Merkez Bankası’nın raporlarına girerek, yalnızca mutfaklarda değil, makroekonomik dengelerde de gündemin üst sıralarına taşınan “et fiyatları sorunu” sektörde de tartışılıyor. Et fiyatlarındaki tırmanışın, yalnızca mutfaklarda yangına ve enflasyonda tırmanışa neden olmadığına dikkat çeken Şahin Sucukları CEO'su Salih Fazlıoğlu, Türkiye’deki temel sorunun “et politikası” olduğunu vurguladı. Yükselerek küresel fiyatların çok üzerine çıkan et fiyatlarının çok yönlü “tahrip gücü” olduğunun altını çizen Fazlıoğlu, “Bugün et İthalatını değil, et ihracatını konuşmamız gerekiyordu; oysa, et fiyatına odaklanan politikalarımız maalesef bizi ihracatı gündeme almamızı dahi engeller duruma getirdi. Et ithalatıyla, spekülatörlerin cezalandırıldığı söyleniyor ama sonuçta üretici çiftçimiz zarar görüyor. Bizim, orta ve uzun vadede üreticiyi ve sektörü ithalata değil, üretim ve ihracata yönlendirmemiz gerekiyor” dedi ve ekledi:
“Sektör temsilcileri olarak, Merkez Bankası ile yaptığımız istişare toplantılarında da dile getirdiğimiz gibi, bugünü kurtarma politikalarından vazgeçip, önceliğimizi Türkiye tarım politikasındaki eksikliklere vermemiz gerekiyor. Bir ülkenin tarım politikasının belirlenip, uygulanmasının zor olması için öncelikle toprağın yetersiz olması lazım; oysa, bizim toprağımız bol ve iklim de en iyi tarım için gayet uygun. Güneş ve sulama yeterli ve geleneksel olarak tarıma adaptasyonu kolay ve işgücü de var. Bu nedenle, tarım politikasında sadece çiftçinin düzgün bir şekilde yönlendirilmesi, bireysel faaliyetinin elden geçmesi lazım. Yönlendirmek lazım derken, herkes ne ekeceğini Türkiye İstatistik Kurumu’nun verdiği bilgiler çerçevesinde yapılacak plan ve programa uygun karar vermesinden söz ediyorum.  O bölgede ne üreteceğine ve hangi ürünün daha verimli olacağı özellikle planlanarak üreticiye verilmesi lazım.”

Çiftçi için hazırlanacak üretim planlarının yıllık olarak belirlendikten sonra ayrıca teşviklere de ihtiyacı olacağına işaret eden Fazlıoğlu, “Tarımsal destekler yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada bir gerçektir; çünkü, bilim ve teknolojideki gelişmeler tarım sektöründe katma değer dengesizliğine yol açmış durumdadır. Tüm dünyada devletler, bu dengesizliği gidermek için teşvikler geliştirmekte bir biriyle yarışır duruma geldi. Artık tarımsal destek ve teşvikler Dünya Ticaret Örgütü’nün yaptırım mekanizmaları dışına çıkarıldı” dedi ve şu önerileri yaptı:
“Tarımsal desteklerin temelini vergi konusu oluşturmalıdır; öncelikle, köyde yaşayan üreticinin, çiftçinin her türlü vergiden muaf duruma getirilmesi gerekir. Böyle bir teşvik kesinlikle dengesizlik ve haksızlık yaratmaz; çünkü, çiftçilerimizin tüm ürünleri zaten farklı aşamalarda birçok vergiye konu oluyor, ürünlere yeterince vergi konuyor. Bu nedenle, en azından üreticiyi teşvik etmek için, üretimde kullandığı yakıtı dahil tüm şahsi vergilerin kaldırılması lazım. Bu teşvik, her şeyden önce çiftçimizin daha rahat bir yaşama kavuşmasını ve dolayısıyla yapılacak planlamalara gönüllü katılmasını sağlayacaktır.”
Et ithalatı konusunun Türkiye gündeminde bir süredir üst sıralarda olduğuna işaret eden Fazlıoğlu, “Bu aşamada et ithalatı yapılabilir; çünkü, üretime vereceğiniz destek ile kısa vadede çözüm sağlamak çok zordur. Ancak, bunu da, üretime destek sağlama anlayışıyla yaparsanız, geleceği de bugünden kazanırsınız. Bunun için de, öncelikle ithalatı yapacağınız yeri, bölgeyi çok iyi seçmeniz, belirlemeniz gerekir” dedi ve ithalat konusundaki önerilerini de şöyle sıraladı:
“Bir başka deyişle, eti ucuz olan yerden alacaksınız; aradaki farkın bir bölümünü de bir fon gibi biriktirip üretici çiftçiye aktaracaksınız. Bu hiç de zor bir konu değil. Et ithalatı Avrupa ülkelerinden yapıldığı zaman, geçmişte yapılanlar kemikli et ithalatı oluyor ve yaklaşık oradaki vergileri daha eklenmemiş, Türkiye daha gümrük kapılarına geldiğindeki fiyatı yaklaşık 3.5 Euro civarında oluyor. Bu nedenle, Avrupa’dan aldığımız et, Türkiye gümrük kapısına geldiğinde maliyeti 3.5 Euro, fakat bunu saflaştırdığınızda yüzde 20 kemik düştüğünüzde, yüzde 20 kalite farkı düştüğümüzde 5.5 Euro gibi bir maliyeti oluyor. Ama karşısında Güney Amerika’dan gelen etlerin maliyeti aşağı yukarı 2.80 Euro. Bir tarafta 5.5 euro var, diğer tarafta 2.80 euro var. Arada 2. 70 Euro fiyat farkı var. Devlet aradaki 2.70 euro fiyat farkını, Avrupa’ya ya da diğer ülkelere ödemek yerine, Türkiye Cumhuriyeti’nin Hazine’sine gelir olarak kaydedebilir. Yalnızca bu şekilde 2 yıl boyunca yapılacak et ithalatı düzgün bir şekilde kontrollü şekilde gelirse, buradan gelen gelirden aşağı yukarı benim şahsi tahminim 3 milyar euro civarında bir gelir elde edilecektir.”

