Size internet olgusunun son yılların en önemli icadından ziyade, son yüzyılda insanlık adına koyulan bir mihenk taşı olduğunu söylesem, inanın abartmış olmam. İnsanlık tarihinin diğer büyük icatlarının çoğunda olduğu gibi, internetin de mütevazi bir başlangıcı oldu aslında. O dönemde, hiç kimse bir gün “World Wide Web”de alışveriş yapacağımızı, film ve dizi izleyeceğimizi veya banka ve finans işlemlerimizi halledeceğimizi tahmin edemezdi.

İnternet muhtemelen toplumumuzu bundan önceki diğer tüm teknolojik gelişimlerden daha sürdürülebilir şekilde değiştirdi. Benzer devrimsel tesire sahip matbaa ve otomobil icatları, bu kadar geniş kapsamlı, sosyolojik etkiyi beraberinde getirmedi. İnternetin gezegende yaşayan hemen hemen herkesin hayatını 25 yıl gibi çok kısa bir sürede etkisi altına aldığını göz önünde bulundurursak, muazzam boyutlardaki toplumsal bir değişimin, henüz genç evrelerini yaşadığımızı kavramış oluruz. Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası “online” ve bu rakam her geçen gün artıyor. Yani 4 milyar insan her gün “çevrimiçi”, aktif internet kullanıyor. İstatistiğe göre 2019 yılında insanlar günde ortalama 6 saat İnternette vakit geçirdi. Bu süreyi online popülasyonla çarpıp, toplayınca; 2019 senesi için 1 milyar yıl gibi nefes kesen astronomik bir çevrimiçi süresiyle karşı karşıya kalıyoruz. Altını çizmek için bir mukayese yapalım: 2019 yılı itibariyle yeryüzünde 1,3 milyar otomobil bulunuyor ve bu icat 100 yılı aşkın bir tarihe dayanıyor.

Verdiğim örnekler çerçevesinde kalarak, Internet olgusunu diğerlerinden farklılaştıran temel faktöre değinmek istiyorum. Matbaa ve otomotiv üretimi büyük sermaye gerektirir ve ileri derecede imalatçıya bağımlı. Birey olarak ne bir otomobili kendiniz üretebilir ne de bir kitabı kendi imkânlarınızla basıp, dünya genelinde dağıtımını gerçekleştirebilirsiniz. Ancak internet dünyasında kendinize rahatlıkla bir “Blog” oluşturup kişisel fikirlerinizi, makalelerinizi yayınlayabilirsiniz. Neredeyse bedelsiz sayılabilecek çok düşük bir bütçeyle yazılarınızı birkaç saniye içinde 4 milyardan fazla potansiyel okuyucuya erişilebilir hale getirebilirsiniz. Ama şüphesiz bu madalyonunda iki yüzü mevcut. Özündeki bu “ulaşılırlık” aslında İnternetin bir yerde hem avantajı hem de dezavantajı.

Cağımız “zihniyeti” Internet´in teknolojik, ekonomik ve toplumsal geleceğini aydınlatmadan önce, dijital ağın evrimine “doğumundan” başlayalım istiyorum.

GÜNÜMÜZ İNTERNET ATASI “ARPANET”

Internet dünyaya gözlerini 1968 yılında “Arpanet” olarak açtı. Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki “soğuk savaşın” en yoğun olduğu yıllardan bahsediyorum. ABD savunma bakanlığının amacı, olası bir atom savaşı esnasında, dayanıklı ve güvenilir bir “haberleşme ağına” sahip olmaktı. Bu hedef doğrultusunda “Massachusetts Teknoloji Enstitüsü” (MIT) bünyesinden görevlendirdiği bir araştırma ekibi “Arpanet´i” geliştirdi. İlk yıllarında Amerikan üniversiteleri arasındaki ortak bilimsel çalışmalara imkân sağlayan “Arpanet”, 1972 yılında ABD milli savunma bakanlığı tarafından aktif kullanıma alındı.

1980´li yılların sonuna doğru, “sivil kullanım” adına çığır açan yeni bir keşif yaşandı: “World Wide Web”, İsviçre'deki CERN'de (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) icat edildi ve günümüzde tüm internette kullandığımız (www.) hipermetnin temelleri atıldı. Sonrasında, 90´lı yılların ortası itibariyle Internet artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu.

