Bir gazeteci kimliğimle tam 1979 yılından bu yana Türkiye’de yapılan bütün seçimleri ve referandumları yakından takip edip gözlemledim. Özellikle 1980 sonrası Türkiye’de yerel hizmetlerin öne çıkmasıyla belediyecilik anlayışı çok büyük değişim gösterdi. 1984 yılında 3030 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nun çıkmasından sonra İstanbul’da Bedrettin Dalan’ın yaptıklarını yakından müşahade ettik. 1989 yılında halk ”yalana, Dalan’a, talana hayır” diyerek Nurettin Sözen’i İstanbul’a Belediye Başkanı seçti. Nurettin Sözen’in seçim zaferini ilan ettiği o gece Dalan parkta hırsından ağladı. Sözen çok dürüst biri olmasına rağmen belediyede özellikle İSKİ yolsuzluğu yıllarca hafızalardan silinmedi. İstanbul çöp yığınlarıyla dolarken, susuzluk had safhaya gelmişti. 1994 yılında Refah Partisi adayı Erdoğan’ın sloganı ise “Çöp, Çamur, Çukura son vereceğiz” olmuştu. Seçimi kazandı ve İstanbul’un mührünü Sözen’den aldı. Yeni bir belediyecilik uygulaması başladı. 25 yıldır İstanbul’u Refah Partisi’nin kapatılmasından sonra yerine kurulan Fazilet Partisi sonrasında ise Ak Parti adayları yönetti. Recep Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanı olduğu dönemde okuduğu bir şiir yüzünden hepse girmesinden sonra Ali Müfit Gürtuna, sonrasında ise Kadir Topbaş İstanbul’u yönetti. 27 Eylül 2017 tarihinde Kadir Topbaş’ın istifa ettirilmesinden sonra Mevlüt Uysal başkan oldu.

Son 40 yıldır siyasi seçimleri gözlemleyen ve yazan bir gazeteci olarak geldiğimiz noktayı ancak şöyle tarif edebilirim. Ülkemizde kin ve nefret söylemleri o kadar ileri seviyelere getirildi ki, ülke yüzde 45 - yüzde 45 diye ikiye bölündü. Ortak konuşulacak, tartışılacak bir konu kalmadı. AK Parti ve CHP taraftarları sosyal medyada işi küfürden de öteye götürme çabasında birbirleriyle yarışıyor. Oysa bir tek Türkiye var. Bir tek Bayrağımız var. O da yüzyıllardır kırmızı ve beyaz renkleriyle bizim birlik beraberlik, tek devlet; tek millet olma sembolümüzdü.

Ülkeyi ayrıştırmamak lazım. İnsanları bloklaştırmamak lazım. Yoksa biz farkında olmadan bir üst akıl tarafından siyaset yoluyla bölünüyor muyuz?

1994’ten bu yana AK Parti Türkiye’de hizmet belediyeciliğinin öncüsü olmuştur. Bu bir gerçek. Ancak son iki dönemdir, hizmet belediyeciliği kavramının yerini başka öncelikler almış. Bunun ceremesini ise misliyle vatandaş çekmiştir. Elektrik, su, doğalgaz dar gelirlinin iflahını kesiyor. Büyükşehirlerde birçok aile tekrar kömür yakmaya başladı. Vatandaş üç kuruşluk hizmetin karşılığını belki de fazlasıyla ödemeye devam etmektedir. Büyükşehir Belediyeleri, bazı dernek ve vakıf adı altında faaliyet gösteren sivil toplam kuruluşlarına milyonlarca lira karşılıksız yardımda bulunan organizasyonlara destek vermiş, İBB’nin bu konuda öncülük ettiği birçok merci tarafından ”Milletten toplayıp yandaşlara dağıtılmıştır” şeklinde ifade edilmektedir. İddialar arasında sadece İBB’nin 2018 yılında STK’lara 847 milyon 592 bin lira aktardığı yer almaktadır. Bunlar toplum yararına hangi faaliyetleri yürütmüştür?

Belediyelerin asli görevleri arasında STK’ya yardım var mıdır? Eğer ihtiyaç varsa kendi bünyesinde kurar ve örgütler. İstanbul, siyasi ikbal peşinde koşan, servetlerini yarıştıran Belediye Başkanları ve Meclis üyelerinin ihtirasları uğruna beton şehir olmuş. Bazı bölgelerde belediye imarı verilmeyen yerlerde Çevre ve Şehircilik bakanlığı devreye girmiş şehrin nefes alışverişlerine set olacak beton gökdelenleri deniz kenarlarına uygun görmüştür. Hatta Esenyurt gibi bazı özel ilçelerde “Deprem fay hatları” üzerindeki yerler imara açılarak 25-30 kat gökdelenler dikilmiştir. Binaların çok katlı olması toplumda suç olaylarının artmasında en etken rolü oynuyor diye 2004 yılında yazı yazmış, Fransa’da çok katlı binaların yıkıldığını, yerine en fazla 4 katlı binalar yapıldığını defalarca yazmıştım. Bunu 2004-2005 yılları arasında Türkiye ile AB müzakerelerinin başlayacağı süreçte Fransa’daki gözlemlerimi o zaman Başbakanımız olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a söylemiştim. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan sadece İstanbul’da değil, Türkiye’deki tüm şehirlerde yüksek bina değil, yatay binaların yapılması için sık sık uyarılarda bulunuyor. Ama İstanbul maalesef kaybedildi. Zeytinburnu, Bakırköy sahilleri çok katlı beton yığınına dönüştü. İnsanların ulaşım istikametlerindeki en çok kullanılan E-5 karayolunun 5 metre mesafeyle dibine 30 katlı binalar dikildi. Bir deprem olduğunda insanların gideceği yollara bile prangalar vurulmuş oldu. O binalar belki kat kat yıkılmaz ama yolların üstünü bir blok kütle olarak kapatabilir. Tedbiri alınıyor mu? Hayır. Varsa yoksa rant. Ben bu dünyadan giderken öbür dünyaya sadece beyaz bir kefenle gidildiğini gördüm. Hiç kimsenin malı, sarayı, köşkü, altını, doları tabuta konulmuyor.

