ÖZEL RÖPORTAJ: SEDA AKBAY

Siyaset Bilimci ve Sosyolog Dr. Amir A. Fekri, 43 yıldır Türkiye’de yaşayan İranlı bir araştırmacı-akademisyen. Ağrı Üniversitesi Siyaset Bilimi Dalı’nda Öğretim Üyesi. Röportaja “Son yıllarda Suriye’de yaşananlar, İran, Irak, Libya, Mısır’daki olaylar ve Türkiye’nin farkı” diye başladık. Amir Hoca, Türkiye’yi çevresindeki tehlikelerden koruyan “Toplum olma” bilincinin sırrını anlattı.

Siz 1976 yılında Türkiye’ye geldiniz, Türkiye’de okudunuz ve bir akademisyen olarak öğrenciler yetiştirdiniz. O günlerden bugünlere baktığınızda toplumsal anlamda yaşanan en önemli dönüşüm nedir?

Türkiye’ye geldiğimde ilk ilgimi çeken, Türkiye toplum yapısının Ortadoğu milletlerinden farklı olmasıydı. Hatta, o yıllarda Ortadoğu’nun en ileri ülkesi olarak görülen İran da buna dahil. Özellikle Ankara çevresinde insanlar birbirlerine dinsel, etniksel veya siyasal yaftalama ve kavramlar temelinde bakmaktansa, kendilerini bir arada yaşayan ve ortak modern bir geleceğe doğru yol alan insanlar olarak görüyorlardı. Toplumsal bilinç, ulusal bilinç biçiminde öne çıkıyordu. Türkiye’de siyasi partiler üzerinden temsili bir siyasal sistem işlediğinden, her parti seçimle iktidara gelir ve iktidar sürecinde diğer partilerin eleştiri, tavsiyesine maruz kalır; diyaloga girer ve bazen itilaf ile siyasal sistemi canlı tutarak yürütürdü.

Siyasi partiler halkın oylarıyla seçildiğinden “Halk”ın ta kendisi kabul edilirdi. Erken seçim, siyasal ve ekonomik tıkanmalar kaçınılmazdı ve toplumun gerçekliğini yansıtırdı. Demokrasiye doğru yol almanın bedeliydi bütün bu gelişmeler...

Partili yaşam, toplumlaşma ve toplumsallaşmanın kertelerinin temsiliydi. Siyasal Partiler başarısızlıklarının bedelini erken seçim veya genel seçimlerde koalisyonlar ve kimi zamanlar “müdahaleler” öderlerdi. Fakat rotayı yine Türkiye’nin gelişen toplumsal bütünlüğü belirlerdi. Demek ki halk, toplumsallaşma eğilimiyle geliştirdiği kollektif bilinci doğrultusunda siyasal yapı ve algı yönünü belirler, değişir ve dönüşür.

Nitekim, bugün de toplumun dönüşmesi düzeyinde siyasal sistem de zorunlu dönüşme gereği duyar. Günümüzde, toplum sathında ortak sosyal amaçtan bahsetmek zor gibi görünüyor. Fakat, toplumlaşma bilincinin temelinde yerleşik potansiyel sosyal dinamikler; ayrıksı yönlerde çeşitlenen sosyo-politik ve siyasallaşan geleneksel amaçlara rağmen, toplumun yapı çekirdeği ve örüntüsünün koruması gereğini her seçim sürecinde duyuruyor.

“TÜRKİYE’DEKİ TOPLUM YAPISI ORTADOĞU’NUN ÇOK ÖNÜNDE”

“Türkiye’nin toplumlaşma sürecinde, diğer bölge ülkeleri topluluklarından farklı bir etkin dinamiği var” diyorsunuz. Bu farklılık nereden kaynaklanıyor?

Ortadoğu ve İslam coğrafyası içerisinde toplumsallaşma eğiliminden bahsetmek istersek Türkiye toplumundan bahsetmemiz gerek. Bu coğrafyanın diğer ülkelerine baktığımız zaman, İran dahil olmak üzere, bir toplumdan bahsetmemiz çok zor çünkü özne insan/sosyal bireyden bahsetmemiz çok zor. Türkiye Cumhuriyeti Toplumu, kuruluşu (1923) ve II. Dünya Savaşı sonrası dönemlerde toplumlaşma ve toplum olma yolunda, diğer İslam coğrafyası ülkelerden mesafe alarak ilerlemiştir. Hangi aşamada olduğunu, coğrafyadaki siyasal ve sosyal patlamalara bağlı gelişmeler bağlamında sergilemekte olduğu bütünlükten anlamak pek zor olmasa gerek.

