Türkiye, 15 Temmuz gecesi 40 yıllık bir uykudan uyandı. Sinsi kalleş, bir grup katil–terörist; Türk askeri elbiseleri içine saklanarak milleti yaylım ateşine tuttu. Bu katillerin ucu Siyonizm’in temel ilkelerine dayanmış bir sapık dini inanışla devletin Tüm birimlerini ele geçirmek için milleti yollarda tankların altında ezdi ele geçirdikleri uçaklarla bombaladı,  helikopterlerle yaylım ateşine tuttu. 15 Temmuz gecesi ile ilgili o kadar çok şey yazıldı, söylendi ki, aynı şeyleri tekrar etmenin bir faydası yok. Cumhurbaşkanı da, başbakan da, TBMM’nin içinde sığınaklara toplanmış milletvekilleri de biliyor ki, halk tankların önüne dikilmemiş olsaydı; bugün belki Suriye gibi bir iç savaşın içinde bulacaktık kendimizi. Çünkü bu gözü dönmüş asker kılıklı caniler, kimseyi ayırmadan, cumhurbaşkanını, TBMM binası içindeki milletvekillerini ve başbakanı öldürmek için infaz timleri oluşturmuş bütün gece ele geçirdikleri uçak ve helikopterlerle milletin üzerine mermi bomba yağdırdılar.
15 Temmuz gecesi tankları köprüde gören halk zaten harekete geçmişti. Önce tek başına bir kadın, ardından ellerinde bayraklarla bir millet. O saatlerde Önce Başbakan Binali Yıldırım televizyonlara bağlandı “ Bu bir darbe kalkışmasıdır. Bastırılacak” dedi. Cumhurbaşkanımızın ise dinlendiği Marmaris’te haberi eniştesi Ziya İlgen’den almış, darbenin başlamadan nasıl bastırılabileceği konusunu yakınındakilerle istişare etmiş, Ankara İstanbul gibi birçok merkezle telefon bağlantıları sağlanmış.
Başbakanın açıklamasından sonra halk cumhurbaşkanından bir açıklama bekliyor. O sıralarda TRT darbecilerin eline geçmiş, TRT de darbecilerin bildirisi okunuyor. Cumhurbaşkanımızın etrafındakiler ise, elit kesimin ve daha çok Paralel yapının medya ayağının kullandığı “periscope”tan yayın düşünmüş ve yapılmış. Yapılan bu yayının ise o anda Pennsylvania cemaatinin sırıtarak izlediğini kimse bilmiyor. Çünkü “Periscope ve Tango”, gibi uygulamaları en çok paralel yapının kriptolu elemanları ve medya ayağı kullanıyor. Türkiye de ise halk kitle iletişimi için daha çok WhatsApp, facebook, Twiter ve instagram”ı tercih ederken Rusya, Ukrayna ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile iletişimde ise; daha çok ”line” uygulamasını, AB ve Kuzey Afrika ülkelerinde ise “viber”i tercih ediyor. Tecrübeli gazeteciler biliyor ki;  Paralel yapının bilişim uzmanları, elik kesimler, genç kuşak medyacılar ve istihbaratla bağlantılı olanlar ile troller haberleşmeyi ve mesajlaşmayı en hızlı şekilde bu tür uygulamalar üzerinden yapıyorlar.

