Uçsuz bucaksız, bin bir çeşit güzellikleri bize sunan dünyada canlılar açısından birbirinin aynısını bulmak, şekil, görünüş olarak neredeyse imkansız gibi bir şeydir. Bu durumda görünüşte değil, özde benzerlik aramak en doğrusu olacaktır. Özde benzerlik ya da başka bir ifade ile özde eşitlik kavramı insanlarda olgunlaşmalı ve hayata uygulanmalıdır. Olgunlaşmalı dedim çünkü olgunlaşmayan hiçbir şey gerçek anlamda var kabul edilemez. Sadece onu bilmek, öğrenmek yetmez, anlayıp idrak ederek tüm hücrelerine varıncaya kadar benimseyerek olgunlaştırmalı ve önce kendi hayatına sonrada başka hayatlara uygulayarak çorak toprakta suyla buluşan tohum gibi her yerde yeşermelidir. Çorakta olsa toprakla buluşmayan tohum canlanamaz, suyla buluşmayan toprak can veremez...

İnsanların bir araya gelmesinden toplumlar oluşur. Toplum dediğimiz unsurun detaylarına baktığımızda ise en temel olarak göze çarpan ise farklı sınıflardaki insanların oluşturduğu bir bütündür. Özellikle bizim toplumumuza baktığımızda o kadar sınıf çeşitliliği vardır ki ast, üst, yatay, dikey belki de dünyada en çok resmi değil ama gayri resmi olarak ülkemizde olduğu söylenebilir.

İNSANLAR, YETENEKLERİ DIŞINDA SINIFLANDIRILIYOR
Ülkemizde insanlar sahip oldukları kişisel yetenekler ile değil maddi gücü, mevki, makam, köklü bir aileden gelme gibi özelliklerle birçok insandan sınıf olarak ayrılmaktadır. Bindiği arabanın özelliğine göre restoranda karşılamalar değişir, sahip olduğu görevlerin durumuna göre çevreden insanların yaklaşımı değişir. Birçok kişi vardır ki emekli olmadan önce herkes tarafından el üstünde tutulur, emekli olup da görevi sona erince kimseler tarafından tanınmaz. Çünkü zamanında bizler vatandaş olarak o kişileri kendi dünyamızda farklı bir sınıfa koyduk. Onlarında bizi kendi dünyalarında farklı sınıfa koymalarını istediğimiz için biz onlara, onlar bize farklı davrandık yıllarca. Kısacası biz onları, onlar bizi kandırdı.

SINIFLARA AYIRMA BİZDE TEMELDEN BAŞLIYOR
Aradan yıllar geçti iş Nasreddin Hoca’nın kürk meselesine döndü. "Ye kürküm ye!" Ya kürk olmasaydı hocanın hali ne olurdu? Şimdi zaman herkesin üzerindeki değil zihnindeki kürkleri çıkarıp, karşısındaki kişiye insan olmanın gerekleri çerçevesinde davranma zamanıdır. 
Toplumu sınıflara ayırma bizde daha temelden başlamaktadır. İlkokuldan üniversiteye toplumun her aşamasında sınıflarda şubeler vardır. Şubelerin olması sınıflardaki öğrenci sayılarını azaltmak için doğal olarak yapılması gereken bir durum bence de. Çünkü verimli bir ders atmosferi için ideal öğrenci sayısı yakalanmalı hatta özellikle ilköğretimde şube sayısı daha da artırılmalıdır. Fakat gözden kaçan küçük bir nokta; örneğin ilkokul birinci sınıfta A, B, C olmak üzere üç farklı şube var diyelim. Şimdiki sisteme göre 4 yıl boyunca A şubesindeki öğrenci C' dekini, C şubesindeki öğrenci B' de ki öğrenciyi "bu öğrenci bizim okulda"dan öte tanıyamıyor. Halbuki kendi okulunda kendi yaşıtında diğer şubelerde bulunan (3 şube * 30 öğrenci = 90 kişi) öğrencileri tanımadan sadece kendi sınıfındaki 30 kişiyi tanıyarak 4 yılı tamamlıyor. Günümüzde iletişim ve sosyalleşmenin öneminin her geçen gün arttığı bir dünyada daha temelden öğrencilerimizin önüne engeller koyarak onların kaynaşmasını, birbirleriyle fikir alışverişi imkanını en aza indiriyoruz. Hatta bazı okullarda o şubede öğretmen yakınları, zengin kişilerin çocukları olması gerekir zihniyetinde şubelerin olduğu okullarımız maalesef mevcut. 
EŞİT(SİZ)LİK"İN TEMEL NEDENİ 
Ülkemizde yaşanan bana göre çok önemli ama hala birçok kişiye (konuşmacıya) göre gözden kaçan (önemsiz olduğu için olabilir) bir husus var. Açılış törenleri, konferanslar ve seminerler gibi konuşmalarda katılımcılarda ki protokol sırasına göre "Sayın valim, Sayın rektörüm, Sayın müdürüm..." ve son olarak "Değerli vatandaşlar, Değerli öğrenciler..." diye başlarlar. Burada iki önemli nokta var. Birincisi bu gibi üst protokollerin katıldığı programlarda konuşmacı açısından protokolün sıralamasında hata yapma ihtimali yüksektir. Olası bir hata ise programı terk eden protokol üyeleri ile  (vay efendim O'nun ismi benden öne neden söylendi gibi..) protokol krizlerine neden olabilmektedir. İkinci önemli nokta ise; programda ki asıl hedef kitle vatandaş (veya öğrenci) olmasına rağmen protokol hedef kitleden her zaman daha ayrıcalıklı üst sınıf muamelesi (bazı yerlerde salona giriş yerleri bile ayrıdır, protokol girişi gibi.) gören kesim olmaktadır. Vatandaşına hizmet etmek gayesi ile vatandaşın karşısına geçen protokole konuşmacılar iltifatlarda bulunacak, alkışını yine vatandaş tutacak. Kendimiz çalar kendimiz oynar misali böyle olmamalı bence. Birçok konuda örnek aldığımız yabancılara (aslında zamanında onların bizden aldığı, bizim sahip çıkamadığımız) baktığımızda ise konuşmacı protokolü tek tek saymak ve sınıf ayırımı yapmak yerine "Ladies and Gentelmen" yani "Baylar Bayanlar" diyerek konuşmasına başlar, oraya gelen herkes bu şekilde selamlanır. Daha birçok alanda karşılaştırmalı değerlendirmeler yapılarak yabancılardaki "eşit"liğin bizdeki "eşit(siz)lik"in temel nedenlerinden biri de budur. 
GERÇEK EŞİTLİK GERÇEK İNSANLARLA ORTAYA ÇIKAR
Ne zaman yapmacık davranmaz isek, ne zaman gerçek hoşgörüyü yakalayabilir isek, ne zaman birbirimize ve farklılıklarımıza karşı saygı duymayı öğrenebilir isek işte o zaman gerçek eşitlik ortaya çıkar. 
Ülke olarak ilerleme kaydetmeye çalıştığımız son yıllarda eğer gerçek bir eşitlik istiyorsak bunun için çok uzaklara gitmeye hiç gerek yok. Bunun gizemli formülü yine bu milleti millet yapan özünde gizlidir. Mevlana'nın dediği gibi "Ne olursan ol yine gel, ister Kafir, ister Mecusi, ister Puta tapan ol, yine de gel." ki gerçek hoşgörüyü herkes öğrensin, Hacı Bektaş-ı Veli'nin dediği gibi "Eline, beline, diline hakim ol" ki toplumda iftira olmasın, hırsızlık, arsızlık kalmasın...