Ülkemizde tehlikeli madde taşımacılığı, yeni yasal düzenlemeler ile daha sağlam bir zemine oturdu. Patlayıcı, parlayıcı, yanıcı, yakıcı, kendi kendine yanan veya kolayca ateş alan, zehirli ve radyoaktif gibi farklı özelliklere sahip tehlikeli maddelerin, çok düşük miktarlarının çevreye yayılması bile insan sağlığı ve çevre açısından ciddi boyutlarda sorunlar yaşanmasına neden olabiliyor. Bu nedenle tehlikeli maddelerin, güvenli bir zincir içinde taşınması ve lojistik süreçlerin doğru yönetilmesi büyük öneme sahip.
Ülkemizde tehlikeli madde taşımacılığı mevzuatı çoğunlukla karayolu taşımacılığı ekseninde şekillenirken, geçtiğimiz yıl içerisinde çıkarılan yönetmeliklerle tehlikeli maddelerin denizyolu ve demiryoluyla taşınmasına ilişkin yasal düzenlemeler de yürürlüğe girmiş oldu. Tehlikeli Madde ve Kombine Taşımacılık Düzenleme Genel Müdürlüğü tarafından uygulanmaya başlanan yeni düzenlemeler uluslararası entegrasyonu da beraberinde getirdi. Çünkü tehlikeli maddelerin taşınması, depolanması, elleçlenmesi ve kullanılmasında karşılaşılan kaza risklerinin minimum seviyeye düşürülmesi veya tamamen bertaraf edilmesi için bu alandaki operasyonların uluslararası anlaşmalar ve konvansiyonlarla bir düzene bağlanması büyük önem taşıyordu.
Karayolunda ADR, denizyolunda IMDG, demiryolunda RID, havayolunda DGR kurallarının ülkemizde de geçerli olması transit yüklerin ülkemiz üzerinden geçmesini de kolaylaştırıyor. Bunun yanı sıra eğitim ve denetimlerin artırılması da sektör açısından güvenlik riskini en aza indirgiyor. 
Bu noktada özellikle karayolunda ADR’nin sadece bir mevzuat değil, bir iş yapış şekli olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum. Ancak üretici, taşıyıcı veya alıcı olarak tehlikeli maddelerle ilgilenen firmalardaki tüm çalışanların neredeyse bin 500 sayfalık ADR mevzuatına hakim olmasını beklemek pek doğru değil. Üstelik bu mevzuatın iki yılda bir yenilendiği düşünüldüğünde, bu konunun bir uzmanlık konusu olduğu daha net anlaşılabilir. Bu zorlu sürecin doğal bir sonucu olarak ADR’li firmaların sayısının yeterli olmadığını söylemek mümkün. Bu sebeple tehlikeli madde taşımacılığı UTİKAD üyeleri arasında da belirli firmalar tarafından yapılıyor. 
Global ölçekte baktığımızda tehlikeli mal taşımacılığı için en uygun modun denizyolu olduğunu görüyoruz. Çünkü lojistik acıdan diğer taşıma modlarına göre denizyolu taşıması, daha ucuz ve daha fazla miktarda malzemenin bir seferde taşımasına imkan veriyor.  Bir bakıma güvenlik açısından da, denizyolu tercih ediliyor. Havayolu ise yüksek maliyetler nedeniyle en son tercih edilen taşıma modu olarak karşımıza çıkıyor. Buna rağmen IATA üyesi tüm firmaların iki yılda bir tehlikeli madde taşımacılığı ile ilgili eğitim alması zorunlu tutulmaktadır. 
Ülkemizde yapılan bu girişimlerle bir taraftan tehlikeli madde taşımacılığında düzen ve denetim arttırılırken bir taraftan da sektöre yeni sorumluluklar yüklendi. Firmalara, faaliyet alanlarına göre; tehlikeli madde güvenlik danışmanı istihdam etme ve tehlikeli madde faaliyet belgesi alma zorunluluğu getirildi. Bir yıl yapılan seferlerde taşınan 50 ton ve üstü yüklerde tehlikeli madde taşımacılığı kapsamında işlem yapan firmalar ile araç taşıma kapasitesi 50 ton ve üzerinde olan taşımacılık işletmeleri tehlikeli madde güvenlik danışmanı bulundurmak zorunda. Zorunluluk; gönderen, paketleyen, yükleyen, dolduran ve boşaltan olarak faaliyet gösteren işletmeleri de kapsıyor. 
Her ne kadar yeni düzenlemeler ile getirilen kurallar firmalar açısından zorlu süreçlere neden olsa da ülkemizde tehlikeli madde taşımacılığının daha güvenli bir hale getirilmesi için gerekli. Bu sebeple UTİKAD olarak bu konuda yapılan yeni düzenlemeleri destekliyoruz.  
Emre ELDENER
UTİKAD Yönetim Kurulu Başkanı