Cumhuriyet toplumu, insan, özne insan, birey, bireycilik, faydacılık, Fransa İhtilali, aydınlanma gerçekliklerini aynı dönemlerde iki yüz yıllık tarihsel arka planında tartışma odağına almıştır. Bu anlamda Cumhuriyet’in hareket rotasıdır özne insan/sosyal birey, toplumlaşma ve öznesi insan olan bir toplum oluşturmak çabaları. Sekülerleşme, laikleşme ile birlikte geleneksel siyasal edebiyat dilinin dönüştürülmesi oluşan toplumun yöneldiği sosyal yapı-örüntünün temelini oluşturmuştur. Cumhuriyet ‘öznesi insan/sosyal birey olan toplum olma’ seçeneği ile yana kurulmuştur. Aynı dönemde İran halkı hanedan, soy-kan, kavmiyet ve taife gibi sosyal yapılarla boğuşuyordu.

“KUTUPLAŞMA İYİDİR, FARKLI GÖRÜŞLER TOPLUMU DİNÇ TUTAR”

Bugün Türkiye’de bu toplum bilinci doğru yönde devam ediyor mu? Toplumun farklı eksenlere doğru kaydığı, kutuplaştığı yönündeki endişeler haklı mı?

Toplumsal kutuplaşma, toplumsallaşma sürecinin dönüşüm/evrim kertelerindendir. Kutuplaşma da kaygı uyandıran ve uyarıcı olmasına rağmen olumsuzluk arz eden bir gelişme değildir. Sosyal Kutuplaşma, politik eğilim ve yönelimlerin toplumun bütüncül etkileşim edebiyatında etkinlik kazanan bir etkendir ve toplumun potansiyel dinamiklerinden değildir. Kutuplaşma, ayrıştırma nedeni olamayacağı gibi farklı sosyal eksenli düşüncelerin toplum potasında eritilmesi ve yeni sentezlerin belirmesini sağlar. Dogmalar ve gelenekselliklerin törpülenmesini sağlar ve toplumu dinç tutar. Ortadoğu halklarının toplumlaşmalar ve toplum olduklarını belirtmek olası değildir; sadece ‘tek ses olma’ yeteneğinden bahsedilebilir. Ölü denizi karıştırmak ve bulandırmak böylesi toplulukların biraradalığını sağlamaktan daha kolaydır.

Türk toplumunun içkin olarak taşıdığı bütünleştirici-birleştirici etkin dinamikler doğrultusunda kemikleşen sosyal yapı-kimlikten dolayı, ‘Türk Toplumu’nda Suriye, Irak, Libya, Mısır’daki sosyal gelişmelerin benzeri gelişmelerin yaşanması ihtimalini görmüyorum.

“ÖZLENEN ESKİ YILLAR DEĞİL, PAYLAŞIM VE NEZAKET”


Türk toplumu bir yandan teknolojik anlamda ilerleme arzusu içindeyken bir yandan da geçmişe, sobalı evlerimize özlem duygusu yaşıyor. “Varlıklı değildik ama mutluyduk” söylemi arttı. Bu ruh halini yorumlar mısınız?


Türkiye benim geldiğim dönem ekonomi sıkıntı ve yoksulluklarla boğuşan bir ülkeydi. Yağ kuyrukları vardı, kahve az bulunur, çay sıkıntı, tüp, kömür, benzin, mazot bazen uzun kuyruklarda bekletirdi insanları ve bazen bulunmadığı için üzerdi herkesi. Ekmeğin fırından çıkması ve çöplerin kaldırılması için günlerce beklediğimi ve bu arada suların kesik olduğu da başka bir hoşluktu. Bütün komşular ve mahalleliyle sabretmesi ve paylaşılmasını güle oynaya bilirdik. ODTÜ’de okuyordum ve bu yokluk dönemi 1987’ye kadar düşe kalka devam etti.

Batı’da 1850’lerden sonra kapitalizmin gelişimiyle birlikte yeni bir nüfus örgütlenmesi Toplum (Social) başladığında, sosyologlar bu yeni yapılanmanın dokusunu incelemeye başladılar: “İki insan arasında ‘SOCIUS’ yani etkileşim varsa, onlar birbirine yardım ederek arkadaş oluyorlar ve sosyalleşiyorlar.” Sonuç ise Toplum/Society/Social.

