Türkiye’de 16 Nisan’da gerçekleştirilen Anayasa değişikliği halk oylaması sonucunda ‘Evet’in net bir başarı kazandığını söyleyen Prof. Dr. Bener Karakartal, yüzde 51.4’lük sonucun, demokrasi ve hukuk açısından tartışmaya yer bırakmayacak netlikte olduğunu ifade ediyor. Amerika Birleşik Devletleri ve batı toplumlarındaki seçimleri örnek gösteren Prof. Dr. Karakartal, dünyanın gelişmiş ülkelerindeki seçimler ile Türkiye’deki seçimleri karşılaştırdı. Referandum sonucunun ardından Türkiye’nin daha hızlı bir büyüme sürecine girebileceğini anlatan tecrübeli Siyaset Bilimci Prof. Dr. Karakartal, başta FETÖ olmak üzere pek çok tehdidin istikrarı bozmak için hala pusuda beklediğinin de altını çizerek, ekonomiye odaklanıp mega projelerle yola devam edilmesi gerektiğini söylüyor: 

17 Nisan sabahı Türkiye’deki yeni siyasi manzarayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki yeni siyasi tablonun nasıl olduğu aslında sizin duruma hangi pencereden baktığınıza bağlı. Demokratik rejim penceresinden bakıldığında durumda bir fevkaladelik yok. Referandum yapıldı. Evet cephesi kazandı. Ama birde “şarklılık penceresi” var. Demokrasiyi kabullenemeyenler, “darbeciler” penceresi var. Bunların penceresinden bakınca durum hiç de hoş değil. Çünkü bu kesimler, Türkiye demokrasisini Godzilla canavarının pençesine düşürmek istiyorlar. Türkiye’de var olan istikrarı ne yapıp edip bozmak istiyorlar. Bu pencereden bakınca insanın midesi bulanıyor. 

Referandum az farkla, yüzde 51,4 ‘le kabul edildi. Buna ‘zayıf bir oran’ diyenler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Demokrasinin uygulaması açısından hiçbir sorun yok. Benzer duruma bütün büyük demokrasilerde rastlanıyor. Örnek mi? Başkan Trump bu oranı yakalayamamıştır ve rakibi Clinton’dan daha az oy almıştır. Batı demokrasilerinde yüzde 51 oy fevkalade saygı gören bir başarıdır. ‘16 Nisan’da Türkiye’de seçim değil, referandum yapıldı’ diyebilirsiniz. Referandumun özelliği başta gelmektir. Yüzde 50’den bir oy fazla kazansanız başarıyı yakalamış olursunuz. 16 Nisan 2017’de ise referandumda yüzde 51.4 oranı yakalanmıştır. Bu önemli bir başarıdır.

Başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere birçok büyük şehir referandumda ‘Hayır’ dedi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demokrasilerde bu duruma neredeyse her ülkede rastlanıyor. Demokratik ülkelerde siyasi partiler ikiye ayrılıyor: büyük icraatçı partiler ve lafçı muhalefet partileri. İcraatçı partileri; genelde çalışan kesimler, köylüler, kasabalar, esnaf, işçiler destekler. Bunlara genel olarak “derin ülke” denir. Sahillerde değil, iç kesimlerde yaşarlar. Lafçı muhalefet partilerini ise “solcu, entel, hayatın zevkini tatmayı alışkanlık haline getiren kesimler destekler. Bunlar sahillerde yaşar. Büyük ülkelerden örnekler mi? Amerika’nın Atlantik ve Pasifik kıyısındaki bölgeler solcudur. Newyork ve California gibi. Bunlar Trump’a oy vermemişlerdir. Trump ülkenin iç bölgelerinde yaşayan “derin Amerika’nın” oylarıyla iktidara gelmiştir. Aynı şekilde Fransa tarihinin en büyük icraatçısı olan De Gaulle “derin Fransa’nın” oylarıyla iktidara gelmiştir. Kırsal bölgelerin, kasabaların, köylerin oylarıyla. “Entel Paris” 1968’de mayıs ayında De Gaulle’ü sokak olaylarıyla devirmeyi denemiştir. Ama De Gaulle seçimlere giderek “derin Fransa’nın” oylarıyla daha da güçlenerek iktidarda kalmıştır. Ülkelerin “derin” kesimleri çalışkan icraatçı partileri destekler. Ana akım medya ise lafçı, solcu muhalefet partilerini. Mesela Amerika’da CNN çok yoğun ve hatta haşin bir şekilde Trump’ı eleştirmektedir. Fransa’da ünlü Le Monde gazetesinde aynı çizgidedir. Enteresan olan bu ayırımı yurt dışı olaylarda da gösterirler.  Türkiye’deki 15 Temmuz darbe teşebbüsünü de hem Amerikan CNN Televizyonu, hem Fransız Le Monde gazetesi desteklemişlerdir. Bu iki yayın organı 16 Nisan 2017 referandumu konusunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında yer almışlardır. Siyaset Bilimi penceresinden bakınca  Cumhurbaşkanı Erdoğan hem demokrat, hem icraatçı, hem “derin Türkiye’nin” desteklediği liderdir. Büyük şehirlerde oy kaybının ise çok farklı bir nedeni vardır. 

DARBE TEHDİDİ SÜRÜYOR 
Demokrasi açısından yüzde 51 başarı diyorsunuz ve büyük şehirlerin iktidardaki icraatçı partiye oy vermeme durumunun demokrasilerde rastlanan bir durum olduğunu söylüyorsunuz. Ama Türkiye’de farklı olarak son referandum sonrası arka planda bir “Godzilla”  canavarının var olduğundan bahsediyorsunuz. Neden?
Maalesef bu durum çok tehlikeli. Bu konuda benim derin endişelerim var. Hem bir siyaset bilimci olarak hem de hayatının önemli bir kısmı yurt dışındaki büyük demokrasilerde geçmiş bir kişi olarak. Amerika örneği: Amerika’da Başkanlar seçimle iş başına gelirler ve süreleri dolunca emekli başkan olurlar. Fransa’da da aynı durum söz konusu. Ya Türkiye’de! Türkiye’de çoğulcu demokrasi 1950’de başlamış ve 1960’da başta Cumhurbaşkanı tüm iktidar partisi Milletvekilleri hapsedilmişlerdir. Darbecilerin emrindeki yargı Başbakan ve iki Bakanını astı. O günden bugüne hapse girmeyen siyasi lider neredeyse kalmadı: Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan, Baykal, Recep Tayyip Erdoğan hepsi hapishanelerle tanışmıştır. Türk demokrasisinde darbecilik geleneği bütün gücüyle sürüyor. Recep Tayyip Erdoğan Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği günden itibaren hep bu darbe Godzillasının varlığıyla mücadele etti. Bu canavarın son eylemi 15 Temmuz Darbe teşebbüsüdür. Darbeciler, Marmaris’te hedeflerine ulaşamadılar. Ama F16’lar, taarruz helikopterleri ve tanklarla vatandaşları acımasızca öldürdüler. Bu darbeci akımın, 16 Nisan referandum konusunda da aynı tehdit rüzgârlarını estirmeye devam ettirdiği konusunda Türk halkının şüphesi yok. Son durumda hayret verici bir koalisyonun varlığı ortaya çıkıyor: FETÖ, PKK ve tüm terörist örgütler, bazı muhalif politikacılar, entellektüeller ve gazeteciler, sözde Kemalistler ve laikler ümitlerini bu illegal siyasal eylemlere bağlamış gözüküyorlar. Türk demokrasilerini yerleşmiş batı demokrasilerinden ayıran hastalık budur ve maalesef bu hastalık sürecek gibi gözüküyor.