WEB 1.0 “BİLGİLENME DÖNEMİ”

İnternetin ilk evresine “Web 1.0” (BILGILENDIRME) diyoruz. O dönemi yaşayanlar hatırlayacaktır, evlerimizde 56k bir modemle “surf” yapar, Internet kullanımı esnasında sabit hat telefonu “meşgul” sinyali verirdi. Tek yönlü bir iletişimden bahsedebiliriz: kurumlar veya şirketler statik web sitelerinden bilgi paylaşır, “bizler” tüketirdik yani “bilgilenirdik”.

WEB 2.0 “PAYLAŞIM DÖNEMİ”

2000´li yıllardan itibaren “Web 2.0” (PAYLAŞMA) evresi başladı. Artık iki yönlü iletişimin mümkün olduğu bir platformdan bahsediyorduk. 2005 yılında “Youtube”, 2007 senesinde “Facebook” gibi sosyal paylaşım siteleri türedi. Global dünyanın modern insanları sosyal hayatlarından fotoğrafları, videoları, konumları ve bilgileri dijital ortamlarda “paylaşma” imkânı buldu.

Bugün dünya genelinde 4 milyardan fazla insan İnterneti aktif olarak kullanıyor. Bu alanda en geniş kitleye sahip coğrafya 2,3 milyar kullanıcıyla Asya kıtası. Global anlamda günlük ortalama 300 milyar “e-mail” trafiğine sahibiz.

WEB 3.0 “ANLAMSALLIK DÖNEMİ”

Güncel evreyi İngilizce “Semantic Web” olarak tanımlıyoruz. Yani “anlam” ve “mana” gibi sonuçlara varabilen, isabetli içeriksel bağlantıları kurabilme kabiliyetine sahip bir Internet idrakından bahsediyoruz. Örneğin bir Internet araştırması yapmak istiyorsunuz fakat sonuçları etkili daraltabilecek somut “anahtar kelimeyi” bilmiyorsunuz. Tam bu noktada, fikir babası yine “World Wide Web” yaratıcısı olan İngiliz Tim Berners-Lee olan, Web 3.0 yani “Anlamsal Internet” devreye giriyor. Bilgisayar sistemleri içeriği daha iyi bulması ve işleyebilmesi için, yalnızca kullanıcının yaptığı veri girişini anlamaları yetmez, aynı zamanda eldeki bu bilgiyi muhtelif, farklı anlamlarla da ilişkilendirmeleri gerekir. Konuyu somutlaştırmak adına, gerçek hayattan bir kesiti örnek babında ele almak istiyorum.

Varsayalım bir öğrenci biyoloji ödevi için, çok estetik bir yırtıcı kedi olan “panter” hakkında, Internet araştırması yapması gerekiyor. Bilindik arama motorlarından herhangi birine bu anahtar kelimeyi girdiğinde, etüt alanının dışında, yüksek ihtimalle çok farklı arama sonuçları elde edecek. Örneğin 1943 Alman yapımı askeri tanker “Panter” hakkında çok sayıda bilgiye ulaşacak veya bir Japon otomobil üreticisinin bu isim altında piyasada bulunan bir araç modeline dair teknik verilere ulaşmış olacak. Yine Panter adına sahip Avusturya yapımı itfaiye aracı, Alman traktör markası, ABD savaş jeti, Amerikan buz hokey takımı veya Apple şirketinin işletim sistemi hakkında sunulan bilgiler, öğrencinin proje çalışmasına müspet katkıdan ziyade, fazlasıyla bilişsel kapasitesini gereksiz şekilde zorlamış olacak.

Bu tür bilgi karmaşasını önlemek için, modern bilgisayar ağları ve bilhassa “Semantic Web” sözüm ona “tanımlayıcı veriler” kullanmakta. Söz konusu dataları kendi içinde sınıflandırmak ve böylelikle belirli içeriksel bağlantıları (alakaları) egale etmek mümkün. Mesela; evet laptop bir bilgisayar veya başka bir deyimle dizüstü bilgisayar ama hayır, laptop bir masaüstü bilgisayar veya benzer ileri düzey fonksiyonlara sahip bir akıllı telefon değil. Her ne kadar son misalim dilbilim literatüründen fırlamış bir cümle edasına sahip olsa da, beraberinde getirdiği yenilikler bilişim gramerinden çok daha büyük teknik ehemmiyete sahip. Mevzuyu sırf arama motoru sonuçlarını eniyileme noktasına tenzil etmek haksızlık olur. “Anlamsal Web” daha ziyade İnternetin bilişsel kabiliyeti edindiği ve bununla beraber yapay zekâ vizyonuna bir adım daha yaklaştığımızı ifade etmekte.