Yapılacak et ithalatından doğrudan ya da dolaylı olarak üretici çiftçilerin ve genel olarak sektörün zarar gördüğünü vurgulayan Fazlıoğlu, “İşte, ithalattan elde edilecek bu kaynağın üzerine de, 1.5-2 milyar euro da devlet eklese; toplam 5 milyar euro kaynak sağlanır. Damızlık hayvanların da dünya standartlarındaki piyasa adet başına 2300-2500  euro gibi hesaplarsak, 2 milyon civarında hayvan alınabilir bu parayla. 2 milyon hayvanda, köyde yaşayan çiftçi vatandaşlarımıza bedelsiz, sadece bu hayvanın ürediği ve çoğaldığını kanıtlaması şartıyla 2 tane yavru doğduğunda bu hayvanların bedelsiz olarak köylünün olacağına inandırılırsa hem süt, hem peynir, hem et üretiminde çok ciddi bir şekilde problem aşılmış olur. Ve çiftçinin mağduriyeti de kendisine ücretsiz damızlık hayvanı değerli bir hayvanı bedavaya aldığı düşünülürse onların da mağduriyetleri giderilir.”
Bu yolla, 2 milyon aileye de fazladan kaynak ve gelir sağlanmış olacağının altını çizen Fazlıoğlu, “Bunda doğan hayvandan da kendileri yararlanmış olur. Bunun kontrolü de çok rahatlıkla Tarım Köy Müdürlükleri tarafından yapılabilir” diye ekledi.

Tarımsal üretimin yalnızca tarlada, merada bitmediğini, mekanizasyondan taşımaya birçok yönlerinin de bulunduğunu vurgulayan Fazlıoğlu, “Çiftçinin yanında, onların üretimini destekleyecek olan KOBİ’ler ve küçük esnafın oluşturduğu mikro işletmeler de desteklenmelidir. Bu tür işletmelere, cirosunun en az yüzde 15’i kadar 10 yıl vadeli lira bazında faizsiz kredi sağlanması lazım” dedi ve şöyle açıkladı:
“Bu yolla üretimde kullanılması, özel şartname ile verildiği zaman bu, işsizliğin önüne geçer, istihdamı doğurur, küçük esnafın gelişmesini sağlar. Ve düzgün bir planlama yapılır ise ve KOBİ esnafına ‘şu üründen şu kadar üreteceksin, şunu yapacaksın, önümüzdeki 10 yıl ortalamasında üretim düzeyini şuraya çıkaracaksın’ gibi bir plan yapılsa, yalnızca sağlayacağı istihdam desteğinden dolayı teşvik edilmesi gerektiği anlaşılacaktır. Bu tür teşvikler vergi indirimi, vergi diliminde hafiflemeden ziyade direkt sermaye desteği olarak sağlanırsa bu çok daha etkili olacaktır. Ayrıca bu tip teşviklerde ve yapılan uygulamalardaki eksikliğimiz de şu: vergi borcun olmayacak, ipoteğin olmayacak, herhangi bir sigorta borcun olmayacak diye dayatmalar var. Zaten bu insanların işi gücü yerinde olsa ipotek vermez, borçlu kalmaz. Mutlaka vergi borcunun da tahsil edilmesi isteniyorsa sigorta borcunu da verirken yüzde 15’lik dilim vergi borcu olmayanlara yüzde 20’lik dilim de vergi, sigorta borcu olanlara sağlanabilir. Kredi limiti olarak cirosunun yüzde 15’i yüzde 20’si baz alınsa, o zaman yüzde 5 kadarı da bu tip borçlular için geliştirilebilir. Ama küçük esnafa mutlaka cirosunun yüzde 15’inin 10 yıl vadeli kredi olarak verilmesi, bunun da faizsiz olarak verilmesi geriktiğini düşünüyorum. Çünkü ülke ekonomisine işsizliği en fazla tanıyanın KOBİ’ler olduğunda hem fikiriz, kabul ediyoruz.”