Son günlerde Almanya – Hollanda ve Türkiye arasındaki siyasi krize neden olan Türkiye siyasilerin Almanya ve Hollanda’da halka konuşma yapamamaları iş dünyasında endişe ile karşılandı. 15 martta Hollanda parlamento seçimlerine hazırlanırken, Türkiye de 16 Nisan’da yeni anayasanın referanduma sunmaya hazırlanıyor. İki ülkenin de seçime doğru giderken bu krizlerin çıkması bir çok kesimde ve iş dünyasında endişe ile karşılandı. Kitlelerde endişe artarken iki dünyanın insanları da bu duygularla seçime doğru gidiyor. 
Durumu Türkiye açısından değerlendirecek olursak; Türkiye Avrupa’da yaşayan Türklere yönelerek referanduma oy isterken, Hollanda’da bu krizden yararlanarak seçime katılma oranını yükseltme çabasında.Irkçı partiler de bu durumdan siyasi rant elde etmeye çalışmaktalar. 
Asıl burada düşünmemiz gereken nokta şurasıdır. Bu siyasi oluşumda Türkiye’deki referanduma katılacak olan seçmen sayısı artması ve evet oyunun yüksek oranda artması beklenmektedir. Bunun karşısında Hollanda’da ırkçılığa daha çok kayması ve ırkçı partilerin de oyları artması öngörülmektedir.
Ama bu durumdan en çok yararlanan parti Hollanda’da yeni kurulan Denk partisi olacaktır. Denk partisi 2015’te işçi partisinden ihraç edilen Türkiye kökenli millet vekillerinin girişimleriyle kuruldu. Türkiye’ye siyasilerini kabul etmeyen Hollanda elbette ki bu ülkede yaşayan Türkleri ve diğer Müslüman milletleri bu partiye yönlendirecektir. 
Böylelikle bütün siyasiler kendi açılarından kazançlı çıkacaklardır. Fakat  bu durum İslamafobinin daha da  artmasına neden olacaktır. Burada asıl zarar gören Avrupa da yaşayan Türkler ve Müslümanlar olacaktır. Halkların arasında daha büyük kutuplaşma meydana gelecektir. Bu kutuplaşma burada yaşayan yabancıları olumsuz yönde etkileyecektir. 
Bu durum elbette iş dünyasına da yansıyacaktır. Özellikle müşterileri Hollanda halkı olan firmalar birinci derecede zarar görecektir. Ülkeler arası yatırımlar ertelenecektir. Bu hal iki ülkeyi de olumsuz etkileyeceği bariz bir şekilde ortadadır. 
Bu olaylar kısa vadeli siyasi krizler olarak değerlendirmek daha doğru ve yerindedir. Uzun vadeli bir politika olacağı düşünülemez. 
Fakat Avrasya’da Türkiye’nin güçlenmesi elbette Avrupa ülkeleri açısından kabul edilememektedir. Çünkü bu Avrupa’nın çıkarlarına ters düşmektedir. Bundan dolayı Avrupa varlık ortaya koyabilmesi için Türkiye’nin bu bölgede zayıf olması daha çok işine yaramaktadır. Buna rağmen bu krizleri de bu açıdan okumak gerekir.  
Avrupa’nın kendi içindeki kırılmaları, örneğin İngiltere’nin birlikten ayrılması diğer bazı ülkelerinde de güven problemi ortaya koyarken, Türkiye’nin güçlenmesi elbette Almanya’yı ve diğer Avrupa ülkelerini endişelendirmektedir. Bundan dolayı Almanya ve Hollanda’nın hırçınlaşması anlaşılır hal almaktadır. 
Tam da bu noktada sükuneti korumalı ve değişen dengeler güzelce takip edilmeli ve saflar netleştirilmelidir. 
İş dünyası da doğru kararı verecektir. Çünkü karşılıklı ülkeler arası ticaret kısa süre sekteye uğrasa da uzun vadeli güvende olacaktır. Çünkü ne olursa olsun, karşılıklı ticarette herkes kazanacaktır ve kazanca yatırım yapılacaktır. Bu nedenle uzun vadeli ticaret yapanlar kazanacak, popülist davranan yatırımcılar da kaybedecektir. 
Bundan dolayı Avrupalı ve özeldeki Türk girişimcilerini popülist davranmamaları, bu siyasi olaylardan olumsuz etkilenmemelerini ve yatırımlarını uzun vadeli planlamalarının daha isabetli olacağı ortadadır. 
Krizler sorun gibi görülürken aslında krizler bir değişimin habercisidir. Bu değişimde girişimcilerin de konumlarını doğru belirlemeleri gerekmektedir. Çünkü her zorlu kış bereketli bir baharın habercisidir. Bu siyasi olayları da bu şekilde değerlendirmek daha doğru okuma biçimi olacaktır.