WEB 4.0 “ORTAKYAŞAR DÖNEMİ”

Kilit mesajı peşinen ilgili paragrafın hemen ilk cümlesinde vermek isterim ki; teknolojik ve sosyal açılardan henüz bu gelişme seviyesinin çok uzağındayız! Katıldığım sempozyum ve çalıştaylarda bana bu bağlamda en sık yöneltilen soruların başında genellikle “ne zaman” suali olur. Bu soruya realist ve tutarlı bir cevap vermek maalesef çok güç. Arzulanan teknolojik hedef senaryonun boyutlarını izah ederek, ne denli zor bir soruyla karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne sermek istiyorum.

Literatürde Web 4.0, “sembiyotik” (birlikte yaşayan) Internet olarak isimlendirilir. Sembiyotik ağın amacı insan ve makine arasındaki “ortakyaşar” etkileşim. İnsan ve makine arasındaki çizgi en geç bu aşamadan itibaren kaybolacak. Dolayısıyla gelecek zaman web ortamı "her zaman aktif" bir ağ dünyasından oluşacak. İnsanlar “always on”, yani aralıksız ve sürekli bu dünyaya ait olacaklar. Bu evreden sonra artık İnternete bağlanmak veya girmek gibi ekstra bir uğraşa gerek kalmayacak. Sanal gerçeklikten oluşan, dünyamıza paralel yeni bir total yaşam alanı tesis olacak. Çok daha ileri teknolojik imkanlar sayesinde gelişim kuşkusuz çok daha hızlı bir tempoyla ilerleyecek ve bir gün Internet reel dünyamızdan büyük bir hale gelip, hatta tüm yaşamımızı kapsayacak. Henüz daha da ilerisini hayal edemiyoruz. Fakat sınırları kalkmış bu geleceğin İnternetine uzmanlar arası “Outernet” ismini veriyoruz.

Yapay zekâ” bu yeni oluşumun bize gelişim seviyesi açısından en yakın olan temel taşı. Web 4.0 arka planında bizi anlayacak ve algılayacak, kendi kendine öğrenme ve kendini özerk bir şekilde geliştirme yeteneğine sahip yazılımlar bulunacak. Diğer kullanıcılarla (insani veya sanal) insanların birbirleriyle iletişim kurduğu şekilde iletişim kurma becerisinde olacak. Son yıllarda hayatımıza giren “Siri” ve “Cortana” gibi sesli asistan uygulamaları bahsettiğim yapay zekâ teknolojisinin henüz ilk(el) temsilcileri. Otomotiv sektörünün revaç teknolojik gelişimi “otonom araçlar” yine yapay zekâ oluşumunu son senelerde ileri noktalara taşımakta. Yine de ileri derece olgunluktan bahsedebileceğimiz bir yapay zekâ için, 20 yıllık bir araştırma ve geliştirme süresi öngörülmekte. Bu da demek oluyor ki, Web 4.0´a giden yolda bize en yakın ilk durak 20 yıl ötede.

NESNELERİN İNTERNETİ (“INTERNET OF THİNGS”)

İnternetin teknolojik ve “mantıksal” gelişimini çözümledikten sonra, müstakbel öğelerini´de mercek altına almak istiyorum. Yukarıda belirtmiş olduğum üzere, Internet ağı biz insanları birbirimize “bağladı”. Artık gözden uzak olan, gönülden uzak değil çünkü insanlar birbirine dijital araçlar sayesinde çok yakın. Karşılıklı maksimum bir şeffaflık söz konusu. Topyekûn dünya insanını online yapabilmek uğruna çok sayıda inovatif proje aktif uygulamada. Hedefte 1,3 milyar nüfusunun ezici çoğunluğunun çevrimdışı kaldığı Afrika kıtası var. Bu geniş ve çetin coğrafyada karasal Internet altyapısını inşa etmek, sektör devlerinin dahi gözlerini korkutmakta. Bu yüzden örneğin Google şirketi, “Loon” ismini verdiği projede, 5 seneden beri stratosfere çok sayıda güneş ve gaz enerjili balon yerleştirmekte. Öncelikli hedef Afrika’yı havadan Internet ağına dahil etmek. Bu ve benzeri çalışmalar sonucunda, insanlık eksiksiz İnternete bağlanmış olacak.

Son yıllarda maksimum insani erişim amacına paralel bir akım daha gelişmekte. Bu doğrultuda “Internet of Things” yani “Nesnelerin İnterneti” vizyonunda yerküredeki tüm “nesneleri” birbirine bağlamak ve sürekli iletişim haline sokmak var. Rakamlarla ifade etmek gerekirse, dünya´da komünikasyona hazır 60 milyar alet var. Bugün bunların sırf yüzde 6´sı İnternete bağlı. Sözkonusu aletler gündelik hayatta kullandığımız bilgisayarlar, tabletler ve tabi akıllı telefonlar. Fakat bu rakam sırf buzdağının görünen ucunu temsil ediyor. Halen İnternete entegre olmayı bekleyen yüzde 94´lük bir aygıt (alet) potansiyeli var.