Öyleyse bu açlık, bu ihtiras, bu hırs niye? İnsan kendine kurtarıcı rolü biçerse oturduğu koltuktan kalkması çok zor oluyor. Alışkanlıkları peşini bırakmıyor. Hele bir de etrafınızı dalkavuklar sarmışsa?

Bir düşünün. Üç beş kişi koltuk, makam sahibi olsun diye komşularınızı düşman ilan etmişsiniz. Ağza alınmayacak laflar söylüyorsunuz. Eee peki, sonra… Bundan sonra nice 31 Mart’a benzer seçimler yapılacak. Önünüze sandıklar konulacak. Yine aynı mı; farklı mı davranacaksınız?

 Komşunun, akrabanın yüzüne bakmaya yüzünüz olsun…

Bir apartmanda oturuyorsun. AK Partilisin. Gece çocuğun hastalandı. Araban yok. Hastaneye gideceksin. AK Parti İl Başkanını arayıp araç mı isteyeceksin? O saatte zaten telefonu açmazlar. Ne yapacaksın? Üst komşunun zilini çalıp  hastaneye gidelim diyeceksin. Üst komşun seninle beraber hastaneye gidecek. Hastanın başında belki de gece boyu bekleyecek. Caddede dükkânın var, esnafsın. Yan komşu esnafın AKP’li, sen CHP’li sin, ya da MHP’li… Bir işin çıktı. CHP İl Başkanlığı’nı arayıp, “İşim çıktı. Dükkânıma göz kulak olacak birini gönderin mi diyeceksin?” Gönderirler mi hiç? Hayır… Ne yapacaksın? Hemen yan komşun AKP’li esnafa “Benim bir işim çıktı, dükkânıma göz kulak ol” deyip gideceksin. Gözün arkada kalmayacak. Çünkü komşuluk hakkı var. Yarın aynı durumda o da sana “Dükkânıma göz kulak ol. İşim var “deyip gidecek.

Çocuğunu okula yazdıracaksın. Okula gidip, bu öğretmen hangi partili diye mi sorarsın yoksa hangi öğretmen daha iyi eğitimci mi? diye araştırırsın. Elbette hangi öğretmen daha iyi eğitimci ise çocuğunu ona emanet edersin. Ama o öğretmenin hangi partili olduğunun bir önemi var mı? Bence yok. O zaman bu kavga niye?

Hangi partiye oy verirsen ver, ideolojin, fikrin ne olursa olsun bu yaşına kadar sokağa çıktığında selamlaştığın, halini hatırını soran dostların, komşuların, akrabaların seninle aynı fikri paylaşmak zorunda değildir. Ama bu insanlar iyi gününde de kötü gününde de senin yanındadır. Cenazene gelip acını paylaşırlar, Tabuta omuz verirler. Düğününe gelip mutluluğunu paylaşırlar. Düğününe gelir hediye getirirler. Altın takarlar. Davetlilerin arasında AKP’li de CHP’li de MHP’li de vardır. Kürt de vardır, laz da vardır.

O zaman bir kişi başkan olacak diye neden siyaset uğruna cepheler oluşturulur ki?

Eğer siyaset yüzünden sevdiklerinin kalbini kırarsan işte o zaman insan değilsin. İşte o zaman yalnız kalmışsındır. Senin yalnızlığını hiçbir zaman uğruna hayatını dahi tehlikeye atarak altına koltuk verdiğin kişiler senin yalnızlığını paylaşmaz. Eğer siyaset yüzünden yakınlarınla, komşularınla aranı açarsan işte o zaman dünya sana çok gelir. Dünyaya sığamazsın. Oysa insanoğlunun bu dünyadaki yaşam süresi belli, ortalama 65-80 yıl… Bazıları dünyayı kendilerine kalıcı mekân görmüyor, o yüzden hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya sizin, helal, rızık peşinde koşuyor, yarın ölecekmiş gibi de ibadetini yapıyor.

Kur’an’da Allah şöyle buyuruyor:

“Allah indinde inananlar eşittir. Ey iman edenler kardeş olunuz.”