkürlerini bildirmiştir.

AFGANİSTAN 100 YIL GERİYE GİTTİ

Ama ne yazık ki 1929 büyük buhranına götüren uluslararası ekonomik ve siyasi krizler yeniliklere kapalı, muhafazakar bir yapısı olan ve halkının büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen eğitimsiz bir toplumdan oluşan Afganistan halkında karşılık bulamamıştır. Amenullah Han’ın modern, ilerici, akılcı ve rasyonel yönetimi; eğitimsiz ve kendi kendini yönetme iradesi olmayan Afgan halkı tarafından reddedilerek Amenullah Han’ın devrilmesine ve batılı devrimlerin yürürlükten kaldırılmasına; dogmatik, taassuba dayanan, akıldan ve bilimden uzak bir yönetimin iktidara gelmesiyle, yeni bağımsızlığını kazanan Afganistan’ı tekrar 100 sene geri götürmüşlerdir. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’ndaki emperyalist ülkelere karşı büyük zaferi ve başarısı birçok sömürge ülkeleri üzerinde etkili olmuş ve 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra uluslararası konjonktürün de zorlamasıyla Asya ve Afrika kıtasındaki birçok eski sömürge ülke Avrupalı emperyalist ülkelerden bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Eş zamanlı olarak 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle hemen karşıt ideolojiler arasında “Soğuk Savaş” başlamıştır. Soğuk Savaş döneminde İngiltere gönüllü olarak dünya hakimiyetini ve süper güç konumunu eski sömürgesi olan ABD’ye devretmiştir. Jeopolitik konumu dolayısıyla ‘Asya’nın Kalbi’ olarak nitelendirilen Afganistan, 1940-1990 yılları arasında ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş döneminde büyük devletlerin nüfuzu altında kaldı. 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi sonrası ABD’nin desteği ile ülkede İslami hareketler ortaya çıktı. Bu yeni dönemde Afganistan yeni iki süper güç olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında sıkışıp kalmıştır. Nitekim 35 yıl sonra SSCB, 55 yıl sonra da ABD sırasıyla Afganistan’ı işgal edeceklerdir. Rus işgali 10 yıl, ABD işgali de 20 yıl sürmüştür. ABD’nin 12 Eylül 2001 de (9/11- nine/eleven) olarak adlandırılan ve El Kaide’nin İkiz Kuleler (Dünya Ticaret Merkezi) ve Pentagonu (ABD Savunma Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı) vurduğu, Beyaz Saray’ı (ABD Başkanlık Sarayı) da vurma teşebbüsünün akim kaldığı olaylardan sonra El Kaide’yi barındırdığı ve desteklediği bahanesiyle Taliban yönetimindeki Afganistan’ı işgalinin üzerinden 20. yıl geçmiştir. ABD’nin yeni Başkanı Biden, ABD’nin Afganistan’ı işgal gerekçesi olan 11 Eylül saldırılarının 20. yılında Afganistan’daki ABD askerlerinin tamamını çekeceğini belirtmiş ve Mart 2021’den itibaren peyderpey Amerikan işgal kuvvetlerini Afganistan’dan çekmeye başlamıştır. ABD işgal kuvvetlerinin 11 Eylül 2021’de Afganistan’dan çekilmesi tamamlanmadan Taliban 20 yıl sonra dağlardan ve kırsaldan şehirlere girmeye başlamış ve hızla eyaletleri eline geçirmeye başlamıştır. Ağustos ortasında da Taliban kendisi dahil kimsenin tahmin etmediği hızlı bir şekilde Başkent Kabil’e girerek yönetimi ele geçirmiştir. Bugünlerde Taliban Afganistan’da yeni hükümetini kurmakla uğraşmakta, bir yandan da on binlerce Afganlı yaya olarak İran sınırından Türkiye’ye kaçmaya çalışmakta ve başta Türkiye ve ABD olmak üzere NATO kuvvetlerinin kontrolü altında bulunan dünyaya açık tek havaalanı olan Kabil Hamit Karzai Havaalanı’ndan havayoluyla Pakistan, BAE ve Almanya’da bulunan Amerikan üslerine kaçmaya çalışmaktadırlar.

