Psikolojinin araştırma alanına giren ve son yıllarda ortaya çıkan tükenmişlik sendromu; aynı konuda çalışmış olmanın getirdiği bıkkınlık ve duyarsızlaşma olarak tanımlanmaktadır. Aynı şekilde başarı duygusunun körelmesi olarak da bilinmektedir. Geldiğimiz noktada, Türkiye AB ilişkilerinin, “tükenmişlik sendromu”yla karşı karşıya olduğunu söylemek, yanlış bir tanı olmaz sanıyorum. 1963 yılında Ankara Anlaşması ile başlayan Türkiye AB serüveni, değişen ve gelişen dünya konjonktürüne bağlı olarak, çok farklı bir kronoloji izlemiştir. Nihai hedefi tam üyelik olan Türkiye, 53 yıldır kapıda bekletilmektedir. Bunda şüphesiz AB’nin pragmatik ve tek yanlı yaklaşımı etkindir. 1973 Katma Protokol, 1987 Tam Üyelik Başvurusu, 1996 Gümrük Birliği ve 2005 tam üyelik müzakerelerinin 35 başlıkta başlaması, Türkiye AB ilişkilerinin mihenk taşları olarak görülmektedir. Türkiye AB ilişkileri yarım asrı aştı ve bu süreçte, tarihsel evrilmeler yaşandı. Soğuk savaş sona erdi, globalizm tüm dünyayı sardı. 12’ler AB’si, 28 üyeli bir Birlik oldu. İngiltere, AB’den ayrıldı. Genişleme, derinleşme, siyasi bütünleşme başarısızlıkları yaşandı. AB’nin iç meseleleri, dışarıyı görmesine engel oldu. Yarım asırda, dünya siyasi, sosyal ve kültürel değerleri baştan aşağı değişti ancak AB, bu değişime ayak uyduramadı ve içine kapandı. Genel durum böyleyken, Türkiye AB ilişkileri son birkaç yıldır, Geri Kabul ve Vize muafiyeti konularıyla önemli bir dinamizm kazandı. Özellikle mülteci akının önlenmesine ilişkin Almanya’nın üstlendiği rol, AB’ye giden yolu hızlandırdı. Ancak Türkiye’de beklenmedik bir şekilde 15 Temmuz FETÖCÜ Darbe Girişimi yaşandı. Millet demokrasiye sahip çıktı. Başta Rusya olmak üzere, pek çok devlet Türkiye’nin yanında yer aldı. AB ise beklenen desteği vermedi AB’nin kuruluş felsefesinin özünü oluşturan demokrasi, Türkiye’de sekteye uğratılmak istenmiş, buna karşılık halk ve hükümet topyekün demokrasiye sahip çıkarken, AB Türkiye’nin yanında yer almamıştır. Kerhen yapılan destek açıklamaları ise tatmin edici olmamıştır. Elbette Türkiye’nin bunu unutması mümkün değildir.

2016 İLERLEME RAPORU EN AĞIR RAPOR OLARAK, TARİHE NOT DÜŞÜLDÜ
15 Temmuz sonrası, OHAL’in ilan edilmesi ve alınan hukuki kararlar, AB’de yine hoş karşılanmamış ve eleştiri konusu olmuştur. Türkiye ise haklı olarak, AB’den empati kurmasını istemiş ve aynı olayların AB’de yaşanmasının nasıl bir travmaya yol açtığını görmesini beklemiştir. Türkiye AB arasında soğuk rüzgarlar eserken, esas fırtına, HDP’li milletvekilleri ve belediye başkanlarının PKK terörüne destek vermeleri gerekçesiyle, tutuklanması konusunda çıkmıştır. HDP’nin hamiliğini sorgusuz, sualsiz üstlenen AB, tutuklanmaların ardından, peş peşe zehir zemberek açıklamalar yapmıştır. 2016 İlerleme Raporu ise, en ağır rapor olarak, tarihe not düşülmüştür. Brüksel ve AB üyesi ülkeler koro halinde Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını söylerken, Türkiye’de aynı sertlikte AB’ye cevap vererek, AB’den net bir cevap beklemektedir. Çünkü artık herkes biliyor ki AB, Türkiye’yi tam üye olarak almayacak. Genişletilmiş ve derinleştirilmiş Türkiye AB ilişkileri çerçevesinde, AB’nin doğu sınırı Balkanlar olacaktır. Türkiye AB ilişkileri; karşılıklı pragma eşiğini çoktan kaybetmiş ve yenidünyanın derinliklerinde kaybolmuştur. Bu paradoksun bir an önce sona ermesi gerekir. 53 yıl süren nişanın atılması gerekir. Ancak bunu kimin yapacağı önemlidir. AB tüm sorumluluğu üzerine almalıdır. Türkiye’den bunu beklemesi yanlıştır. Türkiye’nin kopma kararını alarak, “Türkiye kendi isteğiyle AB’den vazgeçti” demek suretiyle, tarihe hesap vermekten kaçamaz. Soğuk Savaş döneminde Rusya’ya tampon olan Türkiye’ye AB’nin “ahde vefa borcu” vardır. Dünyanın aksı Atlantik’ten, Pasifik’e kaymaktadır. Yenidünya düzeninden, yepyeni dünya düzenine geçişin kilit coğrafyası Anadolu ve Orta Asya’dır. Türkiye, AB kamburunu üzerinden atarak, kendini yeniden konumlandırmalıdır.