Mevzu bahis 10 yıl içinde, örneğin otomobiller kendi aralarında ve çevreyle (“car2x communication”), evler içindeki elektronik cihazlarla ve yine kendi aralarında, sanayi makinaları yolda üretim malzemesi taşıyan tırlarla, optimal ve entegre bir seyahati bizlere sağlamak amacıyla uçaklar trenlerle... aralıksız iletişim halinde olacaklar.

DİJİTAL TRANSFORMASYON

Makalede ele aldığım Internet ve beraberindeki dijital teknolojilerin gelişimi, kuşkusuz müşteri davranışını da direkt etkiledi. İstatistiki verilere göre, 2019 yılında dünya genelinde 1,9 milyar insan elektronik ticaret yoluyla kıyafet, elektronik eşya ve oyuncak alışverişi yaptı. Aynı senenin “e-commerce” global ciro hacmi 1,7 trilyon Dolar! Haziran ayı yazımda “dijital bozulmanın” (İngilizce “disruption”) sermaye güdümlü klasik iş modellerinin çark dönme şeklini kökten bozduğunu ve sonuç itibariyle “yeni ekonomi”, (İngilizce “new economy”) yani internet ticaretine ve ileri teknolojiye dayalı endüstri sonrası dünya ekonomisine yenik düştüğünden bahsetmiştim. Yaklaşık 15 yıldan beri masada kendine yer edinen; Amazon, Apple, Google, Netflix, Uber ve Airbnb gibi yeni global oyuncular, kartların yeniden dağıtılmasına sebep oldu. Saydığım bu şirketler muasır “Silicon Valley” ticaret zekâsına ve tabii en gelişkin dijital çözümlere sahip. Genellikle kendilerinin geliştirdikleri bu dijital iş ve ticaret araçları sayesinde tüketiciye yeni faydalar yarattıkları gibi, yenilikçi ekonomik ve toplumsal katma değer sağlıyorlar. Kurulu piyasa ve endüstrileri radikal bir değişime uğrattılar. Geleneksel sanayiden, yeni bir dijital ekonomiye geçiş yaptığımızı realist şekilde söyleyebiliriz!

Süregelen bu dijital devrime karşı kurumsal gardını almak ve hatta maksimum istifade etmek adına şirket içi yapılması gereken değişiklikleri "dijital transformasyon" terimi altında özetliyoruz. Şirket bünyesindeki hızlı ve kendini sürekli tekrarlayan değişiklikler, dijital ekonominin altın kuralını teşkil ediyor. Günümüz yöneticileri şirketini bu transformasyon sürecinden geçirecek sürdürebilir, akıllı bir yol haritasına ihtiyacı var. Bu noktada çok genel kapsamlı bir yönlendirme taslağı paylaşmak istiyorum.

“DİJİTALLEŞME” VE “DİJİTAL TRANSFORMASYON”

Her ne kadar bu iki kavrama sıklıkla sinonim gözüyle bakılsa da, iki terim gerçekte tamamen farklı hedefleri ve dolayısıyla değişik sorumluluk alanlarını tanımlıyor. Bu oluşumları eşanlamlı görmek, bir şirketin dijital ekonomiye dönüşümünü ciddi sekteye uğratır.

Dijitalleştirme önlemleri ve aktiviteleri mevcut bir iş modelini değiştirmeyi hedefler. Böylelikle ürün satışlarını veya ürünün maliyet tarafını etkilersiniz, ancak şirketin temel iş fikrini ve müşteri yararını değiştirmiş olmazsınız. Bu nedenle dijitalleşme önlemleri genellikle bilindik pazar ve endüstri sınırları dahilinde işler. Yani sonuç itibariyle faydayı optimize etmiş olursunuz ama pazarı domine edebilecek, yenilikçi ürünler veya servisleri arz edebilecek konuma ulaşamazsınız. Ayrıca kurumsal yönetim, şirket organizasyonu ve iş akışı gibi temel ilke değişiklikleri dijitalleşmenin odak noktasında değildirler. Dijitalleşme aynı zamanda kısıtlıdır, çünkü ürün ve işlemlerdeki optimizasyon sınırlarına er ya da geç her şirket ulaşır.