Cumhurbaşkanı CNN Türk’e, telefonla “ Facetime” üzerinden bağlandı
Gecenin ilerleyen saatlerinde ilk olarak Hande Fırat; Cumhurbaşkanlığı’nın yakın çevresine ulaşıp canlı yayın yapmak istediğinde; periscope’tan yayın yaptık  sözünü duyunca şaşkınlığını gizleyemiyor… Haklı da…Neredeyse “O da ne” diyecek kadar. Biliyor ki Periscope Türkiye’de dar ve elit bir kesimin kullandığı bir iletişim ağı. Cumhurbaşkanımız CNN Türk’e, telefonla “ Facetime” üzerinden görüntülü olarak bağlanıyor. Millete ”Meydanları çıkın, Atatürk Hava Limanı’na gidin, direnin. Ben de geliyorum” diyor. Halk zaten yollarda en önlerde ise Erol Olçok ve 16 yaşındaki oğlu Abdullah Tayyip… Boğaziçi köprüsündeki tanklara yürüyor… Camilerden ”sala” veriliyor. “Demokrasi için, darbeye dur demek için emniyetin önünde toplanalım çağrısı yapılıyor. Gecenin sessizliğinde ”Sala”nın verilmesi insanları ürpertiyor ve cesaretlendiriyor.  Halk kendini sokağa atmış, “Bedenimiz çiğnemeden bu vatanı darbecilere bırakmayız. Buraya ölmeye geldik” diye bağırıyor. Askere “Sen kimin askerisin. Kışlana dön” diye haykırıyor… 1960, 1971 ve 1980 darbelerinin etkilerini üzerinden atamayan halk, Ankara’da Genel Kurmay Başkanlığı  önünde, Etimesgut Zırhlı Tugay Komutanlığı’nın, Kazan’da; Akıncı Üssü’nün önünde,  İstanbul’da Vatan Caddesi’nde, Saraçhane’de ,Boğaz köprüsünde, Okçu tepesinde ve askeri birlik olan her yerde… Tek yürek darbecilerin karşısına dikilmiş. O gece sabaha kadar bu millet direndi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’a tehlikeli bir uçak yolculuğunun ardından iki F-16’nın korumasında geldi. Halkla bütünleşti. Kışlalarda vatanını seven üst ve ast rütbeli subaylar direndi.  Bombalanan Meclis’in sığınağındaki milletvekilleri direndi. Darbe püskürtüldü. Darbenin ardından herkes birer kahramanlık hikâyesi oluşturma peşinde. Bu kahramanlık hikâyelerine bu milletin karnı tok. O, abartılı hikâyelere ihtiyacı yok. Hikayeler sokaklara çıkmayan evlerinde oturmuş televizyonlardan olayları izledikten sonra ekranlara çıkan sahte kabadayıların tarzları. O gece tankların altına onlar yatmadı. Tankların altına “Ülkeme kimse el koyamaz, kimse darbe yapamaz, Seçimle gelen seçimle gider, Demokrasiden taviz vermeyiz” diyen Türk milletinin kahraman evlatları yattı. Onların Tek düşüncesi vardı.” 

Cumhurbaşkanıma dokunma… Onu biz seçtik… O kadar…”
36 yıl bir fiil gazeteci-yazar olarak Türkiye’nin geçmişini hafızamda tutuyorum. Geriye dönüp baktığımda; 1960 darbesinde ben anne kucağında bebektim. Cumhuriyet kurulmadan önce doğan babam Kurtuluş savaşı sıralarını pek hatırlamasa da, Kurtuluş savaşından Gazi olarak dönem Gazi Tahir dedemin bir şarapnel parçası tarafından kırılan kafatası kemiği yüzünden çektiği acı ve ıstırapların en iyi tanığı. 1930’lı yılların yokluk dönemlerini,  Askerlik yaptığı 36 ay süresinde çektiği çileli askerlik hatırların, Atatürk’ün ölümünden sonraki dönemde yaşanan o gizemli günleri, 2. Dünya Savaşı’nı, İnönü dönemini, ezanların susturulmasını ve karneyle gıda dönemleri, 1950 demokrasi zaferini, 1960 darbesini, Menderes’in idamını hiç unutmadı. hep hafızasında yaşatıp bize anlattı. Birkaç ay evvel vefat etmeden önce de bu dönemlerle ilgili tüm yazılan kitapları su gibi okurdu. “Baba, yaşın 95’i geçmiş hala ne diye okuyorsun?” dediğimde bana ”Sen benden daha iyi eğitim aldın. Allah’ın ilk emri ‘Oku.’ Bilmiyor musun” derdi. Zaman zaman siyasi sohbet yaptığımızda “Biz Menderes’e sahip çıkamadık. O asıldıktan sonra camilere gidip gizli gizli dua etmek istedik jandarma geliyor diye camilerden kaçtık. Siz Erdoğan’a sahip çıkın” derdi. Çünkü rahmetli babam Hacı Ahmet Hoca, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı 1995 yılında hacı olmak için gittiği Mekke’de tanımış ve çok sevmişti. Kısa bir tanışıklıkları olmuştu. Ben de yanındaydım. Orada bir otelin konferans salonunda Erdoğan konuşma yapmıştı. Babam bana “Çok yiğit ve cesur bir adam. Sakın yanından ayrılma ” diye tembihlemişti.  Bizim siyasetle pek işimiz olmazdı. 