ŞERİATÇI, ÇAĞDIŞI BİR GRUP

Filmi geriye sararsak Afganistan’ın nasıl böyle çağdışı, şeriatçı bir grubun yönetimine geçtiğini açıklıkla görebiliriz. Zira kadınların evlerinden çıkmalarına bile izin vermeyen, dünya kültür mirası eşi benzeri olmayan ve paha biçilemeyen tarihi eserleri put diye kırıp yok eden, binlerce Afgan vatandaşını şeriat kurallarına uymadı diye cezalandıran hatta idam eden bu gerici yönetim; 21. yüzyılda ABD’nin Soğuk Savaş zamanında en büyük düşmanı SSCB’ye karşı izlediği strateji sayesinde gerçekleşmiştir. Soğuk Savaşın zirve yaptığı, Detant’ın (yumuşama) rafa kaldırıldığı 1979 yılında SSCB’nin Afganistan’ı işgali üzerine; ABD, merkezi Afganistan olmak üzere, Türkiye dahil birçok Asya ve Ortadoğu ülkesinde CIA destekli “Yeşil Kuşak” adlı örgütlenmenin temellerini atmıştır. ABD’nin gayesi Sovyetleri çevrelemek ya da kuşatmak (Containment Politikası), zor durumda bırakmak, yıpratmak ve Afgan mücahitlere yenilmesini sağlamaktı. ABD gayesine ulaşmıştır. Ne var ki, bu gaye zamanla ABD aleyhine işleyecektir; “Bumerang” gibi yetiştirdiği bu kuşaktaki mücahitler gün gelecek ABD’ye karşı savaşanlar olarak zuhur bulacaktı ve buldu da. Burada dikkat edilmesi gereken ise ABD 20. yüzyılda bunları gerçekleştirirken, 21. yüzyıl içinde planladığı ve yahut projelendirdiği bir şeyler olup olmadığıdır. Bu durum uzun zaman tartışılmış ve hala da tartışılmaya devam etmektedir. ABD’nin eğitim verdiği, ağır silahlarla donattığı; daha sonra Taliban adıyla örgütlenecek olan ‘Yeşil Kuşak’ stratejisi kapsamındaki Afgan Mücahitler, uluslararası terörizm ve uyuşturucu kaçakçılığını destekleyen hatta organize eden bir güç haline gelmişlerdir. Kabil’in (Başkent) 1992 yılında düşmesinin ardından; Taliban’ın göreve gelmesinden bir süre önce, tepkisel aşiret reisleri Afgan kırsalını ele geçirmişler ve çiftçilere haşhaş ekimine başlama emri vermişlerdir. Oysa ki haşhaş ekimi Taliban öncesi hükümet tarafından yasaklanmıştı. Bundan önce ise Pakistan’ın istihbarat ajansı ISI, CIA’in ısrarları üzerine Afganistan’da yüzlerce eroin laboratuarı kurmuştur. Böylelikle, 1982 yılı itibariyle Pakistan-Afganistan sınırı, dünyanın en büyük uyuşturucu üretim yerine dönmüştür. ABD’nin bir numaralı hedefi olan El-Kaide terör örgütü, yukarıda belirtilen amaçlara ulaşmak için Sovyetlerin Afganistan’ı işgali döneminde desteklenen örgütlerden biri olmuş; CIA tarafından eğitilen, birçok olayda piyon olarak kullanılan Usame Bin Ladin’in 1990’ların sonunda ABD karşıtlığıyla kontrolden çıkması, dünya gündeminde dönüm noktası olan 11 Eylül saldırılarına neden olmuştur. 11 Eylül sıradan bir terörizm hareketi, sıradan bir dehşet olayı değildir. Bu tarihin bir dönüm noktası ve “bir çağın sonu”nun sembolüdür. 11 Eylül vakası Amerikan Hegemonyası’nın 21. yüzyılda dünya için tasavvur ettiği emellerin (devlet politikası) başlangıcıydı; bu kaçınılmaz gerçeklik Afganistan’ın işgaliyle neticelenecekti.

 TALİBAN GERİ DÖNMEKTE GECİKMEDİ

Ancak ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi başka bir sorunu gündeme getirmektedir. Bu çekilmeyle birlikte Taliban geriye dönmekte gecikmemiş, hatta ABD tam olarak ülkeden ayrılmadan Taliban tüm hatlarıyla Afganistan’a inmiştir. Bu dönüşten ölesiye korkan bir kısım Afganlı ve özellikle kadınlar ülkeden uzaklaşmanın yolunu aramaktadır. Çünkü Taliban nasıl bir rejim öngördüğünü militanlarının basına verdiği demeçlerde açıklamaktadır: “Ülkede demokratik bir yönetimin altyapısı yoktur ve bu nedenle İslam Cumhuriyeti olacaktır. Kadınlar İslami kurallar çerçevesinde toplum içinde yer alacaklardır.” Taliban’ın bu net açıklaması ve daha önce Taliban’a karşı olanlar açısından ülkeden çıkmaktan başka çözüm gözükmemektedir. Bu durum, Türkiye’yi çok yakından ve endişeli bir şekilde ilgilendiren yeni bir göç dalgası demektir. Afgan halkı tekrar bir güvenlik arayışına girmiştir. Geçtiğimiz günlerde bu arayışın bir takım hazin görüntüleri ortaya çıkmış; tüm dünya kamuoyu tahliye uçağının kanadından düşen Afganlı gençlerin trajik ölümünü dehşetle izlemiştir. Afganlar İran üzerinden Türkiye sınırına yığılmaya başlamışlar ve bir kısmı geçmekte bir kısmı da beklemektedir. Çünkü Türkiye Suriyeli göçmenler nedeniyle hem sosyal hem de ekonomik açısından yeterince yük taşımaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuyla ilgili hem ABD hem de AB ile görüşmelerde bulunmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Fazladan bir 5 milyonluk göçmen grubunu daha Türkiye’nin karşılaması mümkün değildir” mesajını bu temaslarda net olarak vermiştir. TÜRKİYE, GÜVENLİ BİR SIĞINAK Gerek ülkedeki Taliban uygulamalarından gerekse ekonomik koşullar nedeniyle en kolay ulaşılabilir ülke olması açısından Türkiye güvenli bir sığınak olarak görülmektedir. Gelen göçmenlerin bir kısmı ise Türkiye üzerinden AB ülkelerine geçmeyi de planlamaktadır. Her ne şekilde olursa olsun Türkiye topraklarında Suriyeli göçmenler nedeniyle oluşan hoşnutsuzluk bu kadar ileri düzeyde iken Türk yetkilileri de bu konuda çok ciddi bir önlemler planı hazırlamak zorunda kalmaktadır. Sonuçta, filler tepişirken çimenler ezilmektedir. Bölgenin siyasi geçmişi ve muhtemel geleceği hala büyük devletlerin biçim değiştirse de nüfuz alanı olmaya devam edecektir. Türkiye’nin bu büyük krizi hem göç etmek zorunda kalan mülteciler hem de ülkedeki istikrar açısından sürdürülebilir bir boyuta taşıması en büyük önceliği olmalıdır.