Yüzyıl önce AB kurulacak diyenlere deli gözüyle bakılırdı, şimdi ise AB dağılacak diyenlere deli deniyor. Oysa tarih bizlere her seferinde ders verse de bizler, bu dersi bir türlü geçemiyoruz.

Avrupa’nın üç güçlü devleti İngiltere, Fransa ve Almanya Yaşlı Kıta’da her daim birbirini aşağıya çekmek için savaş halinde olmuştur. 1950’lere kadar hiç kimse, birleşik bir Avrupa’nın olacağını hayal dahi edemezdi. J. J. Rousseau, V. Hugo, C. L. Montesquieu, E. Kant gibi pek çok düşünür Avrupa birleşmesinden bahsetmiş ancak bu “dilek” olmanın ötesine geçememiştir. Her ne kadar 1814 Chaumont Antlaşması, 1815 Viyana Kongresi, 1834 Zollverein Birliği, 1856 Paris Antlaşması (Osmanlı İmparatorluğu da dahil), 1899 I. Lahey Konferansı gibi oluşumlar, entegrasyon amaçlı olsa da gerçek bir Avrupa Birliği fikri için 2. Dünya Savaşı sonrasını beklemek gerekiyordu. 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar biri çıkıp; “-Avrupa ülkeleri bir araya gelecek ve birleşik bir Avrupa fikri oluşturacak.” Deseydi, muhtemelen “deli” yaftası yerdi. Ancak tarihsel konjonktür, bize ekonomik ve siyasi birleşmeleri, diğer adıyla entegrasyon teorilerinin nasıl da birer birer gerçekleştiğini gösterdi. Avrupa Birliği’nin serüveni R. Schuman’ın 1950’de yayınladığı “Deklarasyon” ile başlar ve AKÇT ile devam eder. Ardından esas kurucu Antlaşma olan 1957 Roma Antlaşması, Avrupa’yı ekonomik ve siyasi birliğe götürecek adımların başlangıcını oluşturdu. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan AB süreci, uluslararası ilişkiler boyutuyla en heyecan verici olayların başında geliyordu. Birleşmesi imkansız gibi görünen Fransa ve Almanya, Birleşik Avrupa’nın temellerini atıyor, ardından 16 yıl sonra İngiltere Avrupa Ekonomik Topluluğu’na giriyordu.

AB “DAĞILMA SÜRECİNE” GİRİYOR
Bu yıl Roma Antlaşması’nın 60. Yılını geride bırakacağız. Yarım asrı aşan ve 21. Yüzyılın ilk çeyreğine damga vuran AB, ne yazık ki “dağılma sürecine” giriyor. Evet, AB böyle giderse dağılacak. Nasıl ki bundan yüzyıl önce AB kurulacak dendiğinde insanlara deli gözüyle bakıldıysa, şimdi de AB dağılacak diyenlere deli deniyor. Oysa tarih bizlere her seferinde ders verse de bizler, bu dersi bir türlü geçemiyoruz. AB, en önemli hatayı derinleşmek, yerine genişlemekte yaptı. Doğu Bloğundan kopan ülkelerin, AB’ye neredeyse koşulsuz alınmalarının maddi yükü çok ağır oldu. Ayrıca AB’nin ağır işleyen bürokrasisi hızlı kararların alınmasını güçleştirdiği gibi, ne yazık ki AB, elitistleşti ve halktan kopuk hale geldi. AB bir barış, huzur ve refah projesiydi. Ancak AB’yi kuran liderlerin ardından gelen üçüncü kuşak siyasiler, AB’yi teoriden pratiğe geçirmekte güçlük çektiler. Gelişen ve değişen dünya siyasi ve ekonomik hayatına uyum sağlamada zorlandılar ve Avrupa giderek, faşizan ve aşırı milliyetçi bir topluma dönüştü. AB, ekonomik ve siyasi bir entegrasyon olmaktan çıkarak, Hıristiyan Kulübü anlayışına dönüştürüldü. Birinci Körfez Krizi (1991)’inden sonra hortlatılan Haçlı Seferleri zihniyeti ve batı medyasınca pompalanan İslam düşmanlığı, İslami terörizm yaftası, Avrupa toplumlarının içine kapanmasına ve milliyetçiliğin artmasına neden oldu. AB liderleri günü kurtarmanın peşinde hareket ederek, sürekli sözlerinden caydılar. Özellikle Türkiye’ye karşı takındıkları tavır ve tutumlar basiretsiz siyasetçinin ne yazık ki en güzel örneğini oluşturdu. Geri Kabul Anlaşması ve mülteci sorunundaki tavırları ve en son dönemde, Almanya, Hollanda, Belçika’da Türk siyasetçilerin konuşma yapma özgürlüklerini kısıtlamaları AB’nin geldiği durumu özetliyor. İngiltere AB’den ayrıldı. AB’yi kuran Fransa dahi (Frexıt) AB’den kopmak istiyor. AB kurumları (Parlamento, Konsey, Komisyon, Adalet Divanı) AB’nin kuruluş felsefesi olan barış, demokrasi, özgürlük, hukuktan yana tavır almak yerine, üye ülkelerin siyasilerinin aldığı kararları ve söylemleri destekleyici açıklamalar yapıyor. Düşünün ki Avrupa Solu dahi oy toplamak için, fundamantalizmi, İslam düşmanlığını kullanıyor. Unutmayalım ki Avrupa, 70 yıl evvelde Yahudi düşmanlığını körüklüyordu. 25 Mart 1957 Avrupa Birliği Kurucu Antlaşması’nın imzalandığı tarih. Tam 60 yıl oluyor. Avrupa Birliği’nin kuruluş felsefesini hazırlayan Avrupa’nın büyük ve ilerici liderleri, şimdi acı içinde; Avrupa Birliği’nin nasıl faşizme yenik düşüp, dağılma sürecine girdiğini görüyor. Ne Merkel, ne Hollande, ne Tusk ne de Juncker AB’yi geleceğe taşıyacak kapasitede değiller. Zira AB elitistleşti ve halktan kopuklaştı. Hıristiyan Kulübü’ne dönüştü. O yüzden de By By Avrupa Birliği...