Ben kendimi gazetecilik mesleğine adamış, yalan dünya da, doğru haberlerin peşinde koşuyordum. Ben bu satırları yazarken bir taraftan gözyaşlarımı tutamıyor. Babamın “ Biz camilerde Menderes için gizli Kur’an okumak ve dua etmek için toplanıyorduk. Sonra jandarma geliyor korkusuyla yarım bırakıp kaçıyorduk” demesini,” Erdoğan’a sahip çıkın” sözlerini hatırlıyorum. Diğer yandan köprüde vatandaşın makinalı tüfeklerle mermi yağmuruna tutulması ve top atışının görüntüleri, Ankara’da helikopterlerle taranan sivil vatandaşlar durumu gözlerimin önüne geliyor. Gözyaşlarımı tutamıyorum.

Milletin fertleri tek vücut demokrasiye sahip çıktı

Eğer, bugün aramızda olsaydın 96 yaşına rağmen hiç şüphem yok tankların durması için en önde yürüyenlerden biri sen olurdun. Çünkü 1960 sonrası yaşanılan kâbus dolu günler, 1980 öncesi sokaklardaki gençlerin kavgaları, 1980 darbesinden sonra darbecilerin hapse attı binlerce gencin çektiği işkenceleri kimse çekmesin, bu millet aynı acıları tekrar yaşamasın diye…  Sen rahat uyu babam. Biz bu kahraman milletin fertleri olarak tek vücut, Erdoğan’a da, demokrasiye, Meclis’teki vekillere de çok iyi sahip çıktık. 1915 Çanakkale ruhuyla… 250’ye yakın şehit, bin 500’den fazla yaralı verdik. Ama emaneti vermedik… Şimdi emaneti verdiğimiz ve bu milletin evlatlarının canıyla koruduğu; başta Cumhurbaşkanımız ve Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’dan, Başbakan Binali Yıldırım ve bakanlarından, Meclis’teki tüm partilerin milletvekillerinden emanete sahip çıkmalarını istiyoruz. 