Türkiye’de toplum hem ikili hem de çoklu ilişkilerde sosyalleşme becerisine sahipti. Cümleler çok kibardı. Dolmuş şoförüne “Lutfen müsait bir yerde piyade eder misiniz” denirdi. Sokaklarda kaba cümleler kullanılmaz, pazarlarda dahi sizli bizli konuşmalar olurdu! Komşular birbirinden haberdardı, mesela ben öğrenciyken hasta isem mutlaka komşularım ilgi gösterirdi. Bu kadar bol çeşit yemek yoktu, sigara böreği, kısır ve mozaik pasta, mantı, pilav, köfte vardı ama paylaşılırdı. İşte bu yüzden o günler unutulmuyor ve özleniyor!

Şimdilerde bu sosyalleşmeyi bulabilir misiniz? Mesela bu aralar, kahve zincirlerinden alınan bir karton bardak kahve ile sokakta yürümek ayrıcalıklı bir sosyal statü halini almış; bir de 14-17 ₺! İnsanlar “Adacıklar” olma yolunda. Kulaklarda kulaklıklar, elde cep telefonu yanındaki bir şey söylese duymayacak halde. İzole olmuş öznelliğinden feragat etmiş birey, toplumun öznesi değildir.

Eskiden “Bir kahvenin kırk yıl hatırı var” denirdi... Yani karşılıklı içmek özlemi...


Fakat gerçek şu ki, o yıllar darbe yıllarıydı ve toplumda farklı ses çıkaranlara yoğun baskı vardı. Bu durumu nasıl açıklarsınız?

O yıllarda dünya iki kutupluydu. Rusya ve ABD. Türkiye’de de bunun etkileri oldu. Bir yanda sol ve Sovyetleşme hareketi, diğer yanda ABD Sovyet Sosyalizmin engellemeye çalışıyordu. Öyle zamanlar yaşadık ki ODTÜ’ye yarın Kızıl Ordu girecek gibi bir hava vardı.

Baskılar mahalle baskısı değil, devletler düzeyinde uygulanan bir baskı sözkonusuydu. O günlere baktığımızda bloklaşmalar vardı. İran, Pakistan, Hindistan, Irak, Türkiye kime karşı Sovyetler Birliği’ne karşı. Yani ABD’nin Sovyetler Birliği kaynaklı düşüncelere karşı baskısı Türkiye’yi etkiledi. Oysa toplum içinde bir bloklaşma yoktu. Hatta, farklı partilerin liderleri bir arada oturur, sohbet ederdi.


“TÜRKİYE ÖNEMLİ VE BU ÖNEMİN FARKINDA”

Bugün Türkiye, potansiyel niteliklerini biliyor ve öneminin farkındadır. Bir çok badireden geçmesi ve zorluklara karşı güçlendiği gerçeği inkar edilemez. Evet, Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta yaşananlar Türkiye için de denendi, fakat devlet tecrübesi ve toplumun farklı kesimlerinin yeri geldiğinde kollektif bilinçle hareket etmesinin bütün bu tehlikeleri bertaraf ettiği da bir başka gerçekliktir. Şunu belirtelim ki; sosyal gerçeklikleri sadece siyasal olarak siyasal literatürle irdeleyip değerlendirirsek, toplum sathında ve toplumun tabanı altındaki potansiyel ve gizli birçok dinamiği görmezden gelmiş oluruz. Burada bir toplum ve bu toplumun birçok kurum ve çeşitli örgün, motif ve dokusu var. Bir de seksen milyonluk potansiyel etken dünyası var. Dikey/siyasal yapılardan değil de yatay/toplumsal örüntüler içinden bakmamız ve görmemiz gerek toplumu. Bu toplum canlıdır, bilinci ve kolektif bilinci var.


“EN ZOR KARARLARI TOPLUM VERİR”

En zor ve en kararları toplum bizatihi verir. Siyaset tarihseldir. Toplum ise tarihi içine alır ve yeni tarihleri yeniden üretir. Türkiye Ortadoğu’nun komşusu olabilir fakat Ortadoğu topluluklarından toplum olma ve toplumlaşma noktasında ayrı bir coğrafya olduğu da unutulmamalı.