MEGA PROJELER ARTTIRILMALI 
Cumhurbaşkanı seçimi 2019’da yapılacak. İki yılda siyasi istikrarın sürmesi için neler yapılmalı?
Çok yönlü icraatlar, kötü niyetli girişimlerin engellemesi açısından önem taşıyor. Önce ekonomi cephesi: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en güçlü olduğu konu budur. Türkiye’de ekonomi tarihinde rastlanmamış ölçüde başarı grafiği çiziyor: “Çarşı pazarda herşey var.” Evlerde elektrikler yanıyor, sular akıyor, doğalgaz var. Bunlar Türkiye için mucize. Başka bir mucize: 16. Yüzyıldan itibaren değişmeyen Türkiye manzarası başka bir devrim yaşıyor: dev köprüler, sayısız havaalanları, tüneller, otoyollar, hızlı trenler, enerji hatları. Bir başka mucize: Dünyada ün kazanan Türk Hava Yolları. Türkiye’de parmak ısırtan alışveriş merkezleri. Kentleşme hamleleri. Bütün bunların gerçekleşmesini sağlayan bir finansman sistemi. Yap işlet devret modeli, devlet-özel sektör iş birliği. Önümüzdeki iki yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’de başlattığı bu ekonomik ihtilali tam gaz sürdürmeli: İstanbul Üçüncü Havaalanı, Çanakkale Köprüsü, Kanal İstanbul Projesi, Enerji Projelerinin sürdürülmesi, yenilenebilir enerji, nükleer enerji, hızlı trenlerin yaygınlaştırılması. Savunma ve uzay sanayii. Bütün bu konularda Cumhurbaşkanı Erdoğan altın harflerle Türk tarihine geçiyor. 

İSTEMEZÜK’ ZİHNİYETİ HORTLAYACAK 
Büyük projelerin engellenmek istenmesiyle ilgili neler söyleyeceksiniz?
Türkiye’de “sözde solcuların”  yerleştirdiği bir hukuksal “istemezük” alt yapısı var. Bu alt yapı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Büyük Şehir Belediye Başkanı seçildiği günden bu yana hep ayağına köstek oldu. “Odaların” hukuksal itirazları, bütün büyük projelere çok büyük zararlar verdi. “Gezi Olayları” ile bu “istemezük” feryatları zirve yaptı. “Üçüncü köprü istemem, onu istemem bunu istemem”. Bunlar solcu falan değil, resmen gericilerdi. Galata Port, Haydar Paşa gibi birçok proje şimdiye kadar bitmiş olurdu. Saçma bir zeytinlik yasası yüzünden Türkiye Turizminin göz bebeği olacak “Kaz dağlar”, Edremit Körfezi otoyollarla desteklenen düzgün bir imara açılamadı. Zeytin kutsaldır ama herşeyin bir yeri var.  Şimdi Orhan Gazi Köprüsü ve Çanakkale Köprüsü ile Türkiye’ye bir Türkiye daha katılacak ama kadük yasalarla, zeytinlik ve sit yasalarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi hamlelerine gene hile dolu çelmeler takılacak. 