250’ye yakın şehidin kanının yerde kalmaması için katil teröristlere en ağır cezanın geciktirilmeden verilmesini bekliyoruz. İnsanları katlettikleri yerde nefesleri kesilsin ki, bir daha kimse ne darbeye teşebbüs etsin ne de milletine silah sıksın… Şehit olan; sivil, asker, polis demokrasi kahramanlarımızın ailelerine sahip çıkılması paralel yapının elemanlarının atıldığı kurumlara yerleştirilmesini, günlerdir demokrasi bekçiliği yapan, işini gücünü terk eden esnafın 1 ila 50 işçi çalıştıran küçük iş yerlerinin devlete olan vergi, SGK vs. gibi borçlarının affedilmesi için bir kanun çıkarılmasını, emekli olduğu halde iş yeri açıp istihdam sağlayan yüzlerce emekli-İşçi-İşverenin emekli maaşından kesilen cezaların affı ve daha önce alınanların iadesi. Meydanlarda konuştuğumuz emekli- işveren-işçi kesimi bundan çok çok rahatsız olmuş. Bunun paralel yapının, AK Parti’nin seçim döneminde oylarını azaltmaya yönelik bir taktiği diye yorumluyorlar. (Hangi bakan döneminde bu karar uygulanmıştı acaba?) Amaç AK Parti’yi seven, destekleyen sayıları 600 bini bulan bu kesimi AK Parti düşmanı haline getirmek. SGK’daki kriptolu paralel elemanların bu işi ortaklaşa tertipledikleri gece boyunca meydanlardaki sohbet toplantılarında sık sık dile getirilen bir husus. Buradan duyurmak istedim…

Paralelciler “milleti devletten soğutmak için” her türlü yolu denedi
Bu milletin meydanlarda konuştuğu bir başka konu ise cemaatin adamlarının himmet, kurban, bağış, zekat ve fitre adı altında para toplamak için ziyaret ettikleri küçük ve orta ölçekli işletmelerden yardım alamadıkları zaman, durumu ve işletmenin ismini Maliye’deki paralel yapı elemanlarına (cemaat düşmanı diye) vererek bir bahane ile ceza kestirmeleri.  Bu yolla korku salmaları ve sindirmeleri. Bur tür uygulamaları 1990-2005 arasında Romanya, Almanya ve Fransa’da PKK temsilcileri, doğu kökenli işadamlarına yapmıştı.
Bu milletle hükümetin arasını açmak ve için paralel bürokrat elemanlar yaptığı enteresan işlerden birisi de; 110 km hızla tabelası konulan otobanlara konulan 50 km hız -tuzak radarları. Herkes yakalanıp devleti yönetenlere küfretsin diye çok enteresan noktalara yerleştirilmiş. 110 km hızla giden bir kişinin birden bire 50’ye düşmesi mümkün değil. Çok acı bir fren ve savrulma tehlikesi ya da ceza… Paralel yapının elemanı gibi çalışan vali ve kaymakamalar ile belediye başkanlarından bu tuzakların nedenini sormalı… Yerleşim birimi olmayan dümdüz yollara bu tabelalar ne için konuldu diye İçişleri Bakanı bunu mercek altına alarak bir ekip kurup araştırmalı. Çünkü paralelci yerel uygulayıcı memur–yerel yöneticiler “milleti devletten soğutmak için” her türlü yolu denerken dost sohbet toplantılarında da biz gelirsek bunlar olmayacak gibi laflar ediyormuş: 
“Lüks aracı olmayan vatandaşlara kesilen trafik cezalarının affedilsin. Darbe öncesi ve sonrası piyasalarda yaşanan durgunluktan etkilenen küçük esnafa uzun vadeli düşük faizli kredi desteği sağlansın. Ekonominin canlanması için KOBİ’lerde asgari ücretin vergi dışı tutulsun.”
Haziran-Temmuz -Ağustos aylarında tatillerini Karayipler’de, İbiza’da, Tayland, Phuket Adaları’nda, Madagaskar’da, Yunan adalarında geçiren, en palalı son model, BMW, Mercedes, Porsche ve ciplerle caka satan ŞEZLONGCULAR bu uygulamanın dışında tutulmalı.  Ayrıca Gezi eylemlerinde Taksim’e alkollü içki, su, bira taşıyan, yemek dağıtan, otellerinin altın katlarını onların eylem karargâhına dönüştürenler, şimdi ortada yok. 
Gezi seviciler günlerdir meydanlarda demokrasi nöbeti tutanlara; bir bardak suyu bile çok görmüş. Meydanlarda demokrasi nöbeti tutan millete bir bardak suyu çok gören “Gezi sevici iş adamları ve kurumlar (hepsi biliniyor) bunlarda bu özel aftan asla faydalandırılmamalı. 
Bir birey olarak, Başbakan Binali Yıldırım’a ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açık çağrım bu… Bu millet;” Bu hükümet iktidardan gitmesin, demokrasi sekteye uğramasın, cumhurbaşkanıma kimse dokunamaz” diye meydana çıktı. Canını ortaya koydu. Karşılıksız yaptı…
Şimdi bu millete vefa zamanı…