Buna karşılık Dijital Transformasyon faaliyet ve önlemleri tüm şirketi etkiler. Öncelikle iş fikrine (müşteri yararı) ve ikincil olarak iş modeline (iş fikrinin ekonomik olarak kârlı şekilde uygulanması) tesir eder. Değişim ihtiyacını, evirilmiş müşteri talepleri ve müşteri davranışı gibi dış faktörler tetikler.

Sanayi ekonomisi isteğe uyarlanamayan (özelleştirilmesi mümkün olmayan) ürün ve hizmetlerin üretimine odaklanırken, dijital ekonomi dijital veya kısmen dijital ürün ve hizmetleri sürekli olarak geliştirmeyi amaçlar. Dijital transformasyon firma iş modelinin tüm bileşenlerini etkiler ve iş fikrini orta ve uzun vadede değiştirir.

Faaliyetlerin odak noktası müşteri talebini tatmin edebilen bir pazar üstünlüğünün (iş fikrinin) geliştirilmesi, dijital iş modelleri vasıtasıyla iş fikrinin ekonomik açıdan kârlı bir şekilde hayata geçirilmesi, yeni dijital teknolojilerin sürekli gözden geçirilmesi ve çevik (İngilizce “agile”) ilkelere göre yönetim ve organizasyon kültürünün değişmesidir! Tekrar ve hep bir yenisine üretilen sınırsız iş fikirleri maksimum müşteri faydası oluşturur. Bu nedenle, şirketlerin müşteri yönüne büyüyüp, genişlemesi bir nevi sonsuz olur aslında.

ÖZET

Yeni dijital teknolojiler var olan iş fikirlerinin ve iş modellerinin dönüştürülmesini sağlıyor. Risk sermayesi (İngilizce “venture capital”) tarafından finanse edilen start-up´lar yenilikçi iş fikirleri geliştirmekte ve müşteriler için yeni faydalar sunmakta. Son birkaç yıldır bu genç girişimler piyasaların değişen müşteri davranışının başlangıç noktası ve bununla beraber pazardaki tüm yeni deneyim ve tekliflerin eğilim belirleyicisi olarak görülmekte. Sürekli yeni iş fikirleri ve iş modelleri geliştirme yeteneği, dijital ekonominin şirketlerine yazılan bir özellik.

Dijital transformasyon, iş fikirlerinin, iş modellerinin, kurumsal yönetim ve kurumsal organizasyonun dijital ekonomi doğrultusunda değiştirilme ve geliştirilme sürecini tanımlıyor. Her ne kadar bir periyottan bahsedilse de, değişim sürecinin bir sonu veya uç noktası yoktur, dijital ekonomide değişim aralıksız ve sürekli bir dinamizm.

Bu çeviklik, katı hiyerarşilerin ve sabit departman düşüncesinin yıkılması, hedef belirleme sürecine tüm çalışanların aktif katılımı ve çalışanlar arasında özyönetim ve öz-organizasyonun yüksek bir oranıyla mümkün oluyor. İş modelindeki dijital bileşenler (özellikle yazılım), müşteri davranışındaki değişikliklere ve dolayısıyla gelişmekte olan pazarlara yüksek derecede uyarlana bilirlik imkânı sağlar. Yeni iş fikirleri ile ilgili deneyler, yüksek dijital imkanlar sayesinde klasik yatırımlara nispeten çok makul bütçelerle gerçekleştirilebiliyor. Piyasada yapılan ürün deneyleri bir istisnadan ziyada, “yeni oyunun” katı kuralı. Buna ek olarak bir de şirketteki faaliyetler sürekli stratejik ve operasyonel açıdan güçlü, motive edici bir vizyon ve misyona uygun hale getirilirse, tamamen yeni bir şirket dinamiği yaratılmış olur. Dijital transformasyonun görevi, kademeli gelişim yoluyla şirketlerin endüstriyel ekonomiden dijital ekonomiye geçişinde bir kılavuz misali destek olup, yol göstermek.

Bu geniş konunun temel fikirlerini çok kaba hatlarıyla sizlerle paylaşmış oldum. Global ekonominin dijital bozulma süreci yaklaşık 15 yıl önce başladı. Çok daha agresif ve hızlı bir şekilde, kayıtsız şartsız, art arda her sektörün temel taşlarını yerlerinden oynatacak. Dijital şirket evrimi bir opsiyondan çok, bir varoluş mücadelesi. Akıllı girişimci açışından şüphesiz altın madeni potansiyeline sahip bir oluşum. Zira bu tür ticari fırsatlarla her yüz yılda bir gerçekleşen sanayi veya teknolojik devrimler sonrası karşılaşıyoruz.