EN BÜYÜK TEHLİKE FETÖ 
Önümüzdeki iki yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bekleyen en büyük tehlike nedir?
Hiç kuşkusuz FETÖ. Bu konudaki mücadeleyi üç farklı seviyede incelemek gerekir: 15 Temmuz öncesi, 15 Temmuz sonrası ve 16 Nisan sonrası. Bunu biraz açalım; 15 Temmuz öncesi FETÖ ile yapılan mücadele adeta komedi: Cumhurbaşkanı, ‘yargıda FETÖ var’ diye sabah-akşam konuşuyor ve bu hareketin yargıda kanser olduğunu söylüyor. ‘Yapayalnız kalsam da mücadeleme devam edeceğim’ diyor. Hakikatten de yapayalnız kalmış. Çünkü FETÖ ile yargıda mücadele tayinlerle geçiştiriliyor. Yargı mensupları İzmir’den Diyarbakır’a, oradan İstanbul’a oradan Çanakkale’ye terfi ettirilerek tayin ediliyor. Gittikleri her yerde FETÖ’den aldıkları talimatlarla insanları yargısız infaz ediyorlar. Şikâyetler çığ gibi artıyor. Cumhurbaşkanı’nın talimatları uygulanmıyor. Sayısız yazı yazıyorum. “Kanser metastaz” yapıyor diyorum. Metastaz kelimesini bu anlamda ilk kullanan ben olduğumu sanıyorum. Netice: Cumhurbaşkanı yapayalnız. O kadar yalnız ki onu Marmaris’te Allah kurtarıyor.
15 Temmuz sonrası OHAL ilaç gibi geliyor. FETÖ’nün zehirli dallarından bir kısmı kesiliyor. Yargıda FETÖ’cü mahkemelerden bazı üyeler meslekten ihraç ediliyor, tutuklanıyor. Peki yargıda FETÖ tamamen temizlendi mi? Şüpheler var! Basında her gün toplumda infial uyandıran kararları okuyoruz. Yargıda FETÖ’nün devamını kanıtlayan türde acayiplikler var. Cumhurbaşkanı da bu temizliğin tam yapılmadığını söylüyor. Dikkat! Geç kalınıyor. Yönetimde kararlılık esas. Bir örnek mi? İçişleri Bakanı değişiyor. Süleyman Soylu yönetiminde FETÖ temizliği fırtına gibi esiyor. Terörle mücadelede hemen netice alınmaya başlanıyor. Oysa Süleyman Soylu, AK Parti’ye sonradan gelmiş bir isim. Buna karşın kendisini kamuoyu alkışlıyor. Çünkü kamuoyu, görevini yapan herkesi alkışlar. 
16 Temmuz sonrası durum: FETÖ ile mücadelede durum daha da tehlikeli ve kritik. Yüzde 48,6’lık Hayır cephesi azmaya hazır. Bu çorbada bazı FETÖ’cü yargı mensupları Kemalist laik şapkalar takmışlar. “Bağımsızlık benim karakterimdir” sloganlarıyla haberleşiyorlar. Ne kadar Erdoğan karşıtı eleman varsa hangi eğilimden olurlarsa olsun kaynatmaya çalıştıkları darbe kazanına yakıt taşıyorlar. 

İŞİ BİLEN SAMİMİ KADROYLA YÜRÜMEK ŞART 
2017’den, 2019’a giden kritik aşamada ne yapmalı?
Gayet basit. 2000 yılında Sakıp Sabancı’yla TGRT’de bir belgesel yayınlamıştım. Jeneriğindeki “yola devam” “yola devam” “yola devam” sloganımız hatırlardadır. Bu belgeselin 52 dakikalık özetini Sabancı Holding internette yayınlamaya devam ediyor. (Sakıp Sabancı Belgeseli-52 dakika) Bu belgeselde Sakıp Sabancı’nın tekrarladığı bir söz var: “insan” “insan” “insan”. Ve ilave ediyor: “bilenlerle çalışacaksın”. Ve Genel Koordinatör olarak seçtiği kişi: Turgut Özal. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dramı belki de uğradığı ihanetler. O’nun sayesinde şan ve şöhret olmuş nice kişi, O’nu devirmeye çalıştılar. Bunların birkaç tanesi FETÖ suçlamasıyla tutuklu. Ama çoğu ihanetlerine aynen devam ediyorlar. FETÖ’nün ünlü Abant toplantılarına bakın. Burada Erdoğan’ın şöhret yaptığı akademisyenleri göreceksiniz. Bunların neredeyse tamamı FETÖ cephesinde, Erdoğan’ı devirmeye çalıştılar ve çalışmaya devam ediyorlar. İhanetlerin ötesinde başka bir hususta yetenek konusu. Herkes her şeyi yapamaz. Eğer sıradan kişilere büyük görevler verirseniz bazen kötü neticelere ortak olmuş olursunuz. Son referandum öncesi bunun bir örneği. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la televizyonlarda saatlerce röportaj yapanlar ne kadar başarılıydı? Sorulan sorular o kadar bildik ve tekrarlanan sloganlardan oluşuyordu ki bakmak için gayret göstermek gerekiyordu. Bu televizyon programların kalitesizliği iki şeyi açıklıyor: Referandumun yüzde 51,4’te kalması ve evet cephesinin büyük şehirlerde başarısız olması. Parlamenter sistemin, Türkiye’deki başarısızlığı çok kötü anlatıldı. Bilgiler çorba oldu. Yeni sistemin avantajları bu sistemi anlamayanlarca anlatılmaya çalışıldı. Çok büyük bir fırsat heba oldu. Özellikle Büyük şehirlerdeki aydın kesim kaçırıldı. Oysa yeni sistem herkese, Türkiye’ye, onlara da çok şey getiriyordu.  Aslında Türkiye’nin mega projelerle nasıl çağ atladığı anlatılmalıydı. Ama bu eserlerin adlarını tekrarlamakla olmuyor.

2019’a giderken tavsiyeleriniz ne olacak? 
Tekrarlayayım. Önce FETÖ ile mücadele yargıdan başlayarak neticelendirmeli. İkinci olarak mega projelere aralıksız devam edilmeli. Üç: zeytinlik yasası gibi sit yasası gibi mega projelerden verim almayı engelleyen sözde solcu ve çevreci gerçekte çağ dışı ve gerici olan yasalar değiştirilmeli. Avrupa’yla ilişkilerde gerçekten bilenlerle çalışılmalı. Avrupa, Türkiye için önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmişte çok yalnız bırakıldı. “Odalar” onu zaman zaman lafta desteklediler. Dost görünenler yolunu kesmeye çalıştılar. Çok sayıda kişi onun düşmesini bekliyorlar. Eğer düşerse ortaya çıkacak siyasi ve ekonomik pastadan pay almaya çalışıyorlar. Başbakan Binali Yıldırım gerçekten bir dost ve kader arkadaşı ama onun dışındakilerden birçoğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık veya gizli şekilde ihanet ettiler. Siyasi istikrarın bozulması için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu istikrar bozulursa Türkiye’ye yazık olacak. 


Prof. Dr. Bener Karakartal kimdir?
Galatasaray Lisesi’ni birincilikle bitirdikten sonra Fransa’da başkanlık sistemini kuran General De Gaulle’ün bursuyla Fransa’ya gitti ve Fransa’da Başbakanlık’ta Araştırma Ekip Şefi olarak Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün Başkanlık icraatları içinde yer aldı. Prof. Karakartal, Fransa Cumhurbaşkanları J. Chirac ve N. Sarkozy’nin okudukları Paris Siyasal Bilgiler’den mezun. Siyaset Bilimi Doktorasını pekiyi derece ile Sorbonne Üniversitesi’nde tamamladı. Paris Üniversitesinde öğretim üyesi oldu. Daha sonra başbakan olacak Prof. Raymond Barre ile Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde ve ayrıca Paris Nanterre Üniversitesi’nde ders verdi. İstanbul Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Müdürü olarak aralarında Fransa Başbakanları Raymond Barre ve Maurice Couve De Murvillle’nin de aralarında olduğu çok sayıda önemli devlet adamını Türkiye’ye davet edip ağırladı. Aralarında Carrefour’un da bulunduğu çok sayıda büyük şirket, Türkiye’ye Prof. Dr. Karakartal’ın daveti ile geldi. Prof. Karakartal, çok sayıda televizyon programı gerçekleştirdi. En ünlüsü ise Sakıp Sabancı ile beraber hazırladığı “Sakıp Ağa ile Başbaşa